Zamana yolculuğun bir kitabı olarak gördüğüm Ödül kitabı, yaşanmışlığın olduğu yıllardan günümüze kadar uzanan bir yol çizmiş ve kitabın içine girdiğimde elimi tutup bitimine yakın elimi bırakmıştır. Savaştan, bilimden, hayatın hangi zamanında yaşarsak yaşayalım karşımıza daima gelecek bir sorun olan kadın olmaktan, bir kadın olarak bilimle uğraşmaktan -ki bu iki kat daha zordur- ve iki farklı düşünce silsilesi içerisinde boğulup duran insanların zihinlerinde yüzen ödülden bahseden bu kitap dolu dolu ama bir o kadar da edebiyatın cilvesinden uzak olarak yazılmış. Ödül kitabının yazarı gözlerimizin önünde betimlemelerden, benzetmelerden oluşan bir toz bulutu yayarak görüşümüzü bulandırıp olan biteni biz bu toz bulutunun etkisindeyken yapıp bitirmek yerine sade, anlaşılır, tarihlerle ve çantaların kuytu köşelerinden çıkan belgelerle anlatıyor.

Cyril Gély
Timaş Yayınları’nın haziran ayında çıkarttığı kitaplar arasında bulunan Ödül kitabı Cyril Gély tarafından yazılmış ve Fransızca aslından dilimize çevirisi Esma Fethiye Güçlü tarafından yapılmış. Cyril Gély’nin sayfalara hikâyeler anlatmaya aşina olması tiyatro oyunu ve senaryo yazarlığı yapmasından ileri gelmekte. Gély, bu mesleklerinde olan başarısıyla Académie Française Tiyatro Ödülü, Shanghai Film Festivali Senaryo Ödülü ve Diplomatie adlı filmin senaryosu için César Ödülü almaya hak kazandı.
Ödül kitabı ile sadece bir günü ve bir gün içerisinde yer alan olayları anlatan kitapların sıkıcı olduğuna dair saçtığım yargıları bir bir yuttum. Özellikle bir gün içerisinde belki de 24 saati bile kapsamayacak kadar kısa bir zaman dilimine misafir olduğumu kitap bittiğinde fark ettiğimi düşünecek olursak bu çok iyi bir ders oldu benim için.
Kitabın daha ilk sayfalarında bir olay akışını okumaktan fazlasını bulacağımız ortaya çıkıyor. Stockholm’de Grand Hotel’in üçüncü katında bulunan 301 numaralı süitinde kalan ve misafir olduğumuz günün akşamında Nobel Ödülü’nü almaya hak kazanmış olan Otto Hahn’ın odanın koridorunda dolaşırken duvarlarda bulunan tabloların isimlerine yer verilmiştir. Bu ayrıntı diğer kitaplara nazaran kitabın içerisindeki hikâyeye dahil olduğumuzu bize en kısa yoldan anlatmakta. Olur da bir an Otto Hahn arkasına baktığında sizinle de göz göze gelirse sakın ha şaşırmayın. 1946 yılına hoş geldiniz!

Denizde Kar Fırtınası

Sağa Dönmüş Şemsiyeli Kadın
Otel odasının duvarında yer alan William Turner’ın Denizde Kar Fırtınası isimli tablosu ve Monet’nin Sağa Dönmüş Şemsiyeli Kadın tablosu söz konusu olay örgüsüne o derece zarif bağlanmış ki seneler önce yapılan bu tablolar sanki bu roman için çizilmiş hissi uyandırıyor. Ayrıca bu tabloların dikkat çekmesi, Otto Hahn’ın eşi Edith’in de sanatla ilgisinden kaynaklanmış olabilir. Okuduğum dakikada, tabloya göz attığım günün gecesi, kendimi bu fırtınanın içerisinde savrulan o gemide bulmuştum. Bu kitabı okumaya rüyamda da devam ediyordum ve bu fırtına gemiyi neredeyse denizin içine batırıp çıkaracak kuvvetteyken beni öldürmüyordu bile. Kitapta Turner’ın bu tabloyu çizmek için bir fırtınadan ilham aldığı ve bu fırtınaya rağmen geminin limana dönmesine engel olduğu anlatılıyor. Hatta bırakın gemiyi terk etmeyi, fırtınayı daha yakından izleyebilmek için kendisini gemi direğinin tepesine bağlamalarını istemesi de cabası. Fakat gerçek ortadadır.
