Nokta bir cümlenin sonunda değil de başında kullanılabilseydi bu yazıma bir nokta ile başlardım. Çünkü öyle bir süreç ki şu çocukluk, bir noktadan daha iyi nasıl anlatılır bilemiyorum. Hiçbir şey bilmeden geçtiğini sandığımız o çocukluk aslında yaşayacağımız hayattaki çukurları kazacak dertleri biriktiriyor. Annesizlik, kötü şans, yalnızlık, yaşanılan ev, artık o yöne dönülmeyen yollar, özlenen anlar… İşte bu yüzdendir ki vücudun derdini çözemeyen doktorlar ruha yönelirler. Vücuda yaşatılan her bir ağrı aslında o derde ulaşmak için bir sinyaldir.
“Yetişkinler sürekli olarak çocukların ne düşündüğünü sorgular. Gelgelelim çocuklar net cevap verselerdi, yetişkinler endişelenirdi sanırım. (…) Böylece yetişkinler arabanın arkasında oturan çocuğun karşıdan gelen kamyonları ya da trafik işaretlerinin harflerini saydığını ya da parmaklarla prenseslermişçesine oyun oynadığını düşünür, oysaki çocuk aslında bir yetişkinin tavırlarına ya da zaman kavramına takılmıştır.” (sayfa 11-12)
Selja Ahava’nın kaleme aldığı Gökten Düşen Şeyler mayıs ayında Timaş Yayınları tarafından yayınlandı. Editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman, Fince aslından çevirisini Özge Acıoğlu, kapak tasarımını Barış Şehri üstlenmekte. Finlandiya’da dünyaya gelen Selja Ahava tiyatro yazarlığı eğitimi almış ve film, dizi, drama alanında yazılar yazmıştır. Bunların haricinde radyo oyunları da kaleme almış olan Selja Ahava, kalemiyle yarattıklarını insanlara doğru akıtarak çoğunu etkileyecek güce sahip olduğunu kanıtlamakta. Selja Ahava yazdığı ilk romanı Eksyneen Muistikirja (The Day the Whale Swam Through London) ile Sanomat Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilirken Laura Hirvisaari Ödülü’nün de sahibi olmuştur. Orijinal adı Taivaalta Tippuvat Asiat olan ikinci romanı Gökten Düşen Şeyler ile Finlandiya Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilirken 2016 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olmuştur.
Gökten Düşen Şeyler, sevgili günlük demeden dahi ancak bu kadar iyi bir çocuğun anlatımını gösterebilirdi. Küçük ama yeri kalbinizin sınırlarını zorlayacak derecede büyük olan karakter Saara okura hayatını, gördüğü yolları, hayatındaki değişikliklerin üzerinden farkındalıklarını anlatıyor. Bununla birlikte bulduğu her boşlukta annesinden bahsediyor. Her çocuk etten bir yol ile bağlandığı annesine hayranlık duyar. Saara da tam öyle bir çocuk ve “Annem her zamanki gibi, annem iş yerinde, annemin el ve ayak parmakları” başlıkları ile gözlemlerini not alıyor. Keşke gözlem yeteneğimiz çocukluğumuzdaki gibi kalsaydı. Her zaman meraklı ve o ayrıntıyı düşünerek geçirdiğimiz zamanlarda bilmediğimiz o ayrıntıların kıymeti büyüdükçe büyüyordu gözümüzde. Bir şeyleri öğrenmeye ve bağ kurmaya başladıkça her şey yitip gitti. Gökten düşen şeyler belki de o öğrendiklerimizdi.
“ANNEMİN SESİ. (…)
Annemin konuşması özellikle bir hikâye anlattığında alçak ve yumuşaktır. Arkadaşım bir keresinde telefonda annemin erkek olduğunu sandı. Bazen annem mırıldanır. İşte o zaman annemin ağzında iğneler vardır. İşte annemin sesi böyledir.” (sayfa 43)
Küçük Saara, bir buz bloğuna benzettiği parçaları bahçesinde gördüğü vakit annesini bir daha görmez. Babasının büyük depresyonunun başlangıcı da olan o gün kendi evlerini, anılarını, ailesiyle geçirdiği günlerini de kaybetmesine neden olur. O gün acımasız bir polis gibi dün ile yarın arasına girerek mühürlü saçma sapan bir kağıtla kilit vurmuştur Saara’nın çocukluğuna. Ne olmuştu sanki annesinin başı gövdesinden ayrılıp başka bir yaşamı seçmek istediyse? Özgürlük bu değil miydi? Zaman kavramı dedikleri bu olsa gerekti. Bir anda yok olup gidenlerin arkasından dağılan parçaları toplama çabasından ibaretti tüm hayat. Belki o buz parçaları da toplansaydı annesi geri dönerdi. Ama hiç toplanmadı. Orada bırakılıp gidildi.
