Dünyadaki icat edilmiş ve programlanmış bir çok düzenek nasıl çalıştığı hakkında bilgilendirilerek kullanılır. Fakat genel düşündüğümüzde insan da bir düzenek değil midir? Üstelik, kullanma kılavuzu olmayan bir düzenek. Anne karnından çıkıp dünyaya katılan her yavru uzun bir aradan sonra girilen bir odada açılmış bir pencere gibi, tertemiz doğasına bütün kirli havayı, kokuyu, anıyı çekmekle başlar yaşamaya. Bildiğimiz tek şey duygulardır. Duygu; zor durumda, belli etmek istemediğimiz anlarda, kendimizi ifade edemediğimiz zamanlarda ya da tam tersi her şeyi çılgınca göstermek istediğimiz durumlarda hiçbir şekilde durduramadığımız, dizginleyemediğimiz bir histir. Peki ya olmasaydı?
İlaria Tuti‘nin yazdığı ilk roman olan Cehennem Çiçekleri kitabı Esma Fethiye Güçlü çevirisiyle Portakal Yayınları‘ndan çıkmış ve The Times tarafından ayın polisiye kitabı seçilmiş olup 14 dilde yayımlanmıştır. Bize duygularımızın esiri mi yoksa sahibi mi olduğumuzu anlattığını düşündüğüm bu kitap oldukça sarsıcı ve özellikle geceleri okumak için çırpındığım zamanlarda beni heyecandan ve korkudan canlı tutmayı başaran, uykularımı kaçıran bir kitap olmuştur.
Bazen bir duyguyu olur olmadık bir yerde göğsümüze sıkışmış bir şekilde buluruz. Git deriz, gitmez. Bari nefes aldır deriz, yok alamayız. Keşke deriz, ruhsuz olsaydık. En azından bu duyguyu hissetmezdik. Çünkü kolayımıza gelir. Fakat o duygu belki de orada nefesimizi kesmeseydi, biz bir katil olabilirdik, bir kurban, bir cani, bir hırsız, bir kalpsiz ya da. Duygularının olmadığını düşündüğümüz insanlara dediğimiz bir kelimedir ya hani “kalpsiz”. İşte duyguların önemi burada anlaşılmaya başlanmalıdır.
Teresa Battaglia, romanın baş karakteri olarak karşımıza çıkar. Kendisi bir baş komiser olmakla birlikte, duygularını gizleyen ve her zaman güçlü olmayı sert olmakla harmanlayan, hastalığıyla yeni tanışmış bir kadındır. Komiser Battaglia ile ilk tanıştığımda ve hastalığının ne olduğunu bilmediğimde tüm bu baş dönmelerinin, bayılmalarının duygularını gizlemesinin bir sebebi olacağını düşünmüştüm. Eski bir araştırmaya göre insanların vücutlarında oluşan bir tepkinin duyguların tam olarak gösterilememesinden dolayı ortaya çıktığını okumuştum. Teresa da işe yeni başlamış olan dedektif Massimo Marini’ye hiçbir sebep olmadan sevecen davranmayıp aksine kötü davranarak, çaresiz hissettiğinde bile bir fikri varmış gibi göstererek, yorgun ve huzursuz zamanlarında bile güçlü durmaya çalışarak aslında vücudunun normal seyrini değiştirmeye çalışmıştır. Karşılığı ise bir hastalık olmuştur.
“Korku, beynimizin en ilkel bölgesinde oluşur. Kertenkelelerle ortak noktamız. Milyonlarca yıllık evrime rağmen korkunun merkezi hâlâ aynı yerde. Küçük, badem şeklinde bir parça. Tanrı onu hiç değiştirmediğine göre onun çok önemli olduğunu düşünmüş olmalı.”
Olay, Diego adında bir çocuğun babasının cesedinin bulunmasıyla başlar. Cesette diğer cesetlerden farklı bir ayrıntı vardır. Cesedin gözleri katilin elleriyle oyulmuş ve hiçbir yerde bulunmamıştır. Komiser Battaglia, bunun bir seri katilin işi olduğunu düşünür çünkü bir insan öldürdüğü insanın herhangi bir uzvunu alıyorsa bu bir başka cinayeti için ipucu demektir. Olay yeri incelemesi sırasında cesedin başka türlü bir işkenceye, istismara uğramaması hatta üzerinde kan izinin bile bulunmamış olması da göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. Acaba katilin mesajı nedir? Bunlar karşısında komiser ve dedektif ipuçlarını birleştirerek bir sonraki cinayeti engellemek ister ve katilin neden intikam için ölümü seçtiğini bulmaya çalışır.
“İnsanların her gün öldüğünü hatırlattı kendine. Ölüm, yaşamın bir başka yüzüydü. Yine de, buna şahit olmak rahatsız ediciydi. Birileri, sevdikleri artık nefes almadığı için ağlarken kendi nefesinin tadını çıkarmak demekti. Bu, insan için kaçınılmaz ve acımasız sondu.”
