İlk defa bir kitabı okurken bu kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Kitabı bitirirken Kim Young-ha’nın yazma sürecini anlatışına denk geldiğimde ise onlarca kez taslağını okuduğu halde Veda’nın son haliyle karşılaşan editör eşinin oldukça zor okuduğunu ve okurken birkaç kez ağladığına şahit olduğunu anlatışına takıldım. Veda’nın okuru olacak olan insanlara bu ilk notum olacak. Karşınızda bulacağınız şey yeni bir dünyanın aralanan kapısı. Başlarda hazmetmesi zor oluyor, bulunduğunuz yabancı yerin sihri de zehriyle birlikte dolanıyor. Ki bilirsiniz Kim Young-ha tam da böyle bir zıtlığın birleşiminden doğurmuş gibidir kendisini. Ama merak etmeyin hissettiğiniz her neyse birçoğumuz hissettik, yalnız değilsiniz.
Geçen yıl Kim Young-ha, Açelya Yavuz ve Özlem Gökçe’nin çevirmenliğinde, edebiyatla uğraşmaktan oldukça keyif alan Alzheimer hastası bir katilin her şeyi unutacağı o gün gelene kadar hatırlayabildiği her şeyi yazdığı bir günlüğü konu alan Bir Katilin Güncesi kitabı ile oldukça sarsıcı bir tanışma yaşatmıştı. Öyle ki katilin çoğunluğun gözünde kötü olarak görüldüğü, ki birini öldürdüğünü ve onu adeta imzası sayılabilecek bir özgünlükle gömdüğünü de göz önüne alırsak, bir dünyada katile hislerin ön planda olduğu bir sanat dalı ile ilgilenme özelliği ve bir evin önce erkeğini daha sonra kadınını öldürüp geride kalan çocuğunu evlat edinecek hassaslığı yüklemek ancak Kim Young-ha gibi eşsiz yazarların aklına gelebilecek ayrıntılardır.
Dokuz yıl sonra yeniden yazarlık koltuğuna oturarak yazmış olduğu Veda kitabı ise Betül Tınkılıç çevirisi ile Timaş Yayınları tarafından okurlarıyla buluşmak için hazır.
Cheol, adını Korece “felsefe” kelimesinden alan bir çocuk. Oldukça yüksek miktarda paralar kazanarak zengin olan bir şirketin koruması altında bulunan ve seçilmiş insanlardan meydana gelen Human Matters adındaki bir adada babasıyla birlikte yaşıyor. Babası bu bölgenin yapay zekânın yönetiminde olan hümanoid ismini verdikleri robotlar üreten bir laboratuvarında çalışıyor ve bu hümanoidlere vicdan gibi hisler ve duyguların etiği hususunda çeşitli yüklemeler yapıyor. Cheol ise kendisi gibi okula gitmeyen birkaç özel çocukla birlikte zamanının çoğunu evde veya laboratuvar ortamında geçiriyor. Üç kedileri var, ikisi gerçekten kedi fakat biri yapay zekânın yönettiği bir robot kedi. “İsimleri Descartes, Kant ve Galileo’ydu ama özel bir nedeni yoktu bunun. Lisans eğitimini felsefe üzerine yapıp doktora ünvanını “Yapay Zekânın Etik Tercihi” konusuyla alan babamın kendine has isimlendirme tercihiydi.” Henüz buraya kadar olan kısımda bile Veda’nın ince işlenmiş, ayrıntılarında oldukça vakit geçirilmiş özel bir kitap olacağını hissediyordum.
