Yazarının da okuyacağını bildiğiniz bir kitap değerlendirmesi yapmak… İşte bu benim için yeni ve epey ilginç bir durum olacak. Ne Okuyorum? Genel Yayın ve Proje Geliştirme Sorumlusu Caner Almaz‘ın kitabı çıktığını görünce şaşırmış ve ilk kitap siparişimde edinmiştim.
Şimdi yukarıda bahsettiğim gibi bir durum yokmuş, hakkında yazdığım kitabın yazarı, yazacaklarımdan bihaber olacakmış düşüncesiyle başlayacağım yazmaya.
Caner Almaz, Alakarga Yayıncılık’tan çıkan ilk kitabında 9 öyküye yer vermiş. Gerçek anlamıyla tek solukta bitirebileceğiniz, hiçbir sayfasında zamanın geçmek bilmediği bir duyguduruma girmediğiniz, yer yer gülümseten, yer yer de içinizi burkan bir kitap Kırgın Anlatıcı.
“Fikret Cemal’ in Ölümü”nde bizi önce rüya gibi bir ülke karşılıyor. Gündeminde, sokaklarında, her hanesinde, her sohbetinde edebiyata değinilen bir ülke. Sonradan anlıyoruz ki bu bir ütopyadan ziyade, bulunduğumuz duruma dair alternatif ve fantastik bir tarih. Bu ve bunun gibi edebiyatı, öyküyü konu edinen, hayal ürünleriyle bezeli öyküler en sevdiklerim oldu doğrusu.
“Kadıköy Boğa’da Bir Kadın Bir Adamı Bekliyor, Bekliyor…” da herkesin vazgeçtiği, sevmeye sevilmeye alışık olmayan iki kişinin sıradan karşılaşması ve beklenmedik bir biçimde yeşeren umut tohumlarını okuyoruz. Daha neler olacağını merak ederken tak diye bir finalle bitiveriyor, üzüyor. “Sabri Aklıdinç’in Unuttukları”nda ise unuttuklarınızla ve gerçeklerle yüzleşmenin başta eğlenceli sonlara doğru hüzünlü hikâyesi var. Son sayfaları unutmak istiyor bu yüzden canım. Unutanlar Bürosu’nda bir defterle ve kalemle yapılan muzip aramalar kalsın istiyorum aklımda yalnızca. Neticede unutmak hakkımız, unutabilmek insanoğluna verilmiş en büyük nimetlerden, bunu bir kez daha anlıyoruz.
“Mutsuzluğun Süregelen Tarihi”ndeki Cengiz o kadar sahici ki. Okuyunca “dinleyen, konuşmayan, susan, çok ısrar edilince kıramayan” herkes bana hak verecektir. Hele etrafınızda birkaç “İbrahim” varsa ve “Bu akşam da hiç konuşmadın,” diyorsa müstehzi bir gülüşle karşılık verirsiniz onlara ve dersiniz ki:
Sonra sana kızgınım İbrahim. Çok kızgınım… Düşünürsün, algılarsın, hissedersin, bu özelliklerinle bir taştan farklısın. Yani bir taştan farklısın İbrahim. Nasıl olur da bir taş kadar duygusuz ve tasasız olabiliyorsun, söylesene bana?
“Kırgın Anlatıcı” öyküsünde aslında Fikret Cemal’ in dünyasından birinin hayatına konuk oluyoruz gibi. Ancak onun evreninde karşımıza çıkacak türden bir kahraman var çünkü: Edebiyat Doktoru. Kendisinin adını yazmıyorum. Öykü boyunca dudağınıza yerleşen gülümseme, doktorun adıyla bir kıvrım daha artıyor çünkü. Nitekim keşke gerçekten olsa dedirten biriyle tanışıyoruz burada.
“Bedenimin İlk Ölümü” keskin bir virajla başka duygulara sürüklüyor insanı. Göz kırpmadan çektirdiği acıların ardından, bir kere ölmenin yetmeyeceği biri var karşımızda, celladı kendisi, peşini bırakmayan aslında kendi sesi.
”Yakup’un İçsesi”nde yine kendiyle yüzleşen ama kendine kulak tıkamakta mahir birini okuyoruz. Etrafına tumturaklı konuşmalar yapsa da kendi dahil kimseyi kandıramayan bir Yakup:
Şu caka sattığın insanların senin hakkında ne düşüneceği düşüncesi, kulu köpeği etti seni. Ah Yakup, ah!
…
Yakuup, Yakup! Yakanı hiç bırakmayacağım, hiç!
“Zalim Her Zaman Kaybeder”de etrafımızda da ne yazık ki sıkça rastladığımız türden bir çalışan-işveren ilişkisi okuyoruz. “Varolma Lokali” ise yine var olmayan, keşke olsa diyeceğimiz türden bir kurumu; devasını kağıtta, daktiloda, öyküde bulan iki dertliyi içeriyor.
Öykülere genel bir bakış attığımda akıcı diliyle, ilgi çeken konularıyla, irili ufaklı dertlere sahip erkek karakterleri konu aldıklarını; kiminin bilindik bir şekilde, kimininse hayal ürünü kurumlarla/kişilerle karşılaşıp bir çözüm yoluna girdiğini söyleyebilirim. Durgunu, romantiği, riyakârı, günahkârıyla başka başka karakterlerin iç dünyasına konuk olduğumuz Kırgın Anlatıcı’yı okumamanız için bir neden yok, okumak içinse sebep çok. İlk kitabıyla yolun başındaki Caner Almaz, henüz yola adım atamamış öykücülerin de umut çiçekleri yeşertmesini sağlıyor.
- Caner Almaz – Kırgın Anlatıcı
- Alakarga Yayınları – Öykü
- 116 sayfa