On bir farklı kadının, kanayan “kadim” yaramız, “kadın meselesine” değindikleri öykülerden oluşan “Var mıydık?” kitabı, henüz iki ay olmadan ikinci baskısını yaptı. Bunun bir tesadüf olamayacağını ispatlayan kitap, bir ağıttan ziyade, onlara “Var mıydık?” sorusunu sordurtanların korku dolu suratlarına tutulmuş bir ayna misali parıl parıl parlıyor.
“Yusuf hapse girdikten birkaç hafta sonra Yusuf’un babası, Meryem’in kapısında belirmiş. ‘Sizin başınızda ben duracam artık,’ demiş. Meryem, kocası gittiğinden beri yatağını kızı ve oğluyla paylaşıyormuş. Helaya gitmek için kayınbabasının odasının önünden geçmesi gerekiyormuş geceleri. Saatlerce tutup çişini sabahı zor etmiş. Çocuklar uyanmadan çıkamamış odasından. Ancak kapısını kilitlediğinde rahat bir nefes alıyormuş. Onları koruyup, göz kulak olma iddiasıyla yanlarına taşınmayı kendine görev edinen kayınbabasından nikâhlandığından beri uzak durmak için elinden geleni yapmış,” diye başlıyor Kuzey Işığı Yayınları etiketiyle yayınlanan “Var mıydık?” kitabındaki “Yusufların Karısı” öyküsünün kahramnı “Yusufların Karısı” Meryem’in hikâyesi.
Emine köye yeni gelmiş ve köyün ileri gelenlerini “öyle uygun gördüğü” için evinde kalan öğretmene anlatıyor bunu. Biz de oradan okuyoruz. Devam edelim aradaki gayet “normal” “teferruatlarla” beraber: “Çocuklarını bana emanet edip Yusuf’u ziyarete gittiği o cumartesi günü eve geldiğinde, önce kimse yok sanmış Meryem. Üstünü değişmek için odasına girdiğinde onu döşeğe itip üstüne atlamış Baba Yusuf. Ağlamış, bağırmış, çırpınmış. Kimse duymamış! ‘Baba, n’apıyon?’ diye haykırmış. Öteki pişkin pişkin cevap vermiş: ‘Kocan çıkana kadar çürüyecen. Canın istiyordur senin de. Naz yapma hadi.’ Ne dese ne etse olacak gibi değil. ‘Ne nazı? Bırak kolumu lanet olasıca!’ Adam pis pis gülüyormuş. Onu içki kokan ağzıyla öpmeye, tırnakları pislik dolu elleriyle soymaya çalışıyormuş. ‘Naz yapma, istemiyormuş gibi. Bu eve geldiğinden beri canım çekiyor seni. Oğlanın çıkmasına daha çok var,’ diyomuş şerefsiz.” Öğretmen niye gidip şikayet etmediğini sorunca da bu sefer “teferruatlara” girmeden cevaplıyor Emine öğretmenin sorusunu: “Sonra? Çıksın afla mafla. Öldürsün Meryem’i bir nefeste. Çocuklara da baba Yusuf’un alacağı yeni karılar eziyet mi etsin?” Esas darbeyi sona saklıyor ama Emine: “Demem o ki, sen bilmen buraları öğretmen! Polisin, devletin kuralları işlemez; dağın, toprağın, törelerin kuralları vardır. Onların sözü geçer burada. Bizim hükmümüz nedir ki?” Alıntıyı biraz uzattım. Çünkü bu topraklarda tarihini unuttuğumuz bir zamandan beri kadınlardan akan kanın sebebi, Emine’nin bahsettiği o “kurallardır” işte. O “kuralların”, “laciverti” de devletin “kurallarıdır” ve kitapta yazdığından öteye geçmez. Ama enseyi karartmayalım. Zira Emine’nin, Meryem’in ve daha nicesinin hikâyeleri anlatılıyor hâlâ. Hem de gözümüze sokula sokula. İnadına inadına. O yüzden “Var mıydık?” kitabı çıkalı daha iki ay olmadan ikinci baskısını yaptı…
Deniz Borucu, Leyla Hazal Vardal, Meral Saylar, Nil Devletoğlu, Nilüfer Birdal, Nilüfer Çeken Özbay, Seçil Erginler, Senem Selvi, Vildan Ertürk, Yeşim Başaran, Zeynep Ebla Ceylan… Kimi doktor, kimi öğretmen, kimi mühendis 11 kadın toplanmış. Bir yazarlık atölyesine katılmış. Sonra da buradan öğrendikleriyle kendi gördüklerini, duyduklarını, okuduklarını harmanlayıp “Var mıydık?” kitabını çıkarmışlar. Gelirini de kız çocuklarının okuması için kullanacaklar.
Öykülerin hepsine değinmeyeceğim ama her biri aynı kapıya çıkan farklı hayatları dert ediniyor “Var mıydık?”. İsmini bilmediğimiz ama tanıdığımız kadınların, belki dibimizde belki binlerce kilometre uzaktaki sadece özneleri değişen hikâyelerini okuyoruz. Ama asla birer ağıt değil bu hikâyeler. Tersine, Emine’nin bahsettiği “kuralların” ve onları koyanların karşısında santim kaymadan dimdik duran, kalemlerini zıpkın gibi sivriltmiş kadınlar tarafından, sonları Eminelerin, Meryemlerinki gibi olmasın diye yazılmış öyküler. Ve geriye artık “Var mıydık?” sorusu kalmasın diye…
- Var mıydık? – Kolektif
- Kuzey Işığı Yayınları – Öykü
- 128 sayfa