Ömür Uzel ile çocukluk anıları, hayal gücünü besleyen olguları, Timaş Çocuk’tan 2021 yılında çıkan serisi Zulu & Bir Madagaskar Macerası’nın ardından henüz dumanı üstünde tüten çocuk kitabı Antika Kral hakkında konuştuk.
–Ömür Uzel 5 yaşındayken annesinin yemek defterlerine hayali arkadaşı Meriç’i çizermiş. Okumayı ve yazmayı öğrendikten sonra Meriç’i mercimek çorbasından kurtarıp temiz bir deftere taşımış. Bu şahane bir çocukluk anısı! Bir gün Meriç de kendi hikâyesini anlatır mı? Yoksa bunca karakterin kurucusu zaten Meriç’in varlığı mıydı?
Evet, bu hikâye aslında benimle ilgili sinyalleri o yıllarda vermiş. Hayal etmeyi ve hayal ettiğim şeyi somut olarak elimde tutmayı bu yemek kitabının üzerinde keşfettim. Meriç, kurgulama tutkumun temelidir. Hayatta kurguladığım ilk karakterdir. O yıllarda doktorlar, uzmanlar, ebeveynler bunun “normal” mi “anormal” mi olduğunu tartışıyorlardı. Onlar uzun uzun tartışırken ben usul usul Meriç’ten beslendim. Çünkü Meriç, benim hayal gücümün ve yaratıcı düşünme becerimin gelişmesinin en büyük destekçisiydi. Hayal gücü her şeyin merkezidir. Önce kendinizi anlamanızı sonra da dünyayı başkalarının bakış açısıyla deneyimlemenizi sağlayan nefis bir yolculuktur. Ben Meriç sayesinde hem kendi duygusal dünyamı hem de başkasının gözünden bir duyguyu ifade etmeyi öğrendim. Aristoteles, phantasia olmaksızın düşünmenin gerçekleşemeyeceğini söyler. Hayatta olsaydı bu cümlesi için teşekkür etmek isterdim ona. :) Ve iyi bir hayat sürebilmek için kurguyu ustaca kullanabilmenin, olabilecek belki de hiç olamayacak her şeyi hayal etmenin önemini vurgular. Aristoteles phantasia’nınkökeninde “phaos” yani “ışık” kavramının bulunduğunu söyler. Bence bu çok güçlü bir türemedir. Çünkü ışık olmadan görmek imkânsızdır. İşte aslında her şeyin özeti bu: Hayal gücü bir anlamda hayat ışığınız gibidir. Ben bu konuda biraz şanslı bir çocuktum. Çünkü bu durum benim için hoş bir etkinliğe dönüşmüştü. Hayali arkadaşım Meriç, ailem tarafından hiç yadırganmadı. Yok sayılmadı. Yeri geldi soframıza oturdu, yeri geldi bizimle tatile çıktı… Ailem, benim dışa vurduğum bu kendime has durumu kucaklamıştı. Ona değer vermeleri çok hoşuma gidiyordu. Annem o yemek kitabını yıllarca saklamış. Şimdi kitap bende, sayfaları biraz parçalanmış ve sararmış olsa da hâlâ duruyor. Yıllar sonra çok sevdiğim heykeltıraş arkadaşım Zeynep, Meriç’in heykelini yaparak bana hayatımda sahip olabileceğim en anlamlı hediyeyi verdi. Meriç de bugün evin salonunda duruyor. Ona baktıkça yazıyorum, yazdıkça çoğalıyorum.
–Bunca zaman pek çok alanda yazılarınızın, kitaplarınızın çıktığını biliyoruz. Fakat ben bugün çocuk yazarı olan Ömür Uzel ile sohbet etmek istiyorum. Bu kadar geniş bir yelpazenin içinden nasıl çıktığınızı sormak yerine sizinle biraz hayal kurma oyunu oynayalım. Diyelim ki istediğimiz yazarların ya da karakterlerin olduğu bir mahallede yaşıyoruz. Mesela benim sırdaşım ve kötü gün dostum Nâzım Hikmet olurdu. Hiçbir sırrımı açık etmez, kötü olduğumda güvercinleri sevmemi söylerdi. Sınıf arkadaşım Roald Dahl olsun isterdim. Defterinde bir sürü hayalinin taslağını okurken dersi dinlemeyi unuturdum kesinlikle. Küçük Prens ile bence ağacın tepesine çıkıp bulutların şekillerinden geleceğimizi tahmin ederdik. Peki siz kimleri oyun arkadaşınız, sınıf arkadaşınız, komşunuz ya da o mahallenin bir sakini olarak görürdünüz?