Kitapta dikkat ettiğim ve diğer polisiye kitaplardan ayrıldığını düşündüğüm ayrıntıları da belirtmek isterim. Polisiye kitaplarının genellikle bir olayı çözme üzerine yazıldığına şahit oldum hep fakat Cehennem Çiçekleri kitabında olaydan çok olaya Teresa Battaglia psikolojisi üzerinden dahil oluyor okur. Teresa evine gider ve yalnızlığını düşünür fakat sabah hiçbir şey olmamış gibi işine gider, sorunlara odaklanır. Teresa mutsuzdur, yorgundur, hastalığının adını görmeye bile kendini alıştıramamıştır fakat iş arkadaşları ile toplantı yapmak zorundadır. Teresa, şüpheliyi bulmak için tartışmalar içerisinden şüpheliyi bulmaya çalışırken başı döner, karşısında oturan insanların isimlerini unutmaya başlar aniden ve yüzünü yıkama bahanesiyle gittiği tuvalette ağlama sesi duyulmasın diye musluğu açar. Bunun yanı sıra bir olay çözülmeye başlar, bir olay daha da düğümlenir. Yani aslında kitabın tek amacı kurulan bu bilinmezlikler silsilesini açıklığa kavuşturmak değildir, kitap bize bir şey söylemeye çalışır.
“İnsan hangi duygular içerisindeyken katil, hangi duygular içerisindeyken kurbandır?”
“İnsanların birazcık bozuk para için öldürüldüğünü, kadınlara sevgi göstermesi gereken kişilerin onları incittiğini, çocukların acı dolu ortamlarda büyüdüğünü görmüştü ama ruhu canlılığını yitirmemiş, henüz kabuk bağlayıp umursamaz birine dönüşmemişti; talihsizlikler yaşayan insanlar için acı çekiyordu.”
Teresa’nın acısı ve yalnızlığı bir yana; Diego, Oliver, Mathias ve Lucia adında dört çocuğun birbirleri arasında iletişimin güçlülüğü ve ormanın içerisinde kendilerine ait hissettikleri bir bölümde yaptıkları konuşmalar esnasında doğanın onların canını sıkan durumlarda onlara yardımcı olacak birini gönderdiğini düşünmeleri de bir diğer ayrıntıdır. Bunu her seferinde konuşmak için ormanın gizli bir yerinde buluşma ayarlamaya çalışmalarında fark ettim. Henüz hiçbir kötü duyguyla karşılaşmamış olan çocuklar daha çok iyi duyguların etrafında gezinir. Bence bu yüzden kitabın içerisinde hayalet gibi dolanan seri katil görünümlü gizli kurbanımız çocukları dinlemeyi ve onları korumayı seçer. Çocuklar yalan söylemez, filtreleri yoktur içlerinde. İçlerinde hissettikleri, kafalarında düşündükleri her şeyi güvendiği insana açıkça söyler. Lucia anne ve babasının kavgalarını, babasının uyuşturucudan dolayı ayık olmayan kafasını anlatır, Mathias annesini ve kendisini döven babasını anlatır, Oliver sessizdir ve okulun hademesinin sözlü tacizine ve şiddetine maruz kaldığını anlatır ki çocuklar buna şahit olur zaten, Diego ise ölen babası ile başlayan kitapta baba acısı bir yana katı bir anne ile onun kendisine karşı olan sevgisiz bakışlarını anlatır.
“Çocuklar. Her biri ölüm ve umudun bir arada olduğu bir döngünün parçası gibi. Hayatta kalan, mücadele eden, her şeye rağmen seven çocuklar.
Bu vadiye geldiğimden beri yaşama karşı bir hayranlık, saygı duyuyorum.
Yaşamın ışık olmadığında, kimse ilgilenmediğinde bile yeşerip büyümesine hayranlık duyuyorum.
Yaşam bizden çok daha güçlü. Biz sadece onun parçalarıyız.”
Kitapta duyguların yokluğuyla doğmuş ve büyütülmüş bir insanın, ormanın içerisinde bir duvarın küçük deliğinden hayata karşı izler araması, çocukluğunu ve duygularını kendisinden saklayan insanları hatırlatan izleri insanlar üzerinde bırakması sonucunda ortaya çıkan durumların; duyguların varlığıyla doğmuş sevilmiş ya da sevilmemiş, görmezden gelinmiş ya da dikkate alınmış insanların ( en azından bir duyguyla karşılık verilmiş olması önemli bir noktadır) karşılaşması görülür. Bunu böyle anlatmaya çalışarak umarım kafanızdaki tüm düşünceleri düğümlemişimdir ve tek açık kapı kitabı okumak olur sizin için.
Ormanın içerisinde her yere kaçabilecek ve her şeyi keşfedebilecek alana sahipken örülmüş bir duvarın arkasında büyüyüp kendinizi esir zannettiğinizi düşünerek, kendinize bir kaçış planı hazırlayın. Etrafınızda bir arkadaşınız varsa, onu duygularınız olmadan nasıl yanınızda tutabilirsiniz, düşünün. Yaşadıklarınızı ve yaşayamadıklarınızı aklınıza getirdiğinizde bunları umursamamak o kadar kolay mıdır sizce? Hayatınızda koruma kalkanlarını tecrübeleriniz dahilinde mi çıkartırsınız, duygularınız zedelendiğinde mi?
Kendime sorduğum en önemli soru ise şu; duygularım olmasaydı tepkilerim nasıl olurdu?
İşte tüm bu konular bir anda oturulup konuşulacak konular olmadığı gibi, bu kitap da tek bir yazıyı okuyup anlayacağınız bir kitap değildir.
Öncelikle bir okur olarak vereceğim en önemli tavsiye ise lütfen kitapta emek vereninden, yazarın son sözüne kadar yazılmış tüm kelimeleri okuyun. Cehennem çiçeklerinin gerçekliğine dair sürprizler verecektir.
“Peki şu anda hangi noktadayım? Çok önemli bir noktada.”
Kaldığınız noktayı unutmamanız dileğiyle. İyi okumalar!