İnsan hayatı iki cümleyle alt üst edebilebilir mi? Evet. Edilebilirmiş.
“Ölmedin. Delirmedin.”
Tamam. Klasik bir başlangıç yapayım. Size kitaptan bahsedeyim. Halbuki böyle olmasını istemiyorum, yani yazdıklarım sadece bir kitap tanıtımı veya incelemesi olsun istemiyorum… Niye, diye soracaksınız. Açıkçası, bunu ben de bilmiyorum. Uyuyan Adam, klasik bir girişten çok daha fazlasını hak eden bir kitap. Göğsümde yarattığı baskıyı buraya dökmem gerekiyor.
Sarsıcı. Hayır, hayır. Tam manasıyla karşılayamıyor, kitabın sizde bıraktığı etkiyi.
Ürpertici. Eksik. Tek başına böyle tanımlayamam sizlere. Ürpertici bir kitap, benim için Dava’dır. Okurken tüylerim diken diken olur.
Yaralayıcı. Evet ama hayır. Okurken derinizin altında yara izleri oluşuyor ya da zaten var olan yara izleriniz kaşınıyor. Ve çıplak yaraya tırnak değmesi gibi bir şey aslında anlatmak istediğim fakat yine tamamlayıcı kelimeyi bulamıyorum sizlere.
Tedirgin edici. Sadece tedirgin etmiyor. Huzursuz da ediyor ama şöyle de bir yanı var: Dünyada saatlerce dolanma hissiyatıyla evden çıkıp sokak sokak şehrin altını üstüne getiren birilerinin olduğunu bilme hissiyatı, bir taraftan da bir rahatlama hissi sunuyor. Evet, bu duygu bazılarınıza yabancı olabilir. Olsun. Dilerim ki bu duyguyla tanışmazsınız.
Tamam pes ediyorum.
En başa alalım.
Yayıncının notu ile beraber kitap toplam 105 sayfa. Ve Kafka’dan şu epigrafla başlıyor:
“Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.”
Aslında burada “Kaçın!” diye bağırıyor Perec. Ben boynumda çocukluğumdan beri taşıdığım hayatın ağırlığına sizleri de ortak etmek istiyorum, diye bağırıyor. Fark edebilirsiniz, fark edemeyebilirsiniz, görmezden gelebilirsiniz ve daha bir sürü alternatif yol önünüzde duruyor. Nihayetiniz ise görmezden gelememek olur ve o ağırlığa bir şekilde ortak olursunuz.
Ben aslında başıma gelecekleri 22. sayfada şu satırla anladım: “Bir perşembe öğleden sonrası, dizlerinde açık bir kitap, dar bir sedirin üzerinde oturan dalgın bakışlı adam.”
Perec bana son uyarıyı yapıyordu. Hararetle diyordu ki, köprüden önce son çıkıştasın, çıktın, çıktın. Çıkamadın o köprüden benimle beraber atlayacaksın.
– Peki atladım mı?
Kitabı bıraktım. Bulantı sardı dört yanımı. Günlerdir, haftalardır, aylardır beni terk etmiş olan masa başı öykü yazıcılarım canlandı. Gördüğü, duyduğu, hissettiği her şeyi ama her şeyi bir bir aklımdaki sayfalara yazmaya başladı. Bu ne demek, biliyor musunuz? Kaçmaya çalıştığın insanlardan, dünyadan, bir şekilde kopamamak, kaçamamak, saklanamamak, gizlenememek demek. Onları aklından çıkartamamak demek. Her şeyleri; her iğneli yanları, her kesici tarafları, her bölücü yüzleriyle aklımın içinde kol gezmeye başladılar. Kitabı bıraktım. Masa başı öykü yazıcıları beni bırakmadılar. Tuttular ve kitabın başına gerisin geriye oturttular.
Abarttığımı düşünüyorsunuz, değil mi? Belki haklısınız.
Kitap sadece 105 sayfa. Perec sizi upuzun kollarıyla sarmalıyor. O hınzır gülüşünün altında, size anlatacaklarım var bakışının ardında neler olduğunu bir bir döküyor. Önce sarsıyor, önce çökertiyor, önce boşaltıyor ve içinizdeki yarattığı tüm bu boşluğa aslında kaçmakta olduğunuz her şeyi bağırarak haykırıyor.
Ben aslında, klasik bir giriş yapacaktım. Olmadı.
“Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi. çoktan bitti. Topu topu yirmi beş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de: Bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır.” s. 33
“…Önce her şey sakin, olağan, fazla sakin, fazla olağan. Her şey bir daha hiç kımıldamayacakmış gibi görünüyor. Ama sonra biliyorsun ki, gittiçe amansızlaşan bir kesinlikle bilmeye başlıyorsun ki, tüm vücudunu kaybettin, ya da hayır, vücudunu görüyorsun, uzağında değil, ama hiçbir zaman ona erişemeyecek, onunla birleşemeyeceksin.
Bir gözden başka bir şey değilsin. Kocaman ve sabit bir göz, her şeyi gören, yığılan vücudunu olduğu kadar seni de, bakan, bakılan seni de gören, sanki yuvasında tamamen ters dönmüş de hiçbir şey demeden seni seyrediyormuş gibi, seni, senin içini, karanlık, boş, su yeşili, kormuş, güçsüz içini. Sana bakıyor ve seni olduğun yere çiviliyor. Kendini görmeyi hep sürdüreceksin. Hiçbir şey yapamazsın, hiçbir zaman bunu yapamayacaksın: Hiçbir sarsıntının, hiçbir seslenmenin, hiçbir yanığın seni uyandıramayacağı kadar derin uyumayı başarsan bile, bu göz hep olacak, senin gözün, hiç kapanmayacak, hiç uyumayacak olan gözün. Kendini görüyorsun, kendini gören kendini görüyorsun, sana bakan sana bakıyorsun…” s. 72
Beni şimdi anlıyor musunuz? Umarım anlamıyorsunuzdur çünkü eğer anlıyorsanız, acılarımı paylaşıyorsunuz demektir. Böyle bir dünyada bulunmanızı istemem.
Uyuyan Adam, adını koymaya cesaret edemediğim bir nitelikte. Ve bu hayatın gerçekliğini yüzümüze vurma konusunda acımasız bir kitap.
– Evet, o köprüden atladım. Ve “Ölmedim. Delirmedim”
- Georges Perec
- Uyuyan Adam
- Metis Yayınları
- 105 sayfa
- Çeviri: Sosi Dolanoğlu
- 3. Basım