“Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün Kızılderelileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere ‘giden kişinin özgürlüğü’ olarak bakıp ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine…”
Gidici bir kadını sevmiş bir kahramana eşlik ediyoruz kitap boyu. Evden çıkarken yuvasına oturan kilidin diliyle, aynalarla, aklınıza gelecek pek çok şeyle konuşan; ayrıntılara takılan ve “bak ben bunu görüyorum, sen de gör” dercesine o ayrıntıları usanmadan bizlere sunan; sonunda nedenini bulamadığı bir sebepten “çıt” eden bir öyküyü yazmaya çalışan bir kahraman…
Müzeyyen kocasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra kızıyla bir başına kalmış akıllı ve farklı bir kadın; işini bir oyun gibi yapan ve belki tam da bu yüzden kovulan bir film montajcısı olan kahramanımızla evleniyor sonraları. Bizimki âşık Müzeyyen’e ama Müzeyyen hep soğuk, hep uzak, hafif de alaycı. Başlarda belki de öyle olmadığını ama gün günden kahramanımızın kadınını kaybettiğini hissediyoruz. O kadar ki, bizimki kendi yazdığı öykünün kahramanını, belki kendini yerine koyduğu kahramanı anlatırken “fakat Müzeyyen bu derin bir tutku” dediğinde Müzeyyen, “evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku” cevabını veriyor.
Öyküyü tek bir kelimeyle ifade etmem gerekirse ‘zarif’ diyeceğim. Başından sonuna kadar ilginç göndermeler ve epey geniş bir kitleye hitap edecek şarkı önerileri içeriyor. Yazar derin betimlemelere gitmiş ve neredeyse her konu için fazla fazla örnekler vermiş, bence güzel de olmuş. Ancak, basım kaynaklı olması muhtemel, gözlerim hep o örnekler arasına konmuş virgül yığınları arasında bir yerlerde kullanıldığı takdirde çok işlevsel olacak birkaç noktalı virgül aradı durdu. Dili, yoğun olarak nitelendirilebilecek ve epey kahramana özgü gibi gelen bu öykünün en sevdiğim yanı ise kahramanımızın gözünün önüne aniden gelen resimler. Farklı anlardan, filmlerden, öykülerden olabilecek bu sahneler pek çok ince fikri, pek çok toplumsal yarayı da barındırıyor gibi geldi bana.
Ayrıca kitaptan uyarlanmış bir de filmimiz var. Aralık 2014’te gösterime giren filmin başrollerini Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları paylaşıyor. Filmi henüz izlemedim ama kısacık ve sıcacık bu öyküyü okumanızı gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim.
İyilikle.