İlk baskısı 1999’da yapılmış bir öykü kitabı. Arka kapakta yazarın ustalaşma sürecini tamamladığına dair bir onaylama tümcesi var. Aynı sütunda kriterleri oldukça yüksek ünlü eleştirmenlerin Cemil Kavukçu okuyalım diye övgü dolu cümleleri yer alıyor. Okuyun, okumalısınız duyuruları pek az kişiyi ikna etmiş olacak ki kitabın üçüncü baskısı -ancak on iki yıl sonra- 1000 adet olarak yapılmış. Elbette rakamlar belirlemiyor bir kitabın niteliğini, iyi ki de belirlemiyor.
Okuru ilk olarak naif anlatım, sade cümleler, gelişigüzel gibi görünen ama doğallık taşıdığı belli olan kelime kullanımı yakalıyor. Hikâye kurgusunu, kalabalık ve gürültülü bir masada konuşulan konunun tekdüzeliğinden sıkılan ama bir türlü kalkamayan kaptanlar, kalkıp gidemese de gitmeleri seven kadınlar, yalnızlığın sıradanlığından bunalan ama düzeninin bozulmasından da korkan bekarlar, yüzüne nerede ne zaman iliştirildiği belirsiz gülümsemesiyle canlı cesetler, sıkılganlığı hayal gücünü tetikleyen ve hayalleri gerçeklik algısını değiştiren tedirginler ve her limanda kaybolan denizciler yükleniyor.
Kitabın içindeki öyküler, birden çok karakterin gözünde fragmanlar halinde başlarken sonlara doğru bir bütün arz ediyor ama sayfalar arasında son bulmuyor, kendi belirsizliği yahut durağanlığında kalıyor öylece. Hatırlayan -hatırlatan- bir kalem, küçük anları, küçük hissedişleri yokluyor. Sahnelenen yaşamın perde arkasında yabancı bir bakışla beliriyor kimi zaman, kimi zaman da görmüş geçirmişliğiyle anlatıyor.
Dört Duvar Beş Pencere, samimi bir anlatım vaat ediyor, tanıdık gelebilecek hikâyelere konuk ediyor okuru. Zamanı güzelleştirmek, durup düşünmek adına, iyi okumalar.
Râsih Aslantürk