Devrimin geç evresinde olan insanoğlu, tek tip bir topmodel içinde gelişirken elinde kalan iki mâruzluk durumundan söz edilebilir; konum olarak, modernliğin evladı ya da üvey evladı. Oysa yeni kültür ile gelen devrim, bundan bahsederken Rönesans hareketini basit hâliyle öngörebiliriz, kattığı tüm ilerlemelerin yanı sıra büyük bir çıkmaza doğru bizi sürüklemektedir. Bunu yaparken ise evrilmeyi, temel bakış açısının çıkarsamalarını izlemeyi terk etmemektedir. En yüzeysel hâli ile, 16. ve 17. YY’da içinde bulunduğu çocukluk durumunun aksine bir çizgide ilerleyen modernlik, 19. YY’dan itibaren süregelmiş gelişim modelinde, karakterizesinde bulundurduğu zorunlu ilerleme öngörüsünü, modernliğe olan sonsuz güvenini ve istikbaline hâkim olma memnuniyetini kaybetti. Kaybettiklerinin yerine ise içinde bulunduğu kültürde, ve aslında dayatıların havuzunda, kaygan bir zemin elde etti. Bugün bilim, felsefe, sosyoloji üzerine olan bilgi arayışının tamamlanmamışlığı gibi kaygılar salt saf hümanizm yargısı içinde kendi bulmakta. Beşeri hayat, ahlak, din gibi temel içgüdüsel formlar ise meşruluk, güç ve amaçlar için yetersizleşti.
Rönesans sonrası Batı toplumunun kendini temellendirdiği kültürel ilkelerin birleşkeşi olan modernlik, 16. ve 17. YY ile karşılaştırıldığında şuan, pek âlâ değişti. Belirli yönlerden bakıldığında çocukluk evresiyle tamamen aynı, belirli yönlerden ise tamamen ayrı bir hatta modernlik. Modernliğin avrupası diyebileceğimiz Batı Avrupa ve Amerika eşiğinden yola çıkacak olursak; meydanları dolduran anıtlardaki sözlerimizin şuan hâlâ meşru oluşu, bayrakla sarıp sarmalanan aklı başında Amerikalılar, liselerdeki bilim kitaplarının 17. ve 18. YY’ın bilimsel ve akılcı ideallerinin yazılı oluşu, bu aynılığı anlamakta bize yeterli kalıp örnekleri oluşturuyor. Buna karşın var olan Ortaçağ küçümsemesi dönemin ikilemini kavramak açısından mühim. Yani Cahoone’un deyişiyle; “Zamanımızın hâkim sorusu neyin değiştiği ve neyin aynı kaldığıdır.”
Modern hümanizmin “insan”ı modernliğin zirvesinde olduğumuz bugün nerede?
Değerin nihai merkezi ve hakikatin nihai belirleyicisi olan insanın, bugün ne hâlde olduğunu bir düşünün. İnsanın düşünce ve davranışlarının kimyasal, sinirsel ve davranışsal belirleyicilerinin bilimsel olarak anlaşılmasında kat edilen muazzam ilerlemeler, bu konumun tam olarak neresinde yer bulur? Teorik olan tüm detaylarına hâkim olunan bu kitlelerde ters etkiyi yaratmış olan kaynak nedir? Bireyin kendi özgürlüğüne, sorumluluk olgusuna ve akılcılığına olan inanç gerek şahsi gerek toplumsal olarak azalırken; her alanda bürokrasinin gelişimi, kitle iletişim ağlarının artışı, “çağdaş” ekonomik düzen, bireyi sadece aileye ve yerel güçlere değil, ulusal ve uluslar arası ağlara daha bağlı, hatta “bağımlı” kılmaktan başka hangi işlevi üstlenmektedir?
Modern dünya ikilemi de burada yatmaktadır. Modern Avrupa ve Amerika, belki de Sovyet Rusya’da fazla özgürlüğün getirdiği çıkmazlardan (suçluluk oranı, uyuşturucu bağımlılığı, alkolizm, genç yaşta hamilelik, pornografi) söz edilirken; gelişen özgürlükler, haklar ve sözde demokrasi, bu çıkmazın altını dinamikleyen ana unsur mudur? Bireyin değil kendini kontrol etmesi, kendini anlamasının imkânsızlaştığı bu düzlem, pürüzlerden ibaret ise bu modernliğe mi aittir? “Modernlik hızla ilerliyorken biz onu gittikçe daha az anlıyoruz.” diyor Cahoone, modernliğin kendi kültürel ve düşünsel terminolojisi içinde erozyona uğramadığını bu noktada kim savunabilir? Bireyleri kendi yaşam çizgilerini belirlemede kabiliyetsiz, “yetkisiz”, hâkimiyetsiz ve daha az güvenli yapan modernliğin çıkarsaması nerede, kim tarafından yapı bozumuna uğratılabilir? Eğer kitle örgütleri ve her türden kurum, hayatın akışını kendi başlarına etkileyebiliyorsa, kendi başına ayakta duran bireyin(!) Tanrı vergisi yetkilerinden ve varoluşsal haklarından bahsetmek hangi mantığa en kaygan zemininde imkân sağlar?
Kaynakça:
- Lawrence E. Cahoone, Modernliğin Çıkmazı, İnsan Yayınevi, İstanbul, 2001
- Hakan Çörekçioğlu, Modernite ve Ütopya, Sentez Yayınevi, 2015