‘’ * Gerek ‘’Notlar’’ yazarının, gerek ‘’Notlar’’ın tamamen hayal mahsulü olduğu şüphesizdir. Bununla beraber, çevremizdeki insanlar üzerinde biraz düşünülürse, bu notların yazarı gibi şahısların aramızda bulunmasının yalnız mümkün değil, muhakkak olduğu anlaşılır. Ben sadece pek yakın bir zamanın sıradan bir tipini daha açık olarak kamu huzuruna çıkarmak istedim. Bu, henüz hayatta olan kuşağın tiplerinden biridir. ‘’
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar adlı romanına düştüğü küçük bir notta böyle der. Fakat biz biliyoruz ki, bu roman Dostoyevski’nin bizzat hayatından, yüreğinden kopmuş bir anlatıdır. Yeraltından Notlar daha sonra yayımlanacak ve tarihe geçecek, adeta insanların hayatının bir parçası olacak diğer romanlarının habercisi niteliğindedir.
Eserimiz, 1864’te Vremya dergisinde yayımlanır. İki bölümden oluşur: Yeraltı* ve Sulusepkene Dair. İlk bölüm, ikince bölümde okuyacağımız üç ana olayın bir bakıma açıklaması niteliğindedir. Anlatıcının bir ismi yok fakat yazarın kendi sesini duyurma gibi bir kaygısının olmadığı da aşikâr. İlk bölüm bizzat anlatıcının dünyasının, düşüncelerinin aktarıldığı bölümdür. Yeraltı dünyası anlatılır. Yeraltı; kendine ait bir dünya, bir gizil köşe, insanları izlediği bir kuledir. Anlatıcı burada kendini toplumdan ve sistemlerden soyutlamış, kendi kabuğuna çekilmiştir. İnsanları, toplumları, medeniyetleri, hayatı, şükretmeyi sorgular; yalanlar söyler ve doğrularını anlatır.
‘’Kötü biri olamamak bir yana, herhangi bir şey olmayı da beceremedim: Ne kötü ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de haşerinin biriyim. Şimdi bir yandan köşemde pinekliyor, bir yandan da acı, faydasız bir teselliyle avunuyorum: Zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnız aptallardır. Evet efendim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur; karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır. Kırk yıllık ömrümden sonra bu inanca vardım. ‘’
İlk bölümde anlatılanlar, ikinci bölümde yaşanacak üç ana olayın temelini oluşturur. İlk olay, anlatıcının bir subayla yaşadığı problemdir. İkincisi, arkadaşlarıyla kötü olduğu bir akşam yemeğidir. Üçüncüsü ise, genç bir kadın olan Liza ile yaşadığı tecrübedir. Ayrı ayrı olaylar da olsa bir şekilde birbiriyle ilişkili olan bu olaylar; anlatıcının paradoksal karakterini, kendini sayıklama hâlini, iyinin kötünün evrilmesi problemini deşifre eder. Somutlamak gerekirse, arkadaşlarıyla tartıştığı akşam yemeğinde anlatıcı, onlardan olmak istemez. O, masada oturan diğerlerinden Zverkov’dan, Trudolyubov’dan, Ferfiçkin’den daha zeki, daha cesur ve daha doğrudur. Onlara karşı aldığı her yenilgi anlatıcı için bir kanserdir adeta. Mutlaka o yenmelidir, ona saygı gösterilmelidir. Fakat böyle olmaz. Çünkü, anlatıcı yeraltı dünyasının insanıdır. Yeraltı dünyasının insanı, asla toplumdaki bir birey gibi olamaz, onlar gibi düşünemezdir. Zaten eserin temasını da bu düşünce oluşturur bir bakıma. Topluma yabancılaşmış, soyutlanmış bir bireyin dünyası.. Varoluş sancısıdır aslında okuduklarımız.
Dostoyevski, bir anti-kahraman yaratır ve bir kahramanda olması gereken özelliklerin tam zıttını verir bu karaktere. Ve bu karaktere; aşkı, iyiliği ve kötülüğü, medeniyeti, akıl ve istek çakışmasını, iradeyi, insanın arayışlarını, intikam duygusunun verdiği hazzı, yazmak eylemini, kendine olan nefretini, Rus-Alman romantiklerinin ayrımını, sistemin kendisine kattığı o ezik egoyu, kadının bedeninin aşk için olduğunu ve satılık bedenlerin ise kadını nasıl aşağıladığını sorgulatır. Dengesiz duygu değişimleri olan asosyal bir yabancıyı aktarır bize bu karakter.
Ayrıca Yeraltından Notlar kimi aydınlara göre varoluş felsefesinin irdelendiği ilk eser olma niteliği de taşımaktadır. Kendisinden sonra gelecek olan Camus’un Düşüş’üne kaynaklık edecek ve Sartre’ye ilham kaynağı olacaktır. Dostoyevski, bu eseriyle temel taşlarını ortaya koymuş ve üstüne diğer çığır açan romanlarını koymuştur.
Hermann Hesse, bir denemesinde Dostoyevski için: “Dostoyevski, ancak kendimizi berbat hissettiğimizde, acı çekebilme sınırımızın sonuna varmışsak ve yaşamı bütünüyle alev alev yanan bir yara diye algılıyorsak, eğer artık yalnızca çaresizliği soluyorsak ve umutsuzluğun binbir ölümünü yaşamışsak, işte ancak o zaman okumamız gereken bir yazardır. Ancak o zaman, yani acıdan yapayalnız kalmış, felce uğramış olarak yaşama baktığımızda, o vahşi ve güzel acımasızlığı içerisinde yaşamı artık anlayamaz olduğumuzda ve ondan hiçbir şey istemediğimizde, evet, ancak o zaman bu korkunç ve görkemli yazarın müziğine açığız demektir. Böyle bir durumda artık birer izleyici olmaktan, yalnızca okuduklarımızın tadına varıp onları değerlendirmekle yetinen kişiler olmaktan çıkmış, Dostoyevski’nin eserlerindeki o zavallı ve yoksul kardeşlerin arasına katılmışız demektir; o zaman biz de onların acılarını çekeriz, onlarla birlikte, soluk bile almaksızın, yaşamın anaforuna, ölümün sonrasız öğüten değişmenine bakışlarımızı dikip kalırız. Ve yine ancak o zaman Dostoyevski’nin müziğine, bizi teselli etmek için söylediklerine, sevgisine kulak veririz; ancak o zaman onun korkutucu, çoğu kez cehennemden farksız dünyasının anlamını kavrarız.” demiştir.
Öyleyse, Dostoyevski iyi ki geldin ve iyi ki yazdın. İyi ki, Suç ve Ceza’yı, Kumarbaz’ı, EbediKoca’yı, Budala’yı, Ecinniler’i, Delikanlı’yı, Karamozov Kardeşler’i, Ölüler Evinden Anılar’ı, Beyaz Geceler gibi başyapıtları kahrı çekilmez bu dünyaya kazandırdın.
Kaynak: Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç. Yeraltından Notlar. İstanbul: Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ocak, 2016
Fotoğraf: Yazara ait.