*Kitabı okumayanlar için not: Bu yazı kitapla ilgili ayrıntılı bilgiler içermektedir.
Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu, Fransız yazar Eric Emmanuel Schmitt’in 2012 yılında yayımlanan kitabı. Oldukça kısa bir anlatı olan bu kitap, birbirinden farklı on çocuğun büyüme hikayeleriyle ilgimizi çekerken Çin’in yakın tarihine dair konuların da üzerinden geçiyor ve bizi düşündürüyor.
Bayan Ming ile birlikte kitabın baş karakteri ve aynı zamanda anlatıcısı olan kişi (adı belirtilmemiş); işini çok iyi yaptığından emin olan ve kendi deyimiyle sinir bozucu yöntemler kullanıp karşısındakileri gafil avlayarak şirketine daima kâr ettiren orta yaşlarda Fransız bir erkek. İş seyahatleri için sık sık Çin’e gidiyor. Kitabımıza konu olan hikâye de iş seyahatleri sırasında tanıştığı, kaldığı otelin tuvaletinde görevli olan Bayan Ming ile sohbetlerinden oluşuyor.
Kitap bir bakıma klasik hatta klişe şekilde işliyor bu konuyu. Batı’dan gelen özgüvenli şirket çalışanı ve karşısında Doğu’nun bilgeliği ile ona yol gösteren aşağı tabakadan sayılacak bir Çinli… Bu durumun rahatsız ediciliğini kenara bırakıp kendimizi kitaba verirsek oldukça ilginç bir hayal gücünün ürünü olan hikayelere takılıp keyifli bir okuma serüveni yaşıyoruz.
Kitap boyunca Bayan Ming’in çocuklarının türlü türlü huylarla nasıl bir çocukluk geçirdiklerini ve büyüdüklerinde hangi meslekleri yaptıklarını dinliyoruz kendisinden. Bu hikâyeler anlatılırken Konfüçyüs öğretilerine de mutlaka değiniliyor, her hikâyede bir özlü söz geçiyor ve durumu güzel ifade ediyor.
Bayan Ming’in çocukların hayat hikayelerini anlatış tarzı, çocukların yaşına göre sıralı ya da tekdüze değil. Fransız anlatıcı ile herhangi bir konuyu konuşurlarken ya da küçük bir olay yaşandığında bu durumu hemen çocuklarından birinin hayat hikayesine bağlıyor Bayan Ming ve bu eşsiz hikayeleri birer birer bize anlatıyor. Çocuklardan biri hayali bahçe tasarımcısı olmuş, bir tanesinin daima gerçekleri söyleme huyu var, bir diğerinin müthiş bir ezber yeteneği var, biri ise zeki ama tembel, kibirli. Kendilerine en uygun mesleği seçen ama bunda bile sorunlar yaşayıp şimdilerde birbirlerine benzememek için çabalayan akrobat ikizler var. Bir diğer çocuk büyüyünce çizgi roman çizeri oluyor, bir tanesi bahisçi ve biraz işe yaramaz ama baba olunca o bile etkileniyor. Bir de, küçücük bir çocukken Bayan Mao’yu öldürmeye karar veren ve uzun yıllarını bu plana adayan (ta ki Bayan Mao’nun intihar ettiğini öğrenene kadar) bir kız çocuğu var. Dokuz oluyor burada saydığımız çocuklar. Onuncu çocuk en büyük kızı, onunla en son tanışıyoruz.
Konfüçyüs’ten alıntılarla süslü tüm bu hikayeler içinde Çin’in tarihsel gelişimi ile ilgili ipuçları ve eleştiriler bulmak mümkün oluyor.
Mao’nun Kültür Devrimi ile başlıyor Bayan Ming’in hayatını şekillendiren zorluklar. Mao öncülüğündeki Çin Komünist Devrimi, 1934’te başlayan bir süreçle devam etti, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Bayan Ming’in ailesini etkileyen asıl süreç ise Çin Devrimi’nden yıllar sonra, devrim ruhunu yeniden canlandırmak için 1966 yılında Mao öncülüğünde başlatılan Kültür Devrimi dönemi. Bu dönem muhaliflere oldukça sert davranılmış, pek çok kişi “devrim karşıtı” eylemler yaptığı gerekçesiyle tutuklanmış. Topluma yön verme gücü nedeniyle eğitim ve sanat, en çok darbeyi yiyen alanlar olmuş. Sanat eserleri yasaklanmış, toplumda saygın yeri olan öğretmen ve akademisyenler tutuklanmış. Bayan Ming o zamanlar genç bir kız. Bu dönemde öğretmen olan ailesi ile birlikte tutuklanıp sürgüne gönderiliyor. İnsanı kesen bir soğukta, çok kötü şartlarda kanal kazıyorlar sürgün boyunca. Çin’deki pek çok insan gibi Bayan Ming’in de hayatına damgasını vuruyor bu yaşananlar.