Tam benlik bir oyunmuş bu. Sanırım Neil Gaiman’la sınıf arkadaşı, hatta sıra arkadaşı, yok yetmedi çok yakın arkadaş/sırdaş olmayı isterdim. Hikâye anlatımıyla kendini var ettiğinin altını çizen Neil, bence müthiş bir hikâye anlatıcısı. Derste, trende, vapurda, uzun yolda sürekli bana hikâyeler anlatırdı. Mesela ondan, Rüyalar Lordu Morpheus’un geçmişini dinlerken hoca bizi dersten atardı. Koridorda birlikte gülme krizine falan girerdik diye düşünüyorum. Bir de okuldan sonra hamburger yemeye gittiğimizde Dave McKean’la Mr. Punch için Amerika turu yaparken beraber tuttukları günlüğü okurdu bana. Günlük, Çin restoranları ve Gaiman’ın nasıl bütün donutları yediği üzerine olduğu için bu kısmı da çok eğlenceli olabilirdi. Yan komşum kesinlikle Gabriel García Márquez olmalı. Ona akşamüstü beş çayına gittiğimde bana albay dedesini, Kolombiya’yı, yalnızlığını falan anlatmalı ama her cümlesinde gerçek, başka bir gerçekliğe dönüşmeli…
Bir çocuk yazarı olmak hem eğlenceli hem en zor meslek bence. Bir çocuğu güldürebilmek, onun zihninde farklılık yaratabilmek, bir isim dahi katmak eşsiz bir duygu olmalı. Ama bir yandan da titizlik istiyor. Kelimeler, anlatılanlar, dil… Her biri çocuklara uygun olmalı, kötü olanı teşvik edici olmamalı. Antika Kral’da her ne kadar savaş ve kavga gibi kelimeler geçmiş olsa da sonunda daima güzelliğe ulaşıyoruz. Siz bu süreci nasıl geçirdiniz, çocuklar için iyi olana nasıl karar verdiniz?
Öncelikle kitaplar çocukları kızdırmamalı. Metin, çocuklardan yana olmalı. Yani ne demek istiyorum? Sürekli çocuklara parmak sallayan, onlara ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini söyleyen didaktik metinler bence çok sıkıcı. Çocuklar da bunun farkında. Ebeveynleri, öğretmenleri onlara zaten ne yapmaları ya da ne yapmamaları gerektiğini her gün söylüyor. Bir de kitabın bunu yapmasına gerek yok. Kitap, farklı bir şey sunmalı. Büyüklerine saygılı ol, dişlerini fırçala, hayvanları sev, yalan söyleme… “Eeee??? Sen şimdi bize ne kattın? Biz bunları biliyoruz zaten,” diyor çocuk ve o kitabı yarıda bırakma özgürlüğüne sahip olduğunun da bilincinde. Çocuğa önce zengin bir hikâye okuma hakkını teslim etmek gerek. Elbette bir alt metni olmalı hikâyemizin. Ben söylemek istediklerimi ahkâm kesmeden, uzun uzun yorucu cümleler kullanmadan, onlara ulaşabileceğim yalın ve akıcı bir dil tekniği kullanarak bunu yapmaya çalışıyorum. Yoksa çocukları kızdırırız. Olayları, cümleleri damıtmak zorundayız. Hele bir de bunu mizahi bir yolla anlatmayı başarırsak işte o zaman akılda kalırız. Antika Kral’da savaşın, kavganın canlılara ya da doğaya ne kadar zarar verdiğini bir daktilonun (Şaryo) ağzından dinliyoruz. Bir şeyin kötü olduğunu anlatmak için o şeyi ifade eden kelimeleri kullanmakta bir sakınca görmüyorum. Savaş kötüdür! Savaşın kazananı olmaz! Net! Çocukları kötü olduğunu düşündüğümüz kelimelerden uzak tutmak, onları fanusta korumaya benzer. O zaman gerçek dünyaya çıktıklarında bocalarlar. Tıpkı Peloların savaş kelimesini daha önce hiç duymadıkları için ne yapacaklarını bilemedikleri gibi. Ama ben Antika Kral’da onları savaş kelimesinden uzak tutmak yerine savaşın ve kavganın ne olduğunu, canlılara, doğaya nasıl zarar verdiğini karakterler üzerinden biraz da mizahtan güç alarak anlatmayı tercih ettim. Onları gerçek dünyaya hazırlamak zorundayız. Dünya aşırı mükemmel ve kusursuz bir yer değil maalesef…
Şimdiki kitaplara kıyasladığımda benim çocukluğumda yazılan kitaplar daha özensizdi. Okurken aklımda değiştirmek istediğim şeyleri biriktirirdim. Kaç yaşına geldim hâlâ taşıyorum bu değişiklikleri. Gerçi son zamanlarda o hikâyelerin çoğunu kızları önemsizleştirmeyecek şekilde düzenlediler ki bu eylem çok hoşuma gitmişti. Ama mesela ben Rapunzel hikâyesinde cadının bahçesinden marul aşermesini istemezdim Rapunzel’in annesinin. Şöyle tatlı mı tatlı bir meyve olsaydı, avuç içine sığıyor olsaydı ama asla suyunu akıtmadan yemek mümkün olmasaydı. Kadının ağzının şapırtısını kulaklarımda hissediyorum. İşte o zaman bahçeden bir şeyleri çalmasını mantıklı bulabiliyorum. Limon deyince ağzımızın buruşması gibi bir şey bu. Sihir burada sanıyorum. Sizin değiştirmek istediğiniz bir hikâye ya da bir kısım olsa bu ne olurdu?
