”Ben buradayım sevgili okuyucum , sen neredesin acaba?” sözüyle biter Oğuz Atay’ın Demiryolu Hikayecileri öyküsü. Biz de buradayız Oğuz Ağbi, senin eserlerini anlamaya ve anlatmaya devam ediyoruz.
Tehlikeli Oyunlar‘ı* anlatmak için daha uzun sayfalar gerekir; ben sadece yeni başlayacak olanlara, başlamaya çekinenlere (en saygın topluluk buradadır) kitap hakkında birkaç bilgi vereceğim. Öncelikle isimlerden başlayalım. Oğuz Atay bütün kitap boyunca devam edeceği iğnelemelere, ironilere karakter isimlerinden başlamıştır. Ana karakterimiz Hikmet Benol asla kendisi olamayan (kitabın bir bölümünde karakterin dörde bölündüğüne şahit oluruz: 1.Hikmet, 2.Hikmet, 3.Hikmet, 4.Hikmet), yaşadığı döneme büyük bir yabancılaşma yaşayan, gecekondusuna sıkışmış (aslında üç katlı bir ev ama Hikmet gecekondu dediği için biz de öyle kabul edeceğiz), kötü yaşayan bir adamdır. Bu üç katlı evin orta katında Hikmet oturur, üst katında ise Albay Hüsamettin Tambay. Soyadı ile mesleği arasındaki bağ da böylece okuyucuyu gülümsetir. Kitabın ismi de aynı zamanda bir uyarıdır. Tehlikeli Oyunlar hem Oğuz Atay için hem Hikmet Benol için hem de okur için gerçekten çok tehlikeli bir süreçtir. Sizi çok derinden etkileyeceği gibi oyun ve gerçek kavramlarını birbirine karıştırmanıza sebep olabilir. Kitap bittiğinde şöyle bir dışarıya çıkınca beni anlayacaksınız.
Komşularını irdelemeye başladığımıza göre alt komşusuna da bir değinelim: Nurhayat Hanım. Kendisi dul bir hanımdır. Oğuz Atay aslında mesleği olan mühendisliğinin de verdiği incelikle kitabın içine müthiş bir alt metin inşa etmiştir. Hristiyanlıktaki baba (Albay), oğul (Hikmet), kutsal ruh (Nurhayat) üçlemesini kitabın ana ve yan karakterlerine dağıtmıştır. Öyle ki, okurken görüleceği gibi Hikmet nerede olursa olsun Albay ile konuşabiliyor bütün sıkıntılarını onunla paylaşıyor ve ondan bir çözüm bulmasını istiyor. Nasıl Hıristiyanlar kendi günahları için Hz. İsa’nın bir bedel ödeyerek derin acılar çektiğini düşünüyorsa Hikmet de (kendisini anlamayan) toplum için bir bedel ödeyip gecekondusunda derin acılar çekiyor.
Kitap, bilinç akışı yönteminin büyük ustalıkla kullanıldığı bir eser olmasından dolayı okuyucu biraz zorlayabilir. Eğer kitabı okurken kafanız başka bir yerdeyse hemen metnin dışına atılırsınız. Çünkü, bir paragraf önce Oğuz Atay’ın size bir şeyler anlattığını sanırken bir paragraf sonra konuşma Hikmet Benol’un cümlelerine dönebilir. Albayın her an Hikmet’in içinde ve dışında olması da okuyucuyu gerçeklik bakımından yorabilir. Bazı yerlerinde Albayın varlığını sorgulayabileceğiniz gibi bazı yerlerinde Hikmet’in bile varlığını sorgulayabilir aslında bunların hepsi bir oyundan ibaret mi diye düşünebilirsiniz.
Peki kitap ne anlatıyor? Kitap en basit deyişle arada kalmış bir insanı anlatıyor. Sayfalar arasında kalmış bir adamı, üç katlı bir evde ortancı katta kalmış adamı, Sevgi ile Bilge isminde iki kadın arasında kalmış bir adamı, bütün insanlığa kızan aynı zamanda da hepsini bir yandan iyileştirmek isteyen bir adamı anlatıyor. Eski karısı Sevgi ile kendisini paramparça eden bir evlilik yaşayıp ayrılmış, Bilge ile beraber olmuşsa da asla ona yetemediğini düşünen bir erkek Hikmet. Sürekli ikisi arasında git geller yaşar ve işin içinden çıkamaz. Bu, arada kalmayı Bilge’ye yazdığı mektubun başında güzel bir ironiyle bizlere sunar: ”Sevgili Bilge,” diye başlar mektuba. Mektubun devamında, ”bana bir mektup yazmış olsaydın ben de sana cevap vermiş olsaydım…” diye devam eder ki buradan da görüleceği üzere kitap sadece yaşanmışlıklar üzerine değildir. Aynı zamanda yaşanmamış güzel şeyleri de arı kovanına çomak sokarcasına irdeler Hikmet. Kitabı okurken altını çizmek isteyeceğiniz onlarca yer olabilir fakat Oğuz Atay kitabı gerçek hayata o kadar yaklaşmıştır ki bir yerde altını çizdiğiniz cümlenin biraz ilerideki bir bölümde tam zıttının yazılmış olduğunu görebilirsiniz. Örneğin; ”Ben ölmek istiyorum sayın albayım ölmek…’‘ diyen Hikmet kitabın başka bir yerinde, ”Ben yaşamak istiyorum, yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum,” diyebiliyor. Gündelik hayattaki gibi Tehlikeli Oyunlar‘da da hiçbir şey kesin değil.
Son olarak kitabın dönemin sahte aydınlarına karşı bir başkaldırı olduğunu söylemek gerek sanırım. Aslında kendisini eleştirirken, geçmişini sorgularken Hikmet, alaycı bir dille yapay iyi insanları da yerden yere vurur. Bununla ilgili yine kitaptan bir alıntı yaparak incelemeyi bitireceğim: “Fakat ülkemizde en çok yetişen köylüdür. Köylü, bütün iklimlerde yetişir. Köylünün yetişmesi için çok emek vermeğe ihtiyaç yoktur… Biz köylüleri çok severiz. Şehre gelirlerse onlardan kapıcı ve amele yaparız…”
*Kitabı ilk defa okuyacak arkadaşlara, Cevat Çapan’ın yazdığı önsözü atlayıp kitap bittikten sonra okumaları tavsiyemdir. Çünkü, kitabın sonu hakkında bilgi içermektedir ki bu da okur tarafından hoş karşılanmayabilir.