Merhaba tarihperverler, hayırşinâslar, güzellerim! Hegel, tarih bir katliam kulübesidir, derken; her zaman otoritenin, kendisine karşı çıkan herkesi ortak tarihsel bir ateşte canlı canlı yakmasından bahsediyordur. Bu önermeyi Hegel tereddütsüz kurmuştur, zira o da otoriteye “hayır” diyebilmiş birisidir. Girizgâhtan da anlaşılabileceği gibi bilim, sanat ya da felsefe tarihinde “hayır” diyebilmenin tarihsel öneminden ve onurundan bahsedeceğim. Hegelci bir giriş yapmamdaki motivasyonun, Hegel’in bir tarih felsefecisi olmasından ileri geldiği açıktır. Fakat böyle bir girişime ilkin Antik Grek’ten başlamam gerektiğinin de farkındayım. İmdi:
Antik Grek, bilimin ve felsefenin doğduğu yer olarak kabul edilir. Zira Antik Grek, ilk kez bilimi, felsefeyi ve düşünü, inançlarından ayırarak bir mantıksal dizgede irdeleyebilmiş olmakla bu yakıştırmayı hak eder. İlk filozof ve ilk bilim insanı olarak kabul edilen Thales, ilk “hayır”ı diyebilmiş bir kimse olarak bu sıfatı elde etmiştir. Söylediği şeylerin bugün için elle tutulur hiçbir yanı yoktur. Ama tarihsel olarak Thales “hayır” demenin ne demek olduğunu göstererek söylediği şeylerden bağımsızca, tarihe birçok şey katmıştır. Ondan sonra gelen Anaksimenes, Herakleitos ve diğerleri “hayır” demenin türlü yolunu keşfettikleri için bin yıllar sonra da anılır durumdadır. Sokrates’in “hayır”ı ise ona geri dönülmez bir bedel ödetmiştir. Sokrates’in yargılanması olayını herkes bilir. –Bilmeyenler okumayı burada kesmelidir- Sokrates’e yöneltilen suçlamalar, şehrin tanrılarını aşağılamak, güzel söz söyleme sanatıyla gençlerin başını döndürmek ve akıllarını çelmektir. Bu suçlamayı yönelten ise apaçık otoritedir. Sokrates bellidir ki oldukça güçlü bir “hayır” demiştir ki otorite bundan rahatsız olmuştur. Hoş, bundan çok uzun yıllar sonra sembolik bir mahkemede aklanan Sokrates’e iade-i itibar yapılmıştır. Çünkü şimdinin otoriteleri, geçmişteki otoritelerin hatalarını örtbas ederek kendi hatalarına yer açmak konusunda uyanık sayılırlar!
Antik Grek’ten Rönesans’a bir sıçrama yapmak durumundayım sevgililerim, zira Ortaçağ bir “evet” mekanizması olarak gerileticidir. Kaydadeğer ne bir bilimsel gelişme, ne bir sanatsal hareket ne de felsefî bir ilerleme Ortaçağ’da görülmez. Fakat Ortaçağ’dan sonra, tarihin en büyük karşı çıkışı, en güçlü “hayır”ı Kopernik Devrimi ile vücut bulmuştur. Temel olarak Kopernik Devrimi, yüzyıllar beri süregelen Aristotelesçi-Batlamyusçu evren anlayışı ve fizik sâikleri –ki bu fikirler Kilise tarafından çılgınca korunmaktaydı, zira Tanrı anlayışına oldukça uygun bulunurdu- yerle bir eden bir yeni kozmoloji ve fizik dizgesidir. Kopernik’le başladığı kabul edilen süreçte, dünyanın evrenin merkezinde hareketsiz durduğu ve diğer tüm gök cisimlerinin onun etrafında döndüğü fikri tarihe gömülecektir. Bu, Kilise için oldukça sakıncalı fikirleri, bir kısım bilim insanı, uğrunda bedeller ödeyerek savunmuşlardır. Kepler, Galileo, Bruno, Tycho, Newton ve birçokları. Yüzyıllarca savunulan ve üstüne söz bile söylenemeyen bir konuda “hayır” demeyi başarabilmiş ve uğrunda bedeller ödemiş bilim insanlarının ne kadar haklı oldukları onlardan çok sonra anlaşılabilmiştir. Fakat “gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.”