Ahh! O içimde büyük yaradır. Öncelikle Zeze’nin (Şeker Portakalı) çektiği acıları biraz olsun hafifletmek isterdim. Değişen metinde Portekizli ölmezdi. Onu yaşatmanın bir yolunu mutlaka bulurdum. Ayrıca Zeze’nin abisini ve ablasını daha merhametli insanlar yapardım.
Zulu & Bir Madagaskar Macerası kitabınızın çizimlerini Çağrı Odabaşı üstlenmişti. Antika Kral’ın çizimlerini ise ödüllü çizer Maryam Mahmoudi Moghadam üstlendi. Birilerinin hayalinde canlandırdığı bir diğerinin hayaliyle örtüşmediğinde sinir bozucu olabiliyor. Peki siz aynı yolda, aynı hayal gücünde yürümeyi nasıl başardınız?
Her iki kitapta da çok doğru çizerlerle çalıştığım için mutluyum, gururluyum. Zulu, daha animasyon çizgilerle anlatılması gereken bir metne sahipti. Çağrı ile birbirimizi öyle güzel anlamıştık ki Çağrı aldı fırçasını, bizim hikâyeyi uzaya fırlattı. Antika Kral ise daha farklı bir metin. Dolayısıyla burada daha farklı çizgilere ihtiyacımız vardı. Bu noktada Maryam sesimizi duydu. Fakat burada benim de ilk kez deneyimlediğim bir durum vardı. Maryam Mahmoudi Moghadam, İranlı bir illüstrasyon sanatçısıydı ve Türkçe bilmiyordu. Dilimiz bir değildi ama sanat anlayışımız birdi. Metni de beni de hiç yormadı Maryam. Farsçaya çevrilen metin kusursuzca onun fırçasına ulaşırken tasarımlar da bizi çoktan başka âlemlere götürmüştü. Maryam’la tahmin ettiğimden daha sıkı bir enerji tutturduk. Bence onun çizimleri bir çocuğun rüyasında yürümek gibi fantastik… Fakat burada aynı hayal gücünde yürümeyi başardığım sadece çizer değildi. Bir isim daha vardı. Hem de çok kilit bir isim: Editörüm Yalçın Yaman. O, yazarını iyi anlayan, metni kollarından sıkı sıkı tutup ayağa kaldıran çok başarılı bir editör. Yol arkadaşlığımız öyle sağlamdı ki ortaya Antika Kral gibi ayakları yere kuvvetli basan bir iş çıktı. Kendisine bu yolda yanımda yürüdüğü için müteşekkirim.
Zulu&Bir Madagaskar Macerası adlı beş kitaplık serinizde de değişik karakter isimleri seçtiğinize şahit oldum. Kız kardeşim kendisine ait olan her şeyin ismini bu karakterlerin isimleriyle değiştirmişti. Zulu, Ayo, Niru, Mosi… Şimdi Antika Kral’da da Şaryo, Forsantin, Vozbi, Piksi… Kız kardeşim uyurken ona aldığım koala kafasına benzeyen yastığına uykuyu hatırlattığı için Uvi ismini takmıştı. Peki siz bu isimleri seçerken ilhamınız ne oluyor? İş karaktere isim vermek olduğunda neler geliyor aklınıza?