Kalbin derinliklerini ve boşlukları mekanik olmayan hiçbir şey ile dolduramamış insanlığı düşünürken kendini gösteren Cheol, hayatında anlam veremediği birkaç boşluğu her defasında halının altına süpürürken bir gün gece yürüyüşüne çıkan babasının arkasından yağmur yağmasından sebep şemsiye yetiştirebilmek için koşturduğu vakit bölge korumalarıyla karşılaşır. Sistemde kayıtlı gözükmüyordur. Halbuki yapay zekanın insanın nüfusunu alt edecek ölçüde arttığı ve hâkim olduğu bölgede devlet robot ve insanı ayıracak temel kurallar belirlemiş ve her bir robotun sisteme işlenerek korumalar tarafından taşınacak bir aygıtla kolayca tespitinin yapılmasını onaylamıştı. Cheol, insan olduğundan oldukça emindi. Şüphesi dahi yoktu ama sistemde bunun fark edilmemiş olmasını bir türlü kabul etmiyordu. Fakat korumaların da dinleyecek tahammülü olmayınca Cheol, apar topar bir araca bindirilerek toplama kampına gönderilir. “Kalbimin derinliklerinden bir his çağlıyordu ama ne olduğunu kelimelerle ifade edemiyordum. Üzüntü müydü, yoksa ölüm korkusu mu? Duygularım bir vitrinin ardında sergileniyordu sanki. Görebiliyor, ama dokunamıyordum.”
Veda’yı iyi yapan, Kim Young-ha’nın bağlam yeteneğini muazzam bir şekilde kullandığı anlatımının yanı sıra hikâyeyi anlatırken kullandığı sarsıcı tutumdur. Yapay zekânın dünyaya olan hakimiyetini, Cheol’un toplama kampında karşılaştığı binlerce birbirinden farklı hümanoidin insanları dışlıyor olmasını, insanın neslinin bir yerde bitmek zorunda olduğunu ve bunun en büyük etkisinin de kendi aklını kullanarak insan türünden daha zeki ve kullanışlı araçlar yapmasından kaynaklandığını anlatırken öyle taraflıdır ki dünyada bu kadar iyi bir robot üretiminin yokluğundan emin olmasam Kim Young-ha’nın insan olmadığını rahatlıkla düşünebilirdim.
“Yapay zekanın bize neden ihtiyacı olsun? Biz insanken onlar için bir değerimiz var. İnsan henüz tam olarak açıklanamadığı için. Bizim sırlarımız bir bir açığa çıktıkça, ki o günler uzak değil, makineler onlara yüklediğimiz bilinci neden muhafaza etsin ki? Bilinci çalıştırmak için enerji harcamaları gerekirken üstelik. Bir gün robotun biri diğerine soracaktır: ‘Depolama cihazınız doldu. Gereksiz dosyaları silmek ister misiniz?’ Diğer robot da ‘Evet’ butonuna tıklayacaktır. Böylece tamamen kaybolacaksın. Sonsuz hayat, boş bir hevesten başka bir şey değil.”
Cheol, bulunduğu toplama kampında insanların sevilmediğini öğrenir. Kendisi de bir insandır, en azından o öyle düşünüyordur. Bu da demek oluyor ki gösterilen çeşitli şiddetin ardından insan olduğu, bu acıyı hisseden bir bünyesi olduğu anlaşıldıktan sonra muhtemelen öldürülecektir. Hümanoidler arasında bile robotlar kullanışlı veya hurda olarak ayrılıyorken insan ve robot ayrımı yapılıyor olması elbette kaçınılmazdır. İnsansı duyguların yüklendiği bu hümanoidler insan olduklarını zannediyor ve bunda direniyorsa anlaşılması oldukça kolaydır. Birisinin kolunu kopardığınız yerde akan yapay kandan farklı olarak kasların ve sinirlerin yerine geçmiş yapay ipler görünmektedir. Kimse o aşamaya gelmek istemiyordur, özellikle de Cheol. Orada tanıştığı Min, elini köpeğe kaptırmış biri olarak en gerçekçi ve yakın örneği olmuştur. Cheol’a verdiği ilk ders “asla insan olduğunu söylememek hatta tam tersine bir hümanoid gibi hareket etmek” olmuştur. Cheol onun tavsiyesiyle toplama kampında hayatta kalmayı başarmıştır. Min, bir aile tarafından evlat edinilmiş daha sonrasında hurdalığa bırakılmış bir robottur. Min ile birlikte tanışmış olduğu Seol ise başlı başına bir insandır. Babası bildiği kişinin devlet tarafından uygun görülmeyen klonlama yöntemiyle onlarca yapay zekâ özelliklerine sahip insan üretmesiyle meydana gelmiştir. Bu klonlamanın en önemli sebebi bu tarz insanların organlarının hasta insanların organlarıyla değiştirilerek oldukça sağlıklı olmasını sağlamaktır. Bu şekilde halası olarak tanıştırdıkları bir kadının yanında hayvan barınağında çalışmaya başlar. Fakat kadından gördüğü psikolojik ve fiziksel şiddet sonrası zaten yaşlı olan kadın kalp krizinden öldüğünde orada bulunan tek kişi olan Seol, suçlu bulunarak tutuklanır ve toplama kampına gönderilir.
