Gabriel Garcia Marquez’in, Kırmızı Pazartesi adlı kitabı işleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsünü anlatır. Dostoyevski‘nin Suç ve Ceza‘sı da 1866 yılında ilk kez yayınlandığı günden bugüne dünyanın her yerinde o kadar çok okunmuş ve tanınmıştır ki o da artık herkesin işleneceğini bildiği bir cinayetin hikâyesidir.
Genç hukuk öğrencisi Raskolnikov, yaşlı bir tefeci kadını ve kız kardeşini öldürür. Hem de öyle yanlışlıkla, bir anlık öfkeyle, aniden falan değil; bilerek, isteyerek, planlayarak ve baltayla kafalarını yararak. Bunun böyle olacağını artık hepimiz biliriz, buna rağmen bize Suç ve Ceza‘yı okutan onun evrensel niteliğidir. Raskolnikov borçlu olduğu aksi, yaşlı tefeci kadını ve tam cinayetin üstüne gelen kız kardeşini baltasıyla öldürdükten sonra hayatı elbette asla eskisi gibi olmaz. Ateşler içinde sayıklar, herkes işlediği suçu biliyormuş gibi gelir, itiraf edip bu yükten kurtulmak ister. Derin bir suçluluk duygusunun içine düşerken bir yandan da kendini haklı görmeye çabalar. Öldürdüğü kişi kötü kalpli, kimseye faydası olmayan yaşlı bir kadındır. Kendisi ise gençtir; yapacak çok şeyi vardır. Bunları sırf para yanlış ellerde diye yapamaması haksızlıktır. Öte yandan kadından doğru dürüst bir şey çalmaz ve çaldıklarına dokunmaz bile.
“Bir yandan bakarsan aptal, anlamsız, önemsiz, hain, hasta bir ihtiyar, kimseye bir faydası yok, hatta tersine, herkesin lanet okuduğu, ne diye yaşadığını kimsenin anlamadığı ve yarın zaten kendi kendine ölecek bir ihtiyar……Diğer yanda genç, taze güçler, hiç destek bulamadan kaybolup gidiyorlar, üstelik binlerce bunlar, her yerdeler! ….hepsi de ihtiyarın manastıra hibe ettiği paralarla yapılıp yoluna konabilir! … Onu öldür ve parasını al, o para yardımıyla kendini bütün insanlığın ve ortak davanın hizmetine ada: Ne dersin, tek bir kanlı suçun bedeli binlerce iyi işle ödenmez mi sence?” (Sayfa 141-142)
Bu fikir, suçluluk duygusu ve vicdan azabı ile birlikte romanın ana problemini oluşturur. Romanda yukarıdaki satırlar Raskolnikov’un ağzından çıkmamıştır, bir yerde şahit olduğu ve haklı bulduğu bir konuşmadır. Peki bu doğru bir bakış açısı mıdır? Milyonlarca iyiliğin yolundaki tek engel önce büyük bir kötülük yapmaksa, bu kötülüğün yapılması mübah mıdır? Raskolnikov bu fikir üzerinden vicdanını aklamaya çalışır. Ama suçluluk duygusu peşini bırakmaz. Raskolnikov’un yaşadıkları Suç ve Ceza‘yı vicdan azabı ve pişmanlığın evrensel metnine dönüştürür.
Öte yandan Suç ve Ceza, polisiye bir romandır. Daha ilk sayfalarında ayrıntıların başa bela olacağını anlatarak bize kusur cinayetin olmadığını söyler. Raskolnikov henüz kadınları öldürmemişken yolda yürürken biri ona “Hey, sen Alman şapkalı” diye bağırıp çekilmesini ister. Raskolnikov irkilir. Demek ki şapkası akılda kalıcı, dikkat çekicidir. “Ayrıntılar, ayrıntılar en önemlisi! İşte bu ayrıntılar mahveder hep her şeyi…” (sayfa 19) Aklımıza bile gelmeyen ayrıntılar başımıza bela olabilir. Tam cinayet işlerken biri gelebilir, ayağımız kayabilir, elimiz titreyebilir. Evdeki hesap çarşıya uymaz ve kusursuz cinayet olmaz. Katilimiz bu romanda da cinayet mahalline geri döner. Akıllı bir katildir fakat sorgulanma psikolojisini bilir. “Çünkü sadece köylüler ya da en deneyimsiz acemiler sorgu sırasında açıkça ve hemen her şeyi reddederler.” (sayfa 563)
Peki Raskolnikov gerçekte kimdir? Dostoyevski’nin onu Lacenaire’den esinlendiği düşünülür. Lacenaire, 1800’lerin başında Fransa’da yaşamış gerçek bir katildir. Raskolnikov gibi hukuk okurken parasızlıktan eğitimini yarım bırakmak zorunda kalır. 1834’te bir banka kuryesini ve annesini öldürür. Yaptıklarından kesinlikle pişman değildir. Mahkemede kendisini yeteneğine rağmen parasızlık yüzünden okuyamazken dünyaya faydası olmayan insanlarda para olmasının toplumsal bir adaletsizlik olduğunu söyleyerek savunur. O da bu adaletsizliğe başkaldırmıştır. Sonunda idam edilir. Raskolnikov’un sonunun ne olduğunu ise henüz okumamış olanlar için söylemiyorum.
Son olarak biz Dostoyevski’yi kitaplarındaki müthiş felsefesi için severiz. Bakınız sayfa 603:
“Biz hep sonsuzluğu bir fikir gibi anlamanın mümkün olmadığı, büyük, büyük bir şey olarak hayal ediyoruz! Neden sınırsızca büyük olsun ki! Ve ansızın bunların yerine, bir düşünsenize, orada bir küçük oda varmış, bir de köy banyosu gibi bir şey, küflü, her yerini örümcek ağı kaplamış bir yer, işte sonsuzluk buymuş. Biliyor musunuz, bazen böyle hayal ediyorum onu.”
İyi okumalar!
Suç ve Ceza – Fyodor Dostoyevski
Can Yayınları – Mini Kitap
Çeviri – Sabri Gürses
1149 sayfa