Bir pazar okul çıkışında bir arkadaşım ile yaptığımız bir konuşmayı hatırlattı bu kitap bana. Tabii hatırlattığı daha nicesinin yanında.
Yaşamaya bakış açımla ilgili bir şey sormuştu bana, tam hatırlayamıyorum. Yaşarken zorlaştırıyor muyum, bunu belki de. Ama cevabımı kesinkes hatırlıyorum: “Ben rahatım bu konuda ya,” dedim. “Hislerime güveniyorum belki. Ama bir iş olmayacaksa bunu anlayabiliyorum ve paralamıyorum kendimi. Olacaksa da aynı rahatlıkla bekliyorum. Çünkü olmamış olan da olmuştur aslında. Sadece beni ona götürecek zamanı bekliyoruz. Kader anlayışı değil bu ama…” Ben devam edemeden minibüs geldi.
Gelelim kitaba. O her ne kadar tesadüf diye bir şey yoktur dese de ben, beni ona götüren tesadüfe teşekkür ediyorum. Çalışırken bir yandan dinlediğim bir kitap yorumlama videosundaki kadının, “Neden bu kitaptan hiçbir yerde bahsedilmediğini anlayamadım,” demesiyle ilgimi çekmişti. Birkaç ay sonra da bir mezatta görüp almam sonucuyla buluştuk. Okurken bana Borges’nin Babil Kitaplığı’nı anımsattı. Çünkü olaylar ve konuşmalar böyle bir kütüphanede geçiyor. Babil Kitaplığı, içinde dünya üzerinde yazılmış, yazılacak her kitabı barındıran bir kitaplıktır. Borges yazılacak her kitap buradadır çünkü bunlardan başka yazacak bir şey yoktur der. Matematiksel olarak bile bunun imkânsızlığına inandırır sizi. Hatta böyle bir site bile tasarlanmış. Search kısmında yazıp arattığınız bir cümle güya bir kitabın bilmem kaçıncı sayfasında karşınıza çıkıyor.
Belki de doğrudur diye düşündüm. Dünya üstünde başkalarınca yaşanmamış şeyi yaşayan, hissedilmemiş şeyi hisseden, düşünülmemiş şeyi düşünen kim olabilir ki diğer kitaplardan ayrı bir kitap yazabilsin? Elbette hepsi bir. Aynı şeyleri farklı üsluplarla dile getiriyoruz belki sadece. Bir noktadan sonra üsluplar bile aynı hatta. O bile ne kadar farklı olabilir?
Kitap üzerine konuşmayı çok istiyorum. Ama hem beni kısır bir döngü içine aldığı için düşündüğüm çoğu şeyin içinde kayboldum, ipin ucunu kaçırdım yani, hem de okumak isteyen olursa sürprizi kaçırmak istemiyorum. Ama okurken aklıma gelenlerden bahsetmek istiyorum. –Nedense.-
İlk olarak Babil Kitaplığı’ydı zaten aklıma gelen.
Sonra, kitabın ismi üzerinde düşündüm. Daha iyisi bulunabilir miydi bilmiyorum. Hakikaten algının yaptığı onca şeyin yanında bir de etrafımızda kimsenin kolayca içine giremeyeceği, bizim de kolayca dışına çıkamayacağımız bir kale gibi sarması var galiba. Kitabı okurken de sonradan üstüne düşünürken de o kalenin içinde zevkle dolandığımı söyleyebilirim.