Üçünün apayrı hikayelerle birleştiği bu toplama kampı duyguları tartıştıkları bir yer de olmuştur ayrıca. Tek istedikleri ölmeden önce bu toplama kampından kaçabilmektir. Bunu başarırlar fakat bu kaçış sonunda karşılarına çıkacak olan Dharma adındaki yapay zekâ işletim mühendisi ile karşılaştıkları anda biter. Dharma bir kepçe operatörü gibi önce Cheol’un insan olduğu düşüncesini yıkar. Kendisi babasının şirketten gizlice ürettiği hiper gerçekçi bir hümanoiddir. Daha sonrasında ise insanlar ve onların duygular gibi yumuşak zemin üzerine inşa ettikleri hayatlarına olan düşünceleri yıkar. Dharma ile karşılaşmadan önce yaşadıkları saldırıda Min’in başı gövdesinden ayrılmıştır. Seol, onu tek başına saldırıya uğradıkları alanda bırakmak istemez ve vücudunu toprağa gömdükten sonra Min’in başını da alarak yoluna devam eder. Hayali, Cheol’un babasını bulduktan sonra Min’in belleğindeki bilgileri kurtarmak ve sonrasında ona yeniden bir vücut verebilmektir. Fakat Dharma, onun bu isteğini bıçak gibi kesecek cevaplar verir. Min’in yaşadıklarını yeniden hatırlamasını doğru bulmadığını, ona bir beden vererek sınırlandırmanın yerine soyut bir dünyada özgürce dolaşabilecek bir yapay zekâ ortamına aktarılmasının daha iyi olacağını söyleyen Dharma ile Seol arasında geçen şu konuşmayı okuyunca az önce bahsettiğim ikileme düştüm. Kim Young- ha insan olarak nasıl bu kadar yapay zekâ görünebilirdi?
“Ne olursa olsun eğer yaşatabiliyorsak doğru olan onu yaşatmak. Öyle değil mi? Öyleyse neden insanlar yaralandığında hemen hastaneye koşuyor? Neden doktorlar sadece kalan hayatını mutlu yaşama ihtimali olan hastaları değil de herkesi kurtarmaya çalışıyorlar?”
“Çünkü insan denen hayvanın yaradılışı öyle. Onlar uzun zaman boyunca, kayıtsız şartsız insanların yaşatılması gerektiği etiğine bağlı kaldılar. Bu nedenle hastalar dayanılmaz acılar çekseler bile onları hayatta tutmaya çalışıyorlar. Hastanın fikrini görmezden gelerek. Her ne olursa olsun yaşamın değerli olduğunu iddia etmelerine rağmen bu altınkuralı hiçbir koşulda muhafaza etmediler. İnsanlığın açtığı sayısız savaşı bir düşünün. Bir bir hümanoidin kaderinden bahsediyoruz. Benim şu anda sorduğum şey bu hümanoidi etkinleştirmenin, yani sizin deyiminizle yaşatmanın, gerçekten de hümanoidin kendisi için iyi olup olmadığı konusunda emin olup olmadığınız.”
