Çocuk yaşlarımdan beri okuduğum kitaplarda iyi ve kötü karakterler arasında görülmez bir savaş olurdu. Kötü her daim planlarıyla meşgul, iyi ise elinde ekmeği yoldaki karıncadan evsizine kadar herkesi doyuracak kadar gönlü bol insanlardan seçilirdi. Sonuna kadar kötü kazanırmış gibi gösterilir ama sonra bir anda iyi kazanarak herkesi şaşırtmış gibi yapılırdı. Halbuki olacağı buydu. Kötü kazanmayacaktı ya! İşte bir yerden sonra okuduğum kitaplarda beni şaşırtan, beni çelmelerle düşüren kitaplara daha çok hayranlık duymaya başladım. Çünkü büyüdükçe insanın içinde de bir iyi ve kötünün olduğunu fark etmiştim. Aslında kitaplarda o savaş bir insanın içindeki savaşmış. Hangimiz kırıldığımız zamanlarda karşımızdakini delicesine acıtmak istemedik ki ya da yapabilecek imkânımız varken bir başkasına yardım etmek yerine kendimizi ödüllendirmeye ayırdık bazı şeyleri? Kötü de saymayız kendimizi, “şeytana uyduk” deriz.
Kim Young-ha’nın kaleme aldığı Bir Katilin Güncesi, haziran ayında Timaş Yayınları tarafından yayınlandı. Editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman, Korece aslından çevirisini Özlem Gökçe ve Açelya Yavuz, kapak tasarımını Barış Şehri üstlenmekte.
Güney Kore’nin iyi yazarlar arasına ismini yazdırmış olan Kim Young-ha, alışılmışın dışında bir kurgu ile karşımıza çıkarak kafamızdaki yıkılmaz duvarları hedef almış gözüküyor. Adı üzerinde bir katili konu alan Bir Katilin Güncesi, sadece kötü diye nitelendirip geçtiğimiz o etiketleri çıkarmaya kararlı. Bir katilin günlüğüne yazdıklarının yanında ölümden de bahseden Kim Young-ha’nın önceki kitabı Kendimi Yıkmaya Hakkım Var’da yazdıkları aklıma geliyor. “Kişinin, kendini yıkmaya hakkı var mıdır? Ya da uzlaşmayı inkâr etmeye? Camus intihara bir teslim oluş gözüyle bakıyordu. Öyle midir? Ölüme mi teslim oluştur bu; yoksa karşısında dikilmenin saçmalığını anladığımız yaşamın kendisine mi? Nereye gidersek gidelim bu yaşama saçmalığı devam ediyorsa eğer kaçmak neden? Ve yaşamak bir sanat olabildiyse eğer, ne saçma bir sanattır yaşamak. Peki, intihar da ölümün kendisini bir sanat yapabilirse, ölmek de bir sanat değil midir, her şey gibi?”
Ve yaşamak sanat olabildiyse eğer, bir katil de kahraman olabilir. Kim Young-ha, bu sayede hayata ne kadar geniş bakabildiğini gösteriyor. Aklıma yine Timaş Yayınları’ndan çıkmış olan Frankestein Bağdat’ta kitabı geliyor. Bu kitapta da patlayan bombalardan sonra ortaya saçılmış uzuvları toplayan bir eskicinin o uzuvları dikerek bir insan oluşturmasını konu alıyor. Daha sonra bu parçaların oluşturduğu karmaşık kişilik taşıdığı uzuvların katillerini bulup öldürüyor. Çünkü öldürmezse o uzvu kaybolacak. Aslında bu yaratık katilleri öldürerek iyilik yaptığını düşünürken, sırf ölümlere yol açıyor diye katil diye adlandırılıyor. Ortalıkta bombalar atanların kim olduğu belli değil diye mi kötü değiller diye soruyor aslında yazar. Kim Young-ha da Bir Katilin Güncesi’nde kendisine ve annesine kötü davranan 45 yaşındaki babasını daha çocukken öldürerek katilin daha sonrasında nasıl cinayetler işlemeye devam ettiğini konu alıyor. Ayrıca bu katil şiir okumaktan ve bir şeyler yazmaktan oldukça keyif alan biri. Katil diye görülmeyen iyilikler insanların gözlerine çarpsın istiyor gibi yazar kitapta birçok şiire yer veriyor.