Bir de arkadaşıma anlattığım şey var. Bu beni Spinoza’nın da savunduğu özgür iradenin olmazlığına götürdü. Hakikaten biz olsa olsa koca bir nedenselliğin iradesi sonucu doğmuşuzdur ve yaşıyoruzdur herhalde. Bizi var eden ve şekillendiren koskoca bir neden-sonuç ilişkisi var. Bu yüzden birbirimizden farklılaşamıyoruz. Bu yüzden yazılmış ve yazılacak olan her şey bir yerde toplanabilir. Ben başka eylem, rastlantı ve kanunların sonucuyum. -Rastlantının varlığı burada yadsınabilir bak; sonuçta o da bir nedenselliğin sonucuysa rastlantı olamaz.- Peki insan bunu fark ettiğinde, bir de üstüne detaylıca bir düşündüğünde nereye gider acaba? Ya pek umutsuz ya da pek rahat, endişesiz günlere…mi? Böyle düşününce durup kendime dışarıdan-yukarıdan bakmak da hayli kolaylaşıyor. Eğlenceli de oluyor galiba. Ben determinizmin uyuşturan kollarına gülümseyerek ve istekle atılıyorum bence.
Birçok kez, okuduğum kitap hakkında ufak da olsa bir şeyler yazmak istiyorum ama bu kadar hevesli olmuyorum. Bu kez hemen yatağımdan çıkıp hevesimi taze tutarak bir kahve yaptım, oturdum. Ona rağmen aklımdakilerin çeyreğini bile dile getiremedim çünkü düşüncelerden örülü bir labirentte oradan oraya gidip geldim ve sonunda elimde söze dökebileceğim pek bir şey kalmadı. Arka kapakta yer alan ifadeye katılıyorum: “Bir solukta okunacak ancak bir lokmada yutulamayacak bir kitap.” Ama bir sonuca vardım galiba, özetle. İnsanın kendi iradesi dışında, hiç bitmeyecek bir döngüde yaşaması iyi mi kötü mü tartışılır. Ama bunu fark ettiği an yaşadığı o kıvılcım zevkli bence. Bu uyanışla olayların nasıl değiştiğine tanık olmak da. Kitabı başka bir arkadaşıma tavsiye ettim örneğin. Babil Kitaplığı’nı anımsattığını söyleyerek bir ufak anlatmaya çalıştım. “İlginç. Demin Borges Kitaplığı’ndan bir kitap düştü önüme, üstüne de sen öyle deyince…” dedi. Güldüm. O kitabı gördüğü için ben bunu önerdim ya da ben bunu önereceğim için o kitabı gördü -anlattıklarıma göre.-
Kitap hakkında bilgi vermesi için sevdiğim birkaç alıntıyı da eklemek istiyorum.
- “Tesadüf diye bir şey yok Levend, aşinayı tanımak var.”
- “Kâinat yaratılırken, diyelim, tüm iyi ve kötü olaylar büyükçe bir torbaya atılmış olsun. Herkes doğmadan önce bu çektiklerini kendi hesabına yazsın ama kimse bilmesin neyi çektiğini. Farz-ı muhal torbanın içindeki kâğıtlardan bazılarına ‘Evlendiği adam genç yaşta ölecek,’ diye yazılmış olsun. O kâğıtları kimlerin çekip kendi kaderlerine aldığı bilinmiyor. Bilinmiyordu. Ta ki bugüne kadar. Artık bir tanesi belli: Senmişsin. Cihanın başlangıcından sonuna kadar olacak iyi-kötü, güzel-çirkin, anlamlı-anlamsız her şeyin sayısı bellidir. Eğer bir felaket bir başkasının kapısına gelmişse, senin başına gelme ihtimali düşer ve bu seni rahatlatır. Tüm hastalıklarda ve kazalarda böyledir bu. Bir köyde herkes aynı hastalıktan ölmez. Belli bir oran vardır. Eğer on kişi veremden ölecekse ve o güne kadar on kişi kan tükürerek ölmüşse, sen sıranı savdın denebilir, kabaca tabii… Bilinçsizce hissedilen bu ihtimal hesabı, seni avutmaya gelen insanlarda gördüğün sevinç parıltılarının haklı sebebidir sevgili karım.”
- “Bugünün, bugünle hiç alakası olmayan şeylerden peyda olduğunu, somuttan soyutun doğduğunu fark etmek durgunlaştırdı beni.”
- Gültekin Karakuş – Algı Kalesi, Rastlantı ve Devinim
- H2O Kitap – Roman
- 176 sayfa