O, diğer martılar gibi balıkçı teknelerinin etrafında bir parça ekmek için dolaşıp durmak ve sadece yiyecek bulmak için uçmak istemiyordu. Martı Jonathan Livingston için uçmak yaşama nedeniydi. Gün boyunca uçar, vaktini diğer martılarla olmak için harcamazdı. Böylece havada daireler çizmeyi, takla atmayı, yavaşça dönmeyi, tersine dönüşü her şeyi öğrenmişti.
“Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı dönüp dolaşmadan başka nedenler de var yaşamak için. Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabiliriz, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz!”
Fakat onun bu birey olma tutkusu diğer martılar tarafından hiç hoş karşılanmadı. Çünkü bunlar Martı Ailesi’nin gelenek ve göreneklerine aykırıydı. Jonathan utanmazlık, onursuzluk ve sorumsuzlukla suçlanıyordu. İnanışa göre martılar için yaşam meçhuldür. Bildikleri tek şey, bu dünyaya yemek ve olabildiğince uzun yaşamak için geldikleri. Jonathan bütün bunlara karşı çıksa da sonunda sürgün edildi. Ancak uçmaktan hiç vazgeçmedi ve birçok şey öğrendi. Artık karnını doyurmak için balıkçı teknelerine ihtiyacı yoktu.
Kitabın bu birinci bölümü, Martı Jonathan’ın çocukluktan gençliğe geçişini anlatır adeta. İkinci bölümde ise genç martının olgunlaştığını, bir yetişkin olduğunu görüyoruz, diyebiliriz. Bu bölümde Sullivan adında bir martıyla dost olur. Sullivan, jonathan’ın diğer martılardan çok farklı ve özel olduğunu düşünüyor. Jonathan, Chiang adında bir bilgeden de öğrenmeyi, öğrendiklerini uygulamayı, yaşamın gizli saklı kalmış tüm mükemmel ilkelerini anlama çabasını hiçbir zaman bırakmaması gerektiğini ve sevgiyi asla ihmal etmemesi gerektiğini öğrendi. Burası cennetti. “Cennet bir yer, bir mekân değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir.” diyordu Chiang. Jonathan belki de bu nedenle sürüsüne geri dönüp gerçekleri görmek için fırsat kollayan bir martıya doğruları öğretebilmek istiyordu.
Kitabın üçüncü bölümünde Jonathan artık olgun bir birey olarak karşımızda. Sürüsüne geri dönen Jonathan, orada uçmaya istekli martılara bildiklerini öğretiyor. Aynı zamanda da buna karşı olanlarla mücadele ediyordu ve şunu söylüyor: “Bir kuşu özgür olduğuna ikna edebilmek niye dünyanın en zor işi?”
Bu bölümün sonunda Jonathan, öğrencisi Fletcher’e, artık gitmesi gerektiğini, öğretmenliğe onun devam etmesini söylüyor ve ekliyor: “Hakkımda saçma sapan söylentiler çıkarmalarına ya da beni tanrılaştırmalarına sakın izin verme, olur mu Fletch? Ben, belki de sadece uçmayı çok seven bir martıyım…”
Kitap ilk basıldığı tarihten, 1970 yılından, 2014 yılına kadar bu üç bölümden oluşuyordu fakat 2014’te yazar Richard Bach, dördüncü bölümü de eklemeye karar vermiştir. Bu bölümde Fletcher olanları engelleyememiş ve Jonathan’ın olmasını istemediği şey olmuştu; o ve öğretileri kutsallaştırılmış, ulaşılamaz ilan edilmişti. Hatta Martı Anthony onun, zayıf kimselerin gerçek dünyayla yüzleşmeye dayanamadığı için uydurduğu bir masal olduğunu düşünüyordu. O ve onun gibi düşünenlere hayat boş ve anlamsız geliyordu. Anthony çok umutsuzdu, ta ki sağ kanadının hemen yanından hızla ve ıslığa benzer büyük bir uğultuyla geçen Martı Jon’u görene kadar.
Kitap bizlere bir martının yaşamıyla ayna tutuyor adeta: Farklı olanın dışlandığı bir dünyayı, gelenek ve göreneklerle sınırlandırılan hayatları, otoriteyi, kısıtlanan özgürlük arzularımızı yüzümüze vuruyor.
Yaşamak; yemek ve uzun bir ömür sürmeye çalışmaktan daha fazlası olmalı.

- Martı Jonathan Livingston – Richard Bach
- Epsilon Yayınevi – Öykü
- 152 sayfa
- Çeviri: Kader Ay Demireğen