“Oysa, dedi Lise kendi kendine. Elinde olmadan gülümsedi. Harwich denizcilik tarihinde Aralık 1842’de böyle bir kar fırtınası olduğuna dair bir kayıt yok. O tarihte yaşayan denizcilerin hiçbiri direğe bağlanmış bir ressamı hatırlamıyor. Turner, Harwich’e hiç ayak basmamış. Her şey yalan. Kendi kendine bir efsane uydurmuş.” (Sayfa 74)
Tanışmalarının ardından birbirleri ile bilgi paylaşımı yaparak birçok projeye birlikte imza atan Otto Hahn ve Lise Meitner, yıllar sonra bir otelin süit odasında karşı karşıya gelirler. Otto Hahn bir kimyacı ve Lise Meitner bir fizikçidir. Bilim için iki bilim dalının ilişkisi üzerine kuruludur her şey. Otto Hahn savaş sırasında beraber yürüttükleri çalışmayı Lise Meitner’ın mecburi ülke dışına gitmesi sonucunda tek başına tamamlar. Aslında bu çalışmayı tek başına tamamlamamıştır çünkü Lise’in mektuplardan uzanan eli yanındadır. Fakat Otto Hahn bir şekilde tek başına olmanın cazibesine kapılmış gibidir. Otto Hahn’ın Nobel Ödülü’nü almaya hak kazandığını duyan Lise, yılların birikintisini “denizde bir kar fırtınası” gibi Hahn’a yaşatmaya gider. Direğe kendini bağladığını söyleyen Turner gibi kendini 301 numaralı odanın koltuğuna bırakır. Fırtınayı oradan izler. Fakat bu fırtınanın sebebi mi yalandır yoksa Hahn’ın Lise’e olan duyguları mı bilinmez. İşte tam da burada yazarın bir güzelliği daha ortaya çıkmakta. Romanı öyle ince işlemiştir ki bir yanda Lise hayatında geri dönüşler yaşarken, Hahn’a bunca zamanki beraberliklerini bir savaş sonrası zorunluluk uğruna kolayca silip atmasının hesabını sorarken, çantasında taşıdığı geçmişe dönüş biletlerini gösterirken Hahn’dan hiç ses çıkmaz. Bu durum Lise’e karşılık vermeyen Hahn’ın suçunu kabul etmesi ve Lise’in doğruları bulması gibi algılanır. Lise’in haklılığını, savunmasını onaylayan okur bir başka bölümde Hahn’ın konuşmaya başlaması ile tüm taraf tutan yanlarının altında kalır. Bu bölümden sonra Hahn konuşur ve Lise hiç sesini çıkarmaz. Bu durum tanıdık geldi mi?
Bir anda Hahn ve Lise hesaplaşması içerisinde buldum kendimi. Birlikte çalıştıkları nükleer fisyon çalışmasının ayrıntılarına da inen ikili yaptıkları çalışmaya benzediklerini fark etmezler belki de. Lise’in ülke dışına çıkmasının ardından Hahn bulduğu sonuca anlam veremez ve Lise’den yardım ister. Buldukları sonuç bir hücrenin bölünmesinin ardından iki elementin ayrılması ile açığa çıkan enerjinin büyüklüğüdür. Lise hücre bölünmesine “fisyon” denildiğini öğrenir ve nükleer fisyon adını alır çalışmaları. Sonrasında kapı dışarı edildiğini düşündüğü bu çalışma ile aslında birbirine zıt düşünceler sergileyen bu çekirdek ikilinin bölünmesini de anlatır. Düşünce fisyonu, insan fisyonu, cinsiyet fisyonu bir bilim uğruna hiç bölünmemiş gibi hareket eder adeta. Sonra büyük bir patlama gerçekleşir. Nükleer fisyondan tek farkı budur belki de: nükleer fisyonda canlar kırılır dünyadan, insan fisyonunda kalpler kırılır, günler ve aylar kırılır, duygular ve düşünceler kırılır. İki türlü de ortada hiçbir şey kalmaz böylece.