Bilim alanında Kopernik Devrimi yaşanırken felsefe alanında da Skolastik felsefenin ön kabullerine karşı bir “hayır” furyası çoktan başlamıştı. Spinoza, bu anlamda ilk “hayır”ı diyen filozoflardandı. Genel Tanrı anlayışının pek aksine, Tanrı’yı uzamlı bir varlık olarak tanımlayan, her şeyi kapsayan bir Tanrı’nın uzamdan yoksun olmasının Tanrı’nın mükemmelliği ile çelişeceğini söyleyen Spinoza’nın bu fikri başını yeterince belaya soktu. Ama Spinoza’nın bu cesareti, ardıl filozoflar için de bir umuttu. Giderek aykırılaşan ve “hayır”ın sesinin yükseldiği bir 18. yüzyıldan sonra, “hayır” sesinin ayyuka çıktığı bir 19. yüzyıl. Schopenhauer’lar, Hegel’ler, Fichte’ler, Nietzsche’ler, Marx’lar. Hayır demenin bir felsefe yapma tarzı olduğu dönemler. Ama elbette bunlar arasında Nietzsche ve Marx’a ayrı parantezler açmam gerekecektir. Nietzche, belki de tarihin en güçlü “hayır”ını diyebilmiş bir kimsedir. Onun hayır’ı, kiliseye, otoriteye, ortodoks ahlâka karşı güçlü, sert ve hırçın bir “hayır”dır. Ve güçlü bir “hayır” da Marx’tan gelmiştir. Kapitalist dünya sistemine karşı yükselen bir ses olarak Marx da tarihsel açıdan oldukça değerlidir.
Yeniden bilim alanına dönecek olursak, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Darwin ve Freud’un “hayır”ları, tarihin en büyük epistemolojik kopuşlarından ikisine tanık olmamıza neden olmuştur. Nasıl ki Kopernik Devrimi ile evrenin bizim etrafımızda dönmediğini iyice bellediysek, Darwin ile birlikte, dünyanın insan için var olmadığını, Freud ile de insanın itkisel olarak hayvandan pek de farklı motivasyonlar gütmediğini kavramış olduk. Açıkçası, insan için büyük yıkımlar, büyük epistemolojik kopuşlar olarak bellenebilirdi bunlar. Bu yüzden ateşli şekilde var olan dogmalar savunuldu. Ama eninde sonunda bu haklı “hayır”ların hakkı teslim edilecekti. Çünkü, tarih güçlüyü dinler, haklıyı yazardı. 19. ve 20. yüzyıldaki “hayır”lar bunlarla ibaret değildi elbette. Baudelaire “hayır” dedi ve sembolizm doğdu. Sartre “hayır” dedi ve existansiyalizm doğdu. Camus “hayır” dedi. Ve başkaldıran insanı hayır diyebilmiş bir kimse olarak tanımladı. Nâzım Hikmet “hayır” dedi ve vatan hâini oldu. Turan Dursun “hayır” dedi ve öldürüldü. Hâ kezâ Musa Anter, ha keza Uğur Mumcu. Lorca “hayır” dedi ve diktatör Franco tarafından öldürüldü. Yesenin “hayır” dedi ve intihar etti. Tıpkı Zweig gibi, Celan gibi. Öte taraftan, sevgilerim, Foucault’lar, Derrida’lar, Woolf’ler, neler neler, kimler “hayır” demedi ki!
Örnekler çoğaltılabilir güzellerim. Tarih, “hayır”ların tarihidir çünkü. Karşı çıkanların, otoriteye karşı gelebilmişlerin, cesaretin tarihi. Şimdi biz bütün bu tarihsel gerekçelere rağmen, hayır deme cesaretinden yoksun mu kalacağız? Yoksa, kendi dünyamızın özneleri olarak tarihsel ödevimizi yerine getirebilecek miyiz? Seçim sizin, sevgilierim. Umudu dürtüp umutsuzluğu yatıştırmak da elimizde, tecavüzcüye teveccüh gösterip onu başımıza vicdansız bir bekçi misâli dikmek de! Hayır demenin onurunu ve tarihsel değerini aklımızdan çıkarmayacağımız günlere, sevgiyle, hürce…
Ha, unutmadan!
Şu şiirimizi de bırakalım şuraya:
Farzet ki günahkârız, yanıyoruz cayır cayır!
Farzet ki pabuç delik, geziyoruz bayır bayır.
Kâh Camuscü absürtvâr, kâh Nietzscheciyiz deliyen,
Bin kez de sorsan bize, bin bir kere hayır hayır!