Sonra sürgün bitiyor, biraz normalleşiyorlar. Bayan Ming evleniyor, bir kız çocuğu doğuruyor. Daha bir sürü çocukları olsun istiyorlar. Ting Ting küçükken, doğacak kardeşlerinin hayalleriyle büyütülüyor. Bayan Ming, bu çok istediği çocukların ikincisine hamile kaldığında ise karşısına tek çocuk yasası çıkıyor. Yasalardan dolayı çocuğu doğuramıyor ve bu olay onu çok etkiliyor. Kızı Ting Ting’in de şahit olduğu; içe kapanık, hastalık dönemleri geçiriyor. Altı yıl boyunca bir bakımevinde kalıyor. Sonunda eve geldiğinde, annesinin hayalete dönmüş haline üzülen Ting Ting ona olmayan kardeşlerinin ağzıyla mektup yazmaya başlamaya karar veriyor. Önceden kurdukları hayallerden yola çıkıyor bu mektupları yazarken, gerçekten tanıdığı arkadaşlarından da esinleniyor. Katıldığı müzik ya da dans kamplarında tanıştığı, ülkenin dört bir yanından gelmiş olan bu arkadaşları da bu işe alet ediyor zamanla. Kendi yazdığı mektupları kopya ederek bulundukları yerden annesine postalamalarını sağlıyor. Böylece diğer dokuz çocuğun hikayeleri yıllar boyu devam ediyor.
Bayan Ming, çocukların küçükken gösterdikleri karakter özellikleriyle ilgili yaşadıkları sorunlardan ve anne baba olarak buldukları çözümlerden bahsederken Çin’in modern dünyadan farklı bir yanı olduğunu da hissediyoruz. Tabii anlatılanlar hayal ürünü ve kitabı yazan bir Fransız fakat Çin ile ilgili başka eserlerde de fark ettiğimi düşündüğüm o değişik his bu kitapta da mevcuttu. Çin bütün etkilerden arınmış değil aslında. En başta ekonomik olarak Batı’yla iç içe. Kitapta da bahsedildiği gibi, Çin’de üretilen mallarla Çin Pazarı’na hâkim olabilen Batı’nın etkileri ve hayat şartları Bayan Ming’i de etkileyen unsurlar arasında. Avrupa için üretim yapan bir fabrikada, erkek işçilerin oyuncak araba, kadın işçilerin oyuncak bebek yaptığı bir fabrikada yine zor şartlarda çalışmış Bayan Ming. Sonra gelebildiği yer ise bir Fransız iş adamıyla karşılaştığı bu otel tuvaleti.
Anlatıcı, Avrupalılığın verdiği o özgüveni taşıyor ama aynı zamanda sık sık özeleştiri de yapıyor. Çin’in kendine has kalması, Konfüçyüs bilgeliğini kaybetmemesi ve sonunda Bayan Ming’in -baba olma konusunda- kendisine yol göstermesini övüyor. Buna karşılık Batı’da tarihi binaların korunup tarihi fikirlerin artık hiç okunmamasını, günlük hayatın içine Çin’de olduğu gibi girememesini eleştiriyor. Sonuç olarak Çin’de farklı bir felsefe, farklı bir hava olduğu hissediliyor ya da biz öyle görmek istiyoruz.
Anlatıcı’nın Bayan Ming’i indirgeyici tarifi şöyleydi: “Bayan Ming, Mao’nun Çin’inden eşitliği koruyordu; Konfüçyüs’ün Çin’indense insancıllığı sürdürüyordu.” Günümüz Çin’inde böyle insanlar var mı yoksa bu da bir çeşit oryantalizm mi öğrenmek için Çin Edebiyatı’na biraz meyletmek iyi olabilir diye düşünerek bitiriyorum kitabı.
Kitapla ilgili ek bir not, kitabı okurken bir insanın daha küçükken gösterdiği bazı karakter özelliklerinin ileriki yaşamına yön vermesi, doğru mesleği seçmek için bu özellikleri keşfetmek gerekliliği üzerine düşünmek mümkün. Hatta her çocuğun birbirinden farklı bir özelliği olması kişilik arketipleri bağlamında incelenebilir belki. Konfüçyüs öğretisine göre de derin inceleme yapılabilir, zaten kitap boyunca Konfüçyüs bilgeliğinde ilerliyoruz.
Bayan Ming’in, ezber yeteneği olan ama düşünmeyi beceremeyen Ru ve çok zeki olup okumaya, öğrenmeye karşı çıkan Zhou’yu karşısına alıp verdiği Konfüçyüs öğüdü ile bitirelim: “Düşünmeden öğrenmek gereksizdir; öğrenmeden düşünmek ise tehlikelidir.”
- Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu – Eric-Emmanuel Schmitt
- Doğan Kitap, Roman, 2022
- 72 Sayfa
- Çeviri: Yaşar İlksavaş