Adı gibi hayâlin derinliklerine ustaca çeken bir kitaptan bahsedeceğim sizlere. Kitabı elime her alışımda gri bir sis bulutu çevremi sarıp beni başka alemlere götürdü. Buna benzer bir deneyimi yaşayanın yalnız ben olmadığımı öğrenince ise hayretim iki katına çıktı.
Kitap Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1910′ da Vahdet-i Vücut anlayışıyla yazılmış. Kahramanımız Raci iyi eğitimli, işi gücü olan, arkadaşlarıyla eğlenmeyi seven bir gençtir. Bir yandan da annesinden aldığı sarsılmaz bir ahlak ve din duygusu taşır. Yaşıtları gibi yaşar yaşamasına fakat sürekli bir sorgulama içindedir. Kararları kalbi ve aklı arasında medd ü cezirler meydana getirir. Herhangi bir konuda net ve kendinden emin bir fikre sarılamaz. Her zaman şüphe ejderhasının hedefindedir. Bu halinden kurtulmak için içkiye de sarılır bilgiye de. Bunların hiçbiri derdine çare olmaz.
Arkadaşları gibi boş ve çapkın yaşamaya başlar fakat onların gerçekten dünyayı boşlayabilmesine de hayran kalır. Çünkü Raci’ nin soruları, sorgulamaları hiç bitmez. Güzel bir manzaraya baktıklarında arkadaşları sevinç çığlıkları atarken Raci düşüncelere dalar:
” Yeryüzü dediğimiz, bu muhteşem evi derin bir üzüntüye kapılmayarak seyretmek acaba mümkün mü? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz? Saf bir inancın pek güzel cevap verdiği bu soruya akıl ve bilim cevap vermiyordu.”
Böyle karamsarlığa kapılmışken karşısında Buda Gotama’ yı görür. Varoluşun sırrını verir gibi: ”Hiç!” ”Hiç!” ”Hiç!” der Buda.
Raci var olduğundan bile şüphe etmeye başladığında imdadına, merakından girdiği bir mezarlıkta tanıştığı Aynalı Baba yetişir. Tuhaf meczup görüntüsünün ardında kemale ermiş bir insan vardır aslında karşısında. Raci’ nin her sorusu Aynalı Baba’ nın cezvesinde pişen kahvenin kokusu gibi efsunlu diyarlarda cevap bulur. Raci kendini Hint padişahının oğlu olarak ya da Anka kuşunun sırtında, Zerdüşt’ ün huzurunda, Yokluk tepesinde bulur. Aynalı Baba neyini üflerken daldığı uykulardan gözü yaşlı uyanır. Söze gerek kalmayan anlardır bunlar. Kalp teskin olmuştur, sorular cevap bulmuştur.
Raci kendisini anlayan bu yegane insanın yanında günler geçirir, merhalelerden geçer. Aynalı Baba daha onun ismini duyduğunda derdini anlamıştır zaten.
”- İsminiz nedir? dedi.
-Ahmet Raci.
– Ahmet Raci mi? (Gülerek). İnsanlığın ismini almışsın, nurum. İnsanoğlu o kadar güçsüz, zayıf ve muhtaçtır ki hayatını rica ile devam ettirir. Raci demek insan demektir.”
Raci ise Aynalı Baba’ yı öyle kolayca anlayamaz. Hatta bu kadar bilgece konuşan bir adamın eski püskü, üzerinde ayna parçaları ve tenekeler dikilmiş bir giysiye bürünmüş olmasını mantıklı bulmaz ve sorar. Aynalı Baba:
”… Elli yaşında bir adamın on beş bazen yirmi kuruşa alıp boynuna taktığı ve ismine boyunbağı dediği bir yuları makul gördüğünüz halde kulağıma taktığım ayna parçaları neden mantıklı olmasın. Kabul edelim ki her ikisi de insanlığın bilgisizliğine, deliliğine kanıt oluştursun, bu şekilde bile benim deliliğim daha parlak ve mantığa daha uygundur.”
Böylece her dem bir ders verir, bizi de sorulara yönlendirir Aynalı Baba. Bilginin ve mutluluğun kaynağını bulmak için filozoflarla tanıştırır bizi. Bu kadar bilgiye rağmen tuhaf giysisinin altında yaşamayı, zararsız bir deli olarak görülmeyi tercih etmiştir. İnsanlardan gördüğü ihanetler onu bu yola sevk etmiştir.
“Bu kitabı, hakikat aşkıyla yanan, akılla kavranamayacak konuları merak eden insanların zevkle okuyacağı kanaatindeyim.” diyerek sunmuş bize Filibeli Ahmed Hilmi. Bakalım siz de onlardan biri olacak mısınız?