Çember, son dönemde oldukça öne çıkan distopik bir roman. Yayınlandığında çok ses getiren romanın 28 Nisan 2017’de de filmi vizyona girdi. Temel hikâye teknolojik gelişmelerin sosyal yapılarda yarattığı bozulmaya dikkat çekiyor. Bu bozulmayı gösteren kurguların temelinde ve alt metinde eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Ana hikâyenin gidişini sevmesem de çok güzel kırılmalar gösteriyor yazar bize. Kitabı okurken teknolojik gelişmelerin bireylerin yaşantısında nasıl kâbusa dönüşebileceğini hissediyoruz. Bu bireysel kabuslara değinilmeden sadece yanlarından geçip gitmek insanda araba yolculuğunun keyfini uyandırıyor. Bu çok kollu bir hikâye ama bizim yolumuz başka…
(Bu konuya dalmadan önce belirtmeliyim ki okumanın keyfini kaçırabilecek bir yazı yazdım. Bilginize.)
Distopyalarda gösterilen, aslında ‘ideal’ olarak sunulan toplum yapısını burada oluşmamış. Yazarın romanda bize karakterleri üzerinden gelecek olarak vaat ettiği toplum yapısının kurulamadığını düşünüyorum. Sonradan distopik bir yapıya dönüşen toplumsal düzenin ise günümüzde pek bir karşılığı yok. Çünkü oraya giden yol ayrımını çoktan geçtik. Toplum yapısının internet bağlantısına rahat erişim ve sürekli bağlı olmak üzerinden kurulduğu olumlu tarafları olduğu kadar zararlı tarafların da olduğu toplum yapısına zaten sahibiz. Fakat bu toplum yapısının olumlu tarafalrı ütopya olmadığı gibi negatif tarafları da distopya değil. Periscope, Instagram Live, Snapchat gibi uygulamalar üzerinden internete erişimimizin olduğu her yerden romanın bize ‘geleceğin yapısı’ olarak sunduğu toplumda yaşıyoruz (şahsen şu aralar tanık olduğumuz post-truth kavramı sürekli bağlı olmak kavramından daha korkutucu geliyor. Politik doğruculuktan Post-truth’a geçen yol gerçekten çok güzel bir distopya olabilir). Bizler kuantum bilgisayarları, yapay zekalar, uzay yolculukları, kara madde gibi gelişmeleri beklerken, zaten içinde yaşadığımız toplum yapısını distopya olarak gösterilmesi beni biraz şaşırttı, özellikle de kitabın 2013 yılında yazıldığını düşünürsek. Bana göre bu romanın konusu bizim dönemimizin değil de sanki bir 20 yıl öncesinin tartışması.
Roman, ana karakteri olan Mae Holland arkadaşının yardımı ile dönemin en gözde sosyal medya şirketinde işe girmesi ile başlıyor. Bu şirket güzel bir kampüsü olan, çalışanlarına zevkle çalıştıkları bir iş ortamı sunan, her türlü kişisel gelişim için fırsat sağlayan ve çalışanlarını bu çeşitli etkinliklere katılmaya teşvik eden bir şirket (tanıdık geldi mi? Bir tek kaydırakları eksik sanırım). Romanda söz konusu olan şirket çalışma alanını gittikçe genişleten bir sosyal medya şirketi. ‘İnovasyon’ ‘GerçekSen’ şirketinin anahtar kelimesi.
Genç kızımız, Mae, toz pembe bir dünyada işe başlıyor. Önemli olanın verimli çalışmak olduğu ve geri kalan zamanlarda sosyalleşmeye önem verildiği bir kampüste başladığı işte başarılı olabildiğini görüyor. Yöneticiler, çalışanlarını kampüs adını verdikleri ortamdaki tüm etkinliklere katılmaları ve ilgi alanlarına yönelik kulüplere üye olup, sosyalleşmeleri için her zaman teşvik ediyor.
Bu noktada ufak ufak distopyanın ipuçları veriliyor. Genç kızın yaşadıkları üstünden bizim gördüğümüz sinyaller önce kişileri ilgi alanlarını açıklamak zorunda bırakılmasıyla ve bununla ilgili etkinliklere katılmalarına zorlanmalarıyla başlıyor. Mae, bazı kampüs etkinliklerine başkalarına göstermelik ve zorunda olduğu için katılıyor. Örneğin, daha önce Portekiz’e seyahat etmiş olduğu şirket profilinde görüldüğünden otomatik olarak ‘Portekiz Sevenler Grubu’nun maillerini almaya başlıyor. Bu grubun düzenlediği bir kahvaltıya katılmadığı için de şikâyet ediliyor. Üstleri neden etkinliğe gitmediğini, gruba üye olmadığını sorguluyorlar. İlk başta biz de Mae ile birlikte bu garip davranışları yadırgıyoruz fakat hikâye ilerledikçe kendisi de bu tarz davranışları içselleştiriyor. Her ne kadar ilk başta kişisel alanının ihlal edilmesinden rahatsızlık duysa da bir şekilde ikna ediliyormuş gibi gözüküyor ve sonunda kendisi de ‘o’ insanlardan biri oluyor.
