Özet
Bu küçük novella, yerli halkı ile birlikte kasabada küçük bir saz kulübesinde yaşayan çiftimiz Kino ve Juana ile onların bebekleri Coyotito’nun birkaç günden oluşan macerasını anlatmaktadır.
Basit ve kendi hallerinde bir yaşam süren çiftin olağan hayat akışını, bir gün bebeklerini bir akrebin sokması tümüyle değiştirir. Bebeklerini tedavi edecek doktorun istediği parayı bulabilmek için inci avına çıkan Kino, o vakte kadar eşine rastlanmamış bir inci bulur ve hikayenin seyri buradan itibaren değişir. İnciye biçilen pahalar ile hayaller kurulur. Ancak incinin varlığından haberdar olan düşmanlar (sömürgeciler) Kino ve ailesinin peşine düşerler; kulübelerini yakarlar, Kino’ya saldırırlar ve onlar için çok kıymetli olan kanolarını delip işlevsiz hale getirirler. Sonunda inciyi hak ettiği değere satmaya çalışan aile bu mücadele yolunda bebeklerini kaybederler.
İncinin bulunması ile başlayan hikâye, incinin suyun derinliklerine iadesi ile son bulur.
Analiz
Kitapta Kino ile doktor karakteri arasında satır aralarına yerleştirilmiş ilişki aslında yerli halk-sömürgeci halk arasındaki ilişkiyi simgeler niteliktedir. Kitabın 19. sayfasında Kino’nun hisleri tariflenirken bu toplumsal ilişki biçimi de özetlenmektedir. Kino doktorla karşı karşıya gelmekten öylesine korkmaktadır ki, onunla konuşmaktansa öldürmeyi yeğlediğini ifade etmektedir.
Kitapta, Kino’nun kıymetli inciyi değerine sattıktan sonra bu para ile neler yapacağı üzerinde durulmaktadır. Bunlardan biri birkaç yerde kendini tekrar eden bir tüfek edinme arzusudur. Bu durum Kino’nun artık sahip olduklarını korumak için bir savunma aracına ihtiyaç duymasından ileri gelmektedir. Kino’nun bir diğer ve en önemli isteği ise çocuğunun eğitim görmesidir. Çocuğunu okulda, sınıfta sırada otururken ve kitap okurken hayal etmektedir. Kendisi için sömürgeci halkın zulmüyle savaşmanın tek yolu bir silah edinmek iken, gelecek nesil için bunun bilgi ve eğitim olduğunun idrakındadır. Bir diğer isteği ile kilisede nikah yapmaktır. Aile olmanın Kino için kıymeti büyüktür, bunu toplum önünde ifşa etmenin onu yücelteceğine inanmaktadır. Aslında tüm bu istekler Kino’nun küçük dünyasına uyumlanmış, makul isteklerdir. Burada Kino’nun açgözlülüğü, sürekli fazlasını isteme arzusu söz konusu değildir.
Toparlayacak olursak, İnci’de, aile ve ailenin toplumdaki yeri, umut etmek ve hayal kurmak, tasarlamak, harekete geçmek kavramları üzerinden klasik bir anlatı tekniği ile okuyucuyu yormadan bir hikâye yaratılmıştır.
Kitabın Ardından
“Ama inci bulmak bir rastlantı sonucuydu, inci bulmak uğur getirirdi kişiye, Tanrı’nın, tanrıların ya da hepsinin o kişinin sırtını sıvazlaması anlamına gelirdi.”
“Derler ya, insan asla doymak bilmez diye, yüzünü verseniz ille de astarını ister diye. Bu sözler insanı kınama amacıyla söylenir, oysa insan soyunun en büyük yeteneklerinden biri, onu elindekiyle yetinen hayvanlardan üstün kılan bir yetenektir bu.”
“Tasarlamak gerçek bir şeydir; açığa vurulmuş düşler, denenmiş demektir. Bir hayal bir kere düşünülmeye görsün, öbür gerçeklerin arasındaki yerini alır ve bir daha asla yıkılmaz ama kolaylıkla saldırıya uğrayabilir.”
“Ta beşikten mezara dolandırıldığımızı biliyoruz. Yine de yaşamayı sürdürüyoruz. Sen yalnızca inci alıcılarına meydan okumadın, bütün bir yapıya, bütün yaşam biçimine meydan okudun. Senin adına korkuyorum.”
Tartışma
*1942 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen yazarın kitaplarının konusu tarım ve sanayi işçiliği ile doğanın acımasız koşulları çeperlerinde dolaşmaktadır. İnci’de bu bağlamla hangi biçimlerle ilişkilendiğimiz üzerine;
Kitapta, ilkel yaşamın en temel belirleyicilerinden olan doğa koşullarından daha çok, toplumun acımasız ve ezici hiyerarşi sistemi üzerinde durulmaktadır. Bir Kızılderili aile, nesiller boyu onları aşağılayarak büyütülen bir toplum içinde var olma çabası göstermektedir.
Sömürgeci toplumun yerli halka karşı duyduğu aşağılama ve ezici kibir, yerli halkta öfke, şiddet ve nefret gibi duygular ile karşılık bulmuştur. Bu gibi temel hisler etrafında çerçevelenen novella doğaya ve kasabalı halkın yaşam biçimine ilişkin tasvirler ile zenginleştirilmiştir.
*İnci’nin John Steinbeck kalemine dair edindirdiği fikirler üzerine;
“Onun dünyası korkunç denebilecek kertede kayıtsız bir dünyadır. Doğa koşulları acımasızdır. O yüzden insanlar da katıdır, aralarındaki ilişkilerde sonsuz bir gönül kısırlığı göze çarpar. Ama Steinbeck, bu acımasız dünyayı anlatırken umudu elden bırakmaz, özellikle insanoğlunun zalim çevresine uyum sağlamada gösterdiği büyük uyuma övgüler düzer.”
Tomris Uyar’ın önsözdeki bu tasvirinin ötesinde nasıl tanımlanır bilememekle birlikte:
John Steinbeck çok temel kavramları dert edinen bir yazar. İnsanların temel ihtiyaçları, toplumun gereksinimleri ve dinamikleri yazarın beslendiği ana kaynaklar. Bunu yapmak için de yazarın sürekli kent çeperlerindeki yaşamları mercek altına aldığını görüyoruz. Şeyleri katmanlaştırıp derinleştirmeden, bulabildiği en direkt yolla anlatıyor. Okuyucuya açık kapılar bırakmıyor fakat her yaştan ve kültürden okuyucu için farklı mesajlar barındırıyor.
Toplumsal değerlerin çok hızlı değişebildiği dünyamızda günümüzde de yazarın eserlerinin 50’li yıllarda olduğu gibi ilgiyle okunuyor olması ve hatta ülkemizde ‘İnci’ ve ‘Fareler ve İnsanlar’ın MEB’in belirlemiş olduğu 100 temel eser içinde bulunması yazarın amacına ulaştığının göstergesidir.
- İnci – John Steinbeck
- Sel Yayınları – Roman
- 102 sayfa
- Çeviri: Tomris Uyar