“O gün, babamın zihninde asla silinmeyecek korkunç bir görüntü yer etti. Bu görüntü babamın gözlerinden beynine girdi ve oradaki bir noktayı yok etti. Ne zaman bir şey ona o sabahı hatırlatsa, o sabah yine canlanır. Ben o görüntüyü alamadım çünkü babam beni tam zamanında uzaklaştırdı. Babam bacağımı, kalçamı ve dirseğimi incittiğim için üzgün olduğunu söyledi. Çürükler iyileşir, ne var ki zihne yerleşen görüntüler asla. Babamın içinde bir parça tuz vardı ve kırıldı.” (sayfa 49)
Piyangodan kazandığı para ile kutu gibi evinden koca bir köşke taşınan Annu Hala, küçük Saara ile erkek kardeşini yanına alarak bir nevi yalnızlığına ekmek banmayı bir kenara bırakmıştır. Yarım kalmış bir ailenin kırılan bacağının yerine geçmeye çalışan Annu Hala, depresyondaki erkek kardeşini hayata döndürmek için uğraşırken bir yandan da hiçbir şey fark ettirmeden büyüdüğünü sandıkları Saara’yı büyüme sancıları içerisinde gördüğü kabuslardan kurtarmaya çalışmaktadır. Bu sırada Annu Hala yeniden piyangoyu kazanınca Gökten Düşen Şeyler yeni bir boyut kazanır. Birinin başına buz bloğu düşüren kitap bir diğerinin başına şansından gelen vicdan azabını düşürür. Öyle zamanlarda düşer ki bu şeyler, tanımlamak için okur vakit bile bulamaz. Neticede fakirliğin dibi ve zenginliğin zirvesi de depresyonu, acıyı ve çaresizliği beraberinde getirirmiş şimdi bildim.
“Asla bilemezsin. Bir duvar görüyorsunuz, bir duvara benziyor: Duvar kâğıdı var, süpürgelikleri var ve her şey olması gerektiği gibi. Olması gerektiği gibi. Sonra bir gün biri duvar kâğıdını ahşap panellerle değiştirmeye karar verir. Böylece duvar kâğıdı yırtılır ve arkada bir şeylerin ufalandığı fark edilir. (…) Sonra insanlar soruyor: Gerçekten önceden bilmiyor muydun? Neden fark etmedin? Hiçbir fikrin yok muydu?” (sayfa 76)
Gökten Düşen Şeyler, gökten düşenlerden payını almış insanları bir araya toplamış alışık olmadığımız türde bir kitap. Büyüme sancıları içerisinde gençliğe ilk adımlarını atan Saara, kanayan çocukluğunu içinde taşımaya devam ediyor. Bu sırada ikinci piyangonun ağırlığından uykusundan kalkamayan Annu Hala uyandırılmaması gereken bir zaman dilimini yaşıyor. Uyandığında ise şimşeklerin birkaç kez üzerine düşüp de ölmediği bir beyefendi ile mektuplaşarak yıllar sonra içini dökme eylemi ile tanışacak. Demek insanlar bu sayede afalladıktan sonra toparlanabiliyormuş. Yoksa yokuş aşağı yuvarlanan bir dünya döndüğünü sanmazdı. Yuvarlandığını anlardı.
“Omuz, dirsekler, parmaklar, dizler, uyluklar, ayak parmakları ve başın omurgaya birleştiği noktayı düşünüyorum. Gerçekten içlerinden herhangi biri herhangi bir anda yerinden çıkabilir mi; yürüyüşünüz biraz bozulsa, bir çamaşır askısı gibi çökebilir miydiniz? İnsanın bu kadar narin olduğunu fark etmemiştim.” (sayfa 85)
Hayatın sakladığı her bir sırdan bunalan ve sırf sahip olduğu her köşesinin açık olmasından dolayı dikdörtgenleri seven bir kadını, annesinin hayali ile büyümeyi ve ölmeye hazırlanmayı öğrenen genç kızı, yazılmış sayfaların üzerine yeni bir hikâye yazmaya çalışan adamı bir kenara bırakarak bu yazıyı bitirmeye hazırlanıyorum. Aklıma yine o geliyor: Bir yazıya nokta ile başlamak. Bazen bazı şeyleri ballandıra ballandıra anlatmak isterken bazı şeyleri de içimize atıp orada bekletip iyice acılaşmasını da isteyebiliriz. İşte Gökten Düşen Şeyler herkesin gönlünde acılaşması gereken bir kitaptır. Ben iyice acılaştırdım. Tadı şimdi çıkıyor. Bir acının anlattıklarına kulak verebildiğimiz zaman belki gökten bize de bir şeyler düşer. Çocukluğumuzda alıştığımız gökten düşen üç elmaya selamlar.
“Artık size yardım edemem, kendi başınızın çaresine bakmalısınız.” (sayfa 165)
İyi okumalar.
- Selja Ahava – Gökten Düşen Şeyler
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Özge Acıoğlu
- 224 sayfa