Dünyada da ilgiyle karşılanan Sally Rooney, son romanı İntermezzo ile ülkemizde kısa sürede üç baskı yaparak okurlar üzerindeki etkisini bir kez daha gösterdi. Sosyal medya platformlarında, özellikle Instagram’da kitabın keşfet sayfamızı ele geçirdiğini görmek, Rooney’nin çevrimiçi dünyada ne kadar güçlü bir yankı bulduğunun da kanıtı. Peki, bu kadar çok okunup sevilmesinin ardında yatan sebepler neler?
Yazdığı her romanı heyecanla okumuş ve Rooney’nin anlatımıyla derin bağ kurmuş bir okur olarak, bu konuya dair birkaç fikrim var, irdelemek istiyorum ama kabaca ifade etmem gerekirse şöyle: Bu popülerliğin sebebinin yazdığı romanların deneyimlerimize ayna tutmasıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Ve elbette sıradan duyguları sadelikle ve aynı zamanda derinlikle anlatabilmesi en büyük etken olabilir.
Sally Rooney, hikayelerinde karmaşık ama tanıdık ilişkileri, içsel çelişkileri, aşkı, arkadaşlığı, yalnızlığı, kaygıyı ve insana dair pek çok duyguyu son derece anlaşılır bir dille ele alıyor. Okurken onun karakterleriyle çok kolay empati kurabiliyorum; karakterler duygularını, endişelerini paylaşıyorlar ve ben de onları dinliyorum, tanıdık buluyorum. Ve bu noktada Rooney’nin karakterleri benim için kurgu olmaktan çıkıp, gerçek hayattan tanıdığım insanlara dönüşüyor. Onların mutlulukları, üzüntüleri, yaptıkları hatalar bana kendi hayatımda sık sık karşılaştığım duyguları hatırlatıyor. Mesela, Normal İnsanlar’daki Connell’in hissettiği güvensizlik ya da Marianne’in dışlanmışlık hissi, bende çok tanıdık bir etki bıraktı. Onlarla aynı duygusal karmaşanın içinde gibiydim; çünkü hayatımın belli dönemlerinde yaşadığım duygulardı bunlar ve Rooney’nin anlatımıyla sanki o anlara yaklaşıp yer yer belirsiz olan bu duygularımı daha anlaşılır hale getirdim.
Bir başka sevdiğim şey ise Rooney’nin karakterlerinin güçlü yanlarını idealize etmeden, kırılganlıklarıyla birlikte göstermesi. Mesela Arkadaşlarla Sohbetler’de Frances’in kendine yönelttiği sert eleştiriler ve çoğu zaman çevresi tarafından anlaşılmama hissi beni epey etkiledi. Bu karakterleri yargılamak yerine kendimi onların yerine koyarak düşünmeye başladım: Bu durumda ben olsaydım ne yapardım?
Güzel Dünya, Neredesin? kitabında Eileen ve Simon’un ilişkisi modern yaşamın getirdiği zorluklarla dolu. Rooney, bu karakterlerin kendilerini bulma çabalarını ve özgürlük arayışlarını ustaca işlerken, ben de kendi hayatımdan parçalar bulabildim mesela.
Son romanı Intermezzo’yu da benzer bir duygusal bağ kurarak okudum; bu kez hikaye, iki erkek kardeşin yas sürecinde geliştirdikleri çalkantılı ilişkilerine odaklanıyordu. Yine karakterlerin kırılganlıkları ve çatışmalarıyla bolca empati kurduğumu söylemeliyim.
Toplumsal meselelerin gündemi işgal ettiği bir dünyada, çoğu zaman kişisel sorunlarımızı ve duygularımızı unutuyoruz. Rooney’nin romanları, unuttuğumuz bu insani duyguları hatırlatıyor. Bazı okurlar, bu sorunları küçümseyip -yer yer haklı olabilirler:)- ‘Ne saçmalık, bunlar dert mi?’ gibi bir noktadan eleştiriyor. Ancak ben bu görüşün tam tersinden bakıyorum; bu ‘basit’ görünen dertler, insan olmanın temelini oluşturuyor çünkü. Bunu hatırlamak hiç fena bir fikir gibi de durmuyor, bilmem ne dersiniz?
Sally Rooney’nin feminist duruşunun da eserlerinin popülaritesinde etkisi olduğunu düşünüyorum. Ağırlıklı olarak kadın okuyucular tarafından ilgiyle karşılanmasının sebebinin de bu olduğuna inanıyorum. Kadın karakterlerin içsel yolculuklarını ve toplumsal baskılara karşı verdikleri mücadeleleri okuyoruz. Bu durum, haliyle, birçok kadın okuyucu için tanıdık ve anlamlı oluyor.
Feminizm dışında birçok sosyal ve güncel politik soruna da değiniyor. İklim krizi ve toplumsal adalet gibi hepimizi yakından ilgilendiren konuları metinlerine entegre ederek tartışma alanları yaratıyor. Üstelik Rooney, bu meseleleri sadece eserlerinde ele almakla kalmıyor; yaptığı açıklamalarla kendi duruşunu cesurca sergiliyor ve bu, onunla daha güçlü bir bağ kurmamıza yardımcı oluyor. Sonuç olarak, bu yaklaşım bizi yazara ve eserlerine daha da yakınlaştırıyor.
Kendi yaşantımızdan bir diğer tanıdık his ise, bu romanlarda dijital çağın etkisinin belirgin bir şekilde ortaya çıkması. Instagram’da dolaşırken, karakterlerin de aynı şekilde Instagram’da vakit geçirdiğini görmek bana iyi geliyor. Emojili mesajlara tanık olmak, roman okurken çok yeni bir durum ve benim açımdan oldukça güzel bir okuma biçimi. Günümüzde iletişim biçimlerimiz büyük ölçüde dijital platformlara kaymışken, Rooney’nin karakterleri bu ortamda kendi kimlik arayışlarını sürdürüyorlar. Sosyal medya üzerinden kurulan ilişkileri okuyoruz mesela ve bu tanıdık his güzel bir okuma deneyimine dönüşüyor. İşte, karakterlerle bağ kurmamıza yarayan bir ayrıntı daha.
Değinmeden geçmek istemediğim bir diğer ve aslında son şey de Sally Rooney’nin romanlarının televizyon dizilerine uyarlanması. Normal People ve Conversations With Friends , Rooney’nin anlatım tarzını ve karakter derinliğini görsel olarak deneyimlememize imkan verdi. Bu uyarlamalar, geniş bir izleyici kitlesine ulaştığı için Rooney’nin eserlerine olan ilgi de arttı. Ayrıca görsellik, kurduğumuz bağı da sağlamlaştırdı. Ben de ilk olarak Normal İnsanlar’ın dizi uyarlamasını izlemiştim mesela; sonra romanlarına ilgi duymaya başladım. Ve bugün bu yazıyı yazacak noktaya geldim. :) Her neyse.
Sonuç olarak, Sally Rooney’nin eserleri, içsel deneyimlerimizi anlamamıza ve empati kurmamıza olanak tanıyor (özellikle Y ve Z kuşaklarına). Onun karakterleri aracılığıyla yalnız olmadığımızı hatırlıyoruz; bu da eserlerinin bu kadar çok okunup sevilmesinin nedenini yeterince açıklıyor bence.
Yazının sonuna geldik; evet, hepsi bu kadar. :)