“Bilinmeyen adaların kalmadığına inanılan bir dönemde bilinmeyen ada arama cesaretine sahip olan bir adamla böyle bir cesareti görüp hayatını değiştirebileceğine inanan bir kadının hikâyesi…”
Bazı kitapları okurken her şey yolunda gidiyordur ya hani, fakat kitabı bitirince içimizi bir şeyler yer… Zihnimiz bize sürekli sorular sorar. Okurken kendimizi kahramanların yerine koymaktansa kitabı bitirdikten sonra kendimizi hikâyenin içinde ve yanımızdaki diğer kahramanları düşünürken buluruz. İşte bu kitap öyle bir kitap.
Cesur bir adam, temizlikçi bir kadın ve bir kral’ın hikâyesi… Bana bir tekne ver, diyen bir adam ve kralın bu metaforlarla örülü hikâyesinde farkında olmadan toplumsal alt metinleri görüyor, hissediyorsunuz.
“-Ben bu krallığın kralıyım ve krallıktaki tüm tekneler bana aittir. -Bu gidişle onlar sana değil sen onlara ait olacaksın. -Ne demek istiyorsun, diye sormuş kral, huzursuzca. -Tekneler olmasa sen bir hiçsin, oysa tekneler sen olmasan da rahatlıkla denize açılabilirler.”
“(…) ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığında kim olduğumu öğrenmek istiyorum
Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin,(…)
Bazen gerçekten kim olduğumuzu öğrenmek için, bizi biz yaptığına inandığımız kişileri, işlerimizi ve sahip olduğumuz daha birçok şeyi terk etmemiz gerekebilir. Eğer köklenemiyor, gitmek istiyor ve bilinmeyen bir ada bulmak istiyorsak, bu yolculuğu belki güvensiz bir karavela ile, belki tayfasız ama her şekilde yapmak zorundayız.
- José Saramago – Bilinmeyen Adanın Öyküsü
- Çeviri:Emrah İmre
- Desenler: Birol Bayram
- Kırmızı Kedi Yayınevi – Roman
- 58 sayfa