Benim kitaptaki bulduğum eksiklik tam da bu noktada başlıyor. Bence distopik bir hikâyeyi başarılı kılan en önemli unsur, hikâyenin oluşmasında etkili olan argümanlara okurların da ikna olması. Korkutucu olan böyle bir gelecekle karşılaşırsanız aslında sizin de ikna olup bu tarz bir geleceğin kurulmasına katkıda bulunacağınızla yüzleşmektir. Fakat Çember’de gördüğümüz olaylardan, konuşmalarda hiçbiri beni ikna etmiyor. Bence bu açıdan hikâyeyi siz de zayıf bulacaksınız.
Mesela kampüsten biri olan Francis ile bir cinsel ilişki yaşıyor. Ve meğerse bu erkek kişisi sevişmelerini gizli videoya çekmiş. Bunu da Mae’nin tüm itirazlarına rağmen kampüsün bulutuna yüklüyor. Çünkü ‘paylaşılmayan Bilgi’nin heba olduğunu’ öne sürüyor. Şirket politikası da tüm bilgilerin paylaşılması gerektiği bu yüzden de herkesin ‘şeffaflaşması’ gerektiği yönünde. Fakat yazarın kurduğu bu örnekte bilgi söz konusu değil. Bilginin erişilebilirliği temelsiz olmasının ötesinde konuyla oldukça alakasız. Bu bir bilgi değil, iki kişinin paylaştığı bir an. Bu kadar. Bunun kamuya açık olmasının şeffaflaşma veya kitapta sıkça öne sürüldüğü gibi bilginin paylaşılmadığı için kaybolması gibi bir durum söz konusu kesinlikle değil. Mae’nin paylaşım konusunda rızası yok. Bu tecavüzdür. Çok açık ve net. Kitabın kurgusunda bu kadar temel bir konunun bu kadar yüzeysel geçilmesi bence kitabı değersizleştiriyor.
Tabi böyle düşünüyor olmamım en önemli sebebi yazarın kurguyu oturttuğu ön kabullerin benim için kabul olmaması. iCamerayi dünyaya tanıtıp dünyanın her yerine herkesin izin almadan koyabileceği ve herkesin erişebileceği kameraların tanıtımı ve olumlu taraflarından bahsederken polislerin yakalanmayacaklarını bildiği için aşırı güç kullandıklarını belirtiyor fakat aşırı güç kullanımı sonrasında hesap verilmemesinin sebebi bu olmadığı oldukça aşikar.
Yine de yazar bize cyberbullying kısmını çok güzel sezdiriyor. Mae’nin körlüğü bizi şaşkınlığa sürüklerken arka planda bir trajedinin aktığını hissedebiliyorsunuz. Biz bu trajediyi görüyoruz ama tabii ki ana karakterimiz kesinlikle görmüyor. Ve bu anlamda bizi sürpriz bir son bekliyor. Kesinlikle geri dönüşü olmayan bir noktada savaş kaybediliyor.
İlk başta belirttiğim gibi bu kurgunun oluşma olasılığının çok dışında bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Bunun dışında da eksik olarak gördüğüm bir nokta da çok fazla göz ardı edilen olgunun olması. Tüm dünya şeffaflaşırken buna itiraz edenler olmuyor mesela. Tek bir kişi, Mae’nin eski erkek arkadaşı, bunlara karşı çıkıyor ve sonunda şeffaflaşmanın getirdiği bencilliğin kurbanı oluyor. Fakat bunun dışında tek bir karşı hareket yok. Olaylar tamamen Amerika’da, hatta belki Kaliforniya’da, geçiyor ama dünyanın her yerinde gerçekleşiyormuş gibi anlatılıyor. Kaldı ki Amerika’da hükümetin ötesinde lobi faaliyetlerinin bile şeffaflaşmayı (yani en ufak anlaşmaların bile kamuya açık gerçekleştirilmesini) kabul ettiği bir dünya hiç gerçekçi değil. Bu real politik dünyasında kesinlikle olası değil. Yine de yazarın yarattığı ana kadın karakter ve ona eşlik eden genel geçer tarzdaki erkek karakterlerin aptallığı gerçekten olası bir distopya. Bu tarz insanlar daha şimdiden etrafınızda görebilirsiniz. Ve evet, aptallıklarının bir sınırı yok, aptallıklarının verebileceği zararlar da kitaptaki kadar da yıkıcı olabilir.
- Dave Eggers – Çember
- Siren Yayınları – Roman
- 494 Sayfa
- Çeviri: Handan Balkara