Dorian Gray, bu dünyaya ait olamayacak kadar güzeldir. Bu güzellik ressam Basil Hallward tarafından ölümsüzleştirilmek istenmiş ve Dorian, Basil’e “Dorian Gray’in Portresi” için modellik yapmayı kabul etmiştir. Dorian o güzel hatları ve temiz ruhuyla tabloya aktarılırken Basil için sanatının amacı Dorian olmuştur. Fakat Lord Henry için Dorian da kendi sanatını aktarabileceği, tertemiz bir tuval olarak kullanabileceği bir araçtır. Lord Henry’nin hedonist bakış açısı ve günahı zevkin kapısı olarak anlatmasıyla günah artık Dorian için keşfedilmesi, aralanması gereken bir sis perdesi haline gelmiştir. Çünkü Oscar Wilde’ın da romanda dediği gibi: “Bilmek her şeyin sonu olur. Çekici olan bilememektir. Sis her şeye harika bir güzellik katar.”
Dorian hep portesindeki gibi güzel ve genç görünmek için tertemiz ruhunu şeytana satar ve kendini günahın kollarına bırakır. Artık tüm insani özelliklerini kaybetmiştir. Üstünde mükemmel işlemeleri olan içi boş bir vazodan farkı yoktur. Ruhu günahın dikenli kollarından kurtulmak için yakarırken, sevdiği kadının onun yüzünden intihar etmesi bile Dorian’ı günahtan kurtaramamıştır. Aradan uzun süre geçmesine rağmen görüntüsü hala genç ve güzeldir. Peki ya ruhu? Dorian bu sorunun cevabını bulmak için yıllardır sanki bir ucubeymiş gibi herkesten sakladığı portresine bakmaya karar verir. Portresinin üzerindeki örtüyü kaldırır kaldırmaz dehşet içinde kalır. İşlediği tüm günahların cezasını portesi yani ruhu çekmiştir. Tanrıyı reddeden bir kul gibi yaratıcısını, Basil’i de bu tablo yüzünden öldürmüştür. Basil’in kanı tablodaki iğrenç, buruşmuş ellerden ayakkabılarına damlar. Dorian için bir çıkış kapısı yok mudur? Artık her şey için çok geçtir. Dorian Basil’e acımasızca sapladığı bıçağı şimdi ruhuna, yani portresine saplayıp bu iğrençliğe son verecektir. Fakat bıçak tabloya saplanır saplanmaz Dorian tarifsiz bir acıyla yere yığılır. Hizmetçileri ona bakmaya geldiklerinde Dorian’ın kusursuz tablosunun yanında çirkin, yaşlı, ölü bir adam görürler. Dorian artık dünyadaki tüm günahların altında ezilmiş, sadece yüzüklerinden tanınabilecek kadar çirkin bir cesettir.
Aynaya baktığımızda gördüğümüz biz, içimizdeki bizi ne kadar yansıtır? İnsanın yanılgısı da burada başlar işte. Belki de günahlarımız yüzümüze göremeyeceğimiz, fark edemeyeceğimiz bir kurnazlıkla yerleşmişlerdir. Dorian gibi bedenimizi sarsacak bir acıyla karşılaşmaktansa cevapsız kalmayı yeğleriz. Çünkü insan cevapsız kaldığı kadar huzurlu, içindekini dışına yansıtabildiği kadar insandır.