Hahn’ın bir yanında eşi Edith de bulunmakta. Edith sessiz sakin bir kadın, Lise ve Hahn arasındaki ilişkinin derinliğinin farkında çünkü anlamaya çalışırken bu derinlikte çok debelenmiş. Lise’i tanıyınca da sevilecek çok şeyi olduğunu fark eden Edith bu duruma kendini kaptırmış ve üçü birlikte adını koymak istesem de koyamayacağım bir ilişki içerisinde bulmuşlar kendilerini.
“Üçü bir araya gelerek bir atom oluşturmuşlardı. Atomun çekirdeğinde Otto ve Lise vardı; biri proton, diğeri nötrondu. Edith ise onlara yaklaşma umudu olmadan etraflarında dönüp duran elektrondu.” (Sayfa 16)
Kadın olduğu için ilginin de yerginin de fazlasını alan ve alacağını düşünen Lise buna karşı gelmek için bilim için elinden geleni yapar. Çalışır, bölüm başkanı olur, beyninin yapabildiklerini herkese kanıtlar. Fakat bir yerde yine bu konudan yara alır. Bu yaranın büyüğü en yakınından, Hahn’dan, gelir. Bir kadın olduğu için adının emeklerini harcadığı çalışmanın altında görmediğini öğrenen Lise ve Hahn arasında işte o büyük yaranın açıldığı yer kitapta en etkilediğim konuşmada kendini belli ediyor:
“Bana kıskançlık ve haset arasındaki farkı birkaç kelimeyle açıklar mısın?”
(…)
“Aslında ilk bakışta kolay bir soru gibi gözüküyor ama öyle değil… Sen söyle lütfen.”
“Tamam. Kıskançlık, bir başkasının sahip olduğum şeyi benden çalma ihtimaline karşı hissettiğim duygudur. Örneğin Edith. Bir sevgilisi olsa onu kıskanabilirim.”
“Anladım. Peki ya haset?”
“İşte orası biraz ilginç,” dedi Hahn daha kararlı bir sesle. “Haset, başkasının sahip olduğu şeyi istemektir. Başkasının sahip olduğu bir kadını, parayı, dehayı… Ya da ödülü.” (Sayfa 143)
Bazen bir diken gibi bazen ise uysal bir yolda ilerleyen bu konuşma en sonunda bitiyor. Arada geçen her cümle, her duygu kırığı kitabın içinde sizleri bekliyor. Edith’in bir odada sessizce Hahn’ın yanına gelmesini bekleme umudu, Hahn’ın geçmişe yolculuk sırasında çarptığı eski duyguları, Lise’in dağılmış her bir parçası. Farklı taraflara doğru çekilmiş üç elementin yaydığı bu enerji etkisi altına alıp çıkardığı noktadan bırakıverecek sizi son sayfalarda. Böylesine içinde ve böylesinde dışında bir olay akışı içerisinde ne olup bittiğini anlamadan yaşanmış ve bitmiş bir gerçekliğin misafiri olacaksınız.
Her şey daha iyi bitsin isterdim. Kadınlara daha özgür bir alan, insanlara daha az bencillik, daha çok bilim, daha fazla bilgi ve hep sevgi isterdim.
Daha iyisi için okumaktan başka çözümümüz yok.
Keyifli okumalar diliyorum.
“(…) olanlar değişmiyor, sadece geçmişi yorumlama biçimi değişiyordu.” (Sayfa 195)
- Ödül – Cyril Gely
- Roman – Timaş Yayınları
- Çeviri: Esma Fethiye Güçlü
- Sayfa sayısı: 208