Zulu’da tercih ettiğim karakter isimleri, Madagaskar’da gerçekte kullanılan kadın ve erkek isimleri. Fonetik açıdan en hoş ve akılda kalıcı olanları seçmiştim. Antika Kral’da ise durum çok farklı. Ana karakter Forsantin, Fırçalı Kelebor ve Tokluk oğlum Uzay’ın bulduğu isimler. Uzay 5-6 yaşlarındaydı. Çocuk kitabı yazmaya karar vermişti. İsmi: ‘Sinekler Kurt Sever.’ :) Bana kafasındaki hikâyeyi anlatıyordu, ben de not alıyordum. Uzay’ın yarattığı ana karakterlerin isimleriydi Forsantin, Fırçalı Kelebor ve Tokluk. Onun kitabında Fırçalı Kelebor, fırçaları olan tuhaf bir canlıydı. Ama ben biraz değiştirip onu fırçalı robot süpürge yaptım. Bu isimlerin herhangi bir dilde herhangi bir karşılığı yok. Benim hikâyemin taslağı çıktığında da bu isimleri kendi hikâyeme taşımaya karar verdim. Şaryo, Piksi, Vozbi, Yulina ise benim bulduğum isimler. Her ismin karakterle bir bağlantısı var. Mesela bir daktiloya Şaryo adını verdim çünkü yazı makinelerinin kâğıt takılan, tuşlara vuruldukça ilerleyen bölümüne şaryo deniyor. :) Bir tablete Piksi dedim çünkü pikselle ilişki kurmak istedim. Kaplumbağaya benzeyen eski model bir arabaya Vozbi’den daha güzel bir isim düşünemezdim. :)
Ben çocukken birçoğumuzun bildiği o cümleyi çok duyardım: Yemeğini bitirmezsen arkandan ağlar. Bir yere çarptığımda çarptığım eşyaya kızardım. Bir kitabımı bulamıyorsam seslenirdim, beni duyup geleceğine inanırdım. Düşünüyorum da sanırım hâlâ böyle bir yanım var. Bugün annem bile eve girdiğinde değiştirdiği bir eşya ile vedalaşmamızı istedi. Siz de Antika Kral kitabınızda Forus Forsantin adında bir antika koltuğa söz hakkı vermişsiniz. Yoksa siz de bizim gibi eşyalarınızla konuşan, onlara haksızlık ediliyorsa değerini bileceği bir yerde olması için uğraşanlardan mısınız?
Bir antika koltuğa söz hakkı verdim doğru. Çünkü ben Antika Kral’da teşhis ve intak sanatını kullanarak çocuklara meselemi anlatmaya çalıştım. Teşhis, kişileştirmek demektir. İntak da konuşturmak. Bilirsiniz ki kişilik ve konuşma insana ait özelliklerdir. Ben hikâyemde insan olmayan varlıklara insan özelliği vererek insanın meselesini masaya yatırdım. Bu mesele de şuydu: Değer görmediğin yerde durmak zorunda değilsin. Sana iyi davranmayan birinin yanında kalmamalısın. Orada hiçbir zaman mutlu olamazsın. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya cesaret et. Kendi dünyanı yarat. En azından dene! Çocuklara vermek istediğim bu mesajı, onların çok yakından tanıdığı eşyalar üzerinden onlara ulaştırmaya çalıştım. Eşyaları insana benzeterek ve onları konuşturarak yani ‘Teşhis’ ve ‘İntak’ sanatını kullanarak yaptım.
Kendimi Antika Kral içerisinde bir karakter olarak hayal ediyorum şimdi de. Saçlarım ne kadar uzarsa uzasın küt kestirmekten hoşlandığım, kısa boylu olduğum ve titizlikten değil ama temizlikten keyif aldığım için bir saplı bir ot süpürgesi olarak düşünüyorum kendimi. Siz Antika Kral’da bir Ömür Uzel olarak yer alsanız hangi eşya olurdunuz, neden?
Sanırım hiçbiri olmak istemezdim. Birisi tarafından kullanılma fikri beni gerdi şu an. :))
Antika Kral’ın bir bölümünde Ganda’daki bir köprünün sihrinden bahsediyorsunuz. “Köprüyü dolunay zamanında çıplak ayak geri geri yürüyerek geçenlerin her istediği kabul olurmuş.” Diyelim Ganda’dasınız, ayaklarınız çıplak geri geri yürüyerek geçtiniz. Peki ne dilediniz?
Dağlarına bahar gelsin memleketimin…
Son olarak Forsantin henüz sevdiği kadın Josephine’ine kavuşamadı. Bu Antika Kral’ın devamı gelecek mi demek oluyor?
Evet bu da güzel bir yakalayış. Ama bu cevabın ucunu biraz açık bırakacağım. Ben buna çocuklar karar versin istiyorum. Kafamda bir devam kurgusu var. Fakat devamının gelip gelmeyeceğine çocuklar karar verecek. Onlar ne isterse o olacak.