“İnsanlar “kötü”yü anlamak ister. Beyhude bir istektir. Kötülük gökkuşağı gibidir. Ne kadar yaklaşırsan o kadar uzaklaşır. Kötü anlaşılamadığı için kötüdür ya zaten!” (sayfa 108)
Byıonğsu Gim, babasını daha on altısındayken öldürdüğünde onun artık bunu hak etmiş olduğunu düşünür. Sonra öldürmeye devam eder. Diğer ölümlerin sebebini söylemese de bunun böyle olmasını gerektiğini hissettirir. Bir gün, öldürdüğü bir adamdan sonra eşini de öldürmek için yakalar. Tam öldüreceği vakit kadın kızının iyi olduğundan emin olmasını rica eder. Byıonğsu Gim merak etmemesini söyler ve kadını öldürür. Fakat kız planı içerisinde değildir. Kendi kendine düşünürken aslında evde olsaydı onu da öldüreceğini itiraf eder fakat o süreçte küçük kız okulda olduğu için şanslıdır. Byıonğsu Gim, küçük kızı evlat edinerek kendi başına bakmaya başlar. Katil öldürdüğü insanlar için mezarlığı da bambu ağaçlarının dibinde hazırlamıştır. Çünkü bambu ağaçları insan boyunu geçebilecek uzunluktadır ve kesildiği vakit kökleri keskin bir bıçak gibi sivridir. Yani insan orada önüne bakmadan yürüyememekte ve olur da şüphe edecek olursa kazmaya cesaret bile edemeyecek derecede tehlikeli bulmaktadır. Bu dahice planın yanında Byıonğsu Gim, öldürdüğü her insanı adeta yoklama alır gibi defterine not etmektedir. Bu durumu sınava giren öğrencilerin yanlış cevapladıkları soruları bir defterde toplamasına benzeten katilimiz cinayetin aşamalarını, kim olduğunu ve ne zaman olduğunu kayıt altına almaktadır.
Fakat bir gün olanlar olur. Geçirdiği bir kaza sonucu kendisi için olabilecek en büyük ceza ile tanışır. Her şeyi not eden ve hatırlamaktan keyif alan Byıonğsu Gim Alzheimer hastalığına yakalanmıştır. Bu yüzden artık hafızası sondan başlayarak silinmeye ve geçmişe doğru yol almaktadır. Byıonğsu Gim, bu durumu rayları son bulmuş bir trene benzeterek anlatır. Zihni bir trenmiş ve yolunda ilerlerken yolun sonunda rayların bittiğini fark etmiş. Tren geri dönemez, yol raylar döşeyemez. Bu yolun sonu ölümdür. Byıonğsu Gim, bir kanser hücresi gibi kendi kendini öldürmek için yaşar.
“Ben aslında tarih öncesi çağa ait bir insanmışım da saçma sapan bir dünyaya düşüp orada çok uzun yaşamışım gibi. Bunun cezası olarak Alzheimer’a yakalandım.” (sayfa 36)
Alzheimer olduğunu öğrendiği günden sonra bir arabayla çarpışır. Adamla konuşmak için indiği arabasından sonra gözlerine baktığı adamda katilliğin o bilinmez ışığını yakalar. Bagajındaki kan izleri de düşüncesini destekler niteliktedir. Adamı kolay kolay bırakmak istemez ve ısrarla telefon numarasını almak için uğraşır. Eve döndüğünde bu ismi unutmamak için günlüğüne not eder. Yakın zamanda yaşadıklarını yaşayıp yaşayıp silen zihni ile böyle bir anlaşma sağlamıştır. Eskiden beri keyif aldığı edebiyat ona hastalığında da yazarak atlatma gücünü vermiştir. Kim Young-ha, Bir Katilin Güncesi’nde kötünün içindeki iyiliği görmek için okurunu sorgulamaya yönlendirirken ayrıca Alzheimer hastalığının ne denli garip bir hastalık olduğunu da gösterir. Doktorlar içmesi gereken ilaçları yazar ve hastasına verir. Hasta Alzheimer’dır. İlacı alması gerektiğini söyler fakat unutur. Hastaları unutmamak için içmesi gereken ilaçlarını unuttukları için içemez.
Defterine not aldığı Cute Back, arabası kan izleri olan o adamdır. Her güne onu unutmamak için başlar ama gün ortasına gelmeden unutur. Üstelik doktoru yakın zamanda kendi kızı Inhi’yi dahi unutacağını söylemiştir. Bir kızı olacağını bilecek ama yüzünü hatırlamayacaktır. Çünkü aklındaki hep kızının küçüklüğü olacaktır. Zaten işler bu kadar zorken ve hayat onun kötülüklerini kendi kendine ölmesini isteyerek cezalandırırken bir de başına katil bozuntusu çıkmıştır. Hangi birisini aklında tutacak bu adam? Korktuğu başına gelir ve evinin yakınlarında, kızının çalıştığı yerin kapısında, evinde, yatağının başında hep Cute Back’a rastlar.
“Kafam karışık. Hafızamı yitirdikçe yüreğim ait olduğu yeri kaybediyor.” (sayfa 44)
Herkes gibi ileriye değil de geriye doğru yaşanan bir yaşama ortak olduğunuz Bir Katilin Güncesi, oturup rahatça sövebileceğiniz bir katilden çok kafanızı karıştıracak ve hafızanızı yitirdikçe ait olduğunuz yeri kaybedeceğiniz bir kitap olacak. Kim Young-ha ilginç benzetmeleri ve akıcı diliyle Güney Kore’nin en iyi yazarları arasında olmayı hak ediyor. Alışılmışın dışına çıkarak kötünün içindeki iyiyi, iyinin içindeki kötüyü göreceksiniz. Zaten öyle değil miydi? Bir Katilin Güncesi, bittikten sonra kendinize dönmenizi sağlayacak. Tek bir soru soracaksınız: Peki ben hangisiyim?
İyinin ve kötünün adına, okuyun derim.
“Memleket geçmişe aittir ama oraya dönüş planı geleceğe.” (sayfa 110)
- Kim Young-ha – Bir Katilin Güncesi
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Özlem Gökçe & Açelya Yavuz
- 144 sayfa