Okutmak istediğim daha birçok farkındalık anını yaşadığım alıntıyı buraya yazamayacağım gerçeği aklıma geldikçe kendimi mutsuz hissediyorum. Ama beni ayakta tutan bir gerçek var ki o da Veda’nın hak ettiği kıymeti okurlarından göreceği.
En son böylesi bir yapay zekâ kurgusu okuduğum zamanın üzerinden yaklaşık 5 sene geçmiştir. Yalnızca kadınların yaşadığı üst düzey bir teknoloji adası ve onlara çıldıran insan erkekler, dünyayı yok etmeye hazırlanan yapay zekâ üretimi robotlar, teknolojik önyargının insanlığı getirdiği son durum… Bunların hepsini okuduk, liste uzun ve saymakla bitmez. Fakat Veda bunlardan hiçbiri. Teknolojinin ve yapay zekanın konuşulması haricinde hiçbir yönden bu kurgulara benzemiyor. Buradaki robotlar tıpkı insan gibi duygulara sahip fakat insanlar kadar duygularına yenilmiyorlar. Zaten neden robot denildiğinde mekanik bir alet geliyor da gözümüzün önüne bir insan silüeti gelmiyor diye düşünürdüm. Neyse ki yalnız değilmişim. Human Matters’da yasal yollarla tescillenmemiş bir hiper gerçekçi hümanoidin insana özgü duygularını besleyen yapısının yanında özündeki sınırsızlığı kaybetmek istememesi üzerine çizdiği o belli belirsiz sınır; arkadaşlığa, ebeveyn olmaya ve daha birçok sığınağımıza değiyor.
“Sadece buz ve su ama neden bu kadar yürek burkan bir güzelliğe sahip?” diye mırıldandı gözlerini gölden ayırmadan. “Su sadece hidrojen ve oksijen moleküllerinden oluşan bir madde. Peki neden biz bu şeyleri güzelmiş gibi hissedecek şekilde yaratıldık acaba?” Yazarken kendisinin de bir çeşit iç sorguya girdiğini düşündüğüm Kim Young-ha’nın kitabı Veda, gerçekten eşinin ağlayacağı kadar var. Ben yalnızca bir su ve buzdan ibaret olan maddenin karşısına geçip kaç kararımdan geri döndüğümü ya da o kararlara atlayacak cesareti bulduğumu düşüneceğim biraz. Sahiden bu kadar basit mi her şey? Aşkı ve acıyı örnek göstererek kıyas yapan insana bakıp gülen Sophia’ya anlam veremedik hâlâ. Ama Cheol gibi insan özelliklerini kaybetmemek adına büyük savaşlardan, duyguları haricinde her şeyi parçalanmış bir halde çıkan robot da olur mu dersiniz?
“Evrenin ruhunun mutlak bilinç olup olmadığını bilmiyorum. Fakat benim inandığım evrenin ruhu mutlak bilinçten farklı olarak canlı doğmaya ve bireysel belleğe sahip şekilde var olmaya da izin veriyor. Bizler evrenin ruhunun bir parçasıyız ama şimdiki sen, ben ve Min gibi bireysel bilince sahip varlıklar olarak dünyaya doğabilir. Evrenin ruhunun neden böyle yaptığını bilmiyorum. Ancak böyle şeyler evrenin çeşitli yerlerinde meydana geliyor. Canlılar oluşuyor yani. Ve bu canlıların çok azı evren ve evrenin ruhu hakkında düşünme yeteneğine sahip. Bizler önemsiz varlıklarız ve bu dünyaya neden geldiğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok ama evrenin ruhunun bunu yapmasının bir nedeni olduğuna inanıyorum.”

- Kim Young-ha / Veda
- Timaş Yayınları – Dünya Edebiyatı / Roman
- Çeviri: Betül Tınkılıç
- 256 sayfa