Kitabın sayfaları arasında zaman geçirirken aklıma ara sıra Sait Faik Abasıyanık’ın bir cümlesi geldi. “Hiç içinize taş gibi, ağır bir su gibi bir sevgi oturdu mu?” Düşününce duyguların hiç böylesine ağırlık yapacağı aklımın ucuna dahi gelmezdi. Fakat gelin görün ki insan hiçbir şeyi yaşamadan da öldüm demezmiş. Benim de sevginin ağırlığını üzerimde böylesine hissedeceğim zaman gelmiş.

Şarkıcı, öğretmen ve kendi tabiri ile çılgın bir bilim insanı olan Hana Tooke, isminden önceki takılarına birini daha ekleyerek yazarlığını ortaya koymuş. Amsterdam’ın polderlerinde devasa saatlerin ve bitmek tükenmek bilmez bir hayal gücünün içerisinde büyüdüğünü söylemiş kendisini anlattığı yazısında. Son zamanlarını kuklalarıyla ve küçüklüğünde geçirmiş olduğu hayal gücünün etkisi sayesinde yazılarıyla geçiren Hana Tooke, kaleme aldığı Sahipsizler kitabı ile Birleşik Krallık’ta Çok Satanlar listesine adını yazdırmış çoktan. Çevirisini Barış Purut, kapak tasarımını bile orijinal dilindeki kapağı ile Ayesha L. Rubio üstlenmekte.
“O halde biz de kendimizi evlat ediniriz.” (sayfa 79)
Küçük Lale Yetimhanesi Amsterdam’da bulunan ve iki ev arasında sıkışıp kalmış bir şekilde ayakta durmaya çalışan bir işletmedir. Fakat bu yetimhanenin diğer yetimhanelerden ayrılacak değişik kuralları vardır. Küçük Lale Yetimhanesi müdiresi terk edilecek yetimlerin öncelikle pamuklu bir battaniyeye sarılı olmasını sonrasında hasır bir sepetin içerisine yerleştirilmiş olmasını ve en sonda da yetimhanenin en üst merdivenine bırakılmış olmasını ister. Fakat düşününce terk etmek zaten ağır bir hisken ve oldukça kötü olan kişilerin de kötülüklerinin apaçık ortaya çıkmasını sağlayan bir eylemken bir de bu eyleme kural koymak daha da karmaşıklaştırır her şeyi. Gerçekten de öyle olmuş ve Sahipsizler’in kahramanlarını belirleyen beş yetim bu kuralların hiçbirine uyulmadan yetimhaneye terk edilmiş.
Bu beş yetimden ilki yeşil bir kurdeleye sarılarak ilk kuralı ihlal etmiştir. Üstelik bu bebeğin normal insanlardan toplam iki parmak fazlası vardır. Müdüre ona a lot of yani çok fazla kelimesinden türemiş Lotta ismini verir. İkinci yetim ise bir kömür kovası içinde siyaha bulanmış bir şekilde kömür deposunun yanında bulunur. Yumurta gibi kafasına bakan müdüre ona egg yani yumurtadan türemiş Eggbert ismini verir. Üçüncü yetim ise müdüre tarafından bir piknik sepetinin içinde sandviç ve bademli kurabiyelerin arasında kıvırcık kızıl saçları ile kımıl kımıl oynarken bulunur. Saçlarının arasında bulduğu rezene parçaları bu küçük yetime fennel yani rezene kelimesinden türemiş Fenna ismini vermesine sebep olur. Dördüncü yetim bir buğday çuvalının ayak kısımlarından kesilerek elbise haline getirilmiş ve kova içerisine yerleştirilmiş bir şekilde bulunur. Hiçbir kurala uyum sağlamamış bu yetim buğday çuvalı içerisinde oldukça utanç verici gözükür müdirenin gözünde. Çuvalın üzerinde irmik buğdayı yazılmasından ötürü semolina yani irmik kelimesinden türemiş Sem adını alır. Son yetim Milou ise adını kendisini saran kadife battaniyenin köşesine işlenmesinden kaynaklı yetimhaneyi isim konusunda yormayarak gelir. Tabut şeklinde tahta bir kutu içerisinde ve çatıya bırakılmış bir şekilde bulunur.
Yetimhane denildiğinde birçok sevgiye aç çocuğun bulunmasından ötürü gereğinden fazla bir sevgi ağı ile sarılmış olması beklenir. Fakat Küçük Lale Yetimhanesi gereğinden fazlasını bırakın gereğinden oldukça az bir sevgi ağına sahiptir. Küçük çocukların soğuk içerisinde bırakıldığı ama müdirenin odasında yanan koca bir sobanın olması sevginin azlığını gösteren örneklerden biridir. Buna ilaveten çocuklar tek kişilik yataklarda üç çocuk sığacak şekilde uyumaktadır. Yetimhanenin bozuk eşyaları, boyanacak duvarları, yıkanacak bulaşıkları da yetimler tarafından yapılır. Yetimhane küçük bir çocuk işletmesi haline gelmiştir hem de kimseye fark edilmeden. Küçük yetimler bu yüzden olsa gerek evlat edinmek isteyen aileler kapıdan içeri girdiği anda kendilerini en temiz şekilde görmeleri ve en iyi şekilde tanımaları için adeta ağızlarıyla kuş tutarlar. Bir kişi hariç: Milou. O hep ailesinin gelip kendisini alacağını düşünür. Hatta durun ne düşünmesi, bundan emindir bile!
Küçük Lale Yetimhanesi müdiresi Elinora Gassbeek bu beş yetimden hiç hazzetmiyordur. Zaten geliş şekilleri bile kendi kurallarını çiğnemiş gibi hissettirirken bu ucube tiplerin on iki yıldır evlat edinilmemiş olması daha da can sıkıcıdır. Bu yetimhane başına hiç gelmemiştir. Tabii inanmak isterseniz… Müdüre Gassbeek çareyi Rotman’ı devreye sokmakta bulur. Rotman müdüre ile anlaşması sonucu böyle fazlasıyla yetimhanede kalmış olan çocukları yanına alarak kaptanı olduğu geminin işlerini ölene dek yaptırmaktadır. Bir çocuğun gücünü bilirsiniz hiç de sandığınız kadar fazla değildir. Bu sebeple Rotman’a dayanan çocuk sayısı da az olacaktır. Rotman, Küçük Lale Yetimhanesi’nin daimî müşterisi oluverir. Bu beş yetime talip olan Rotman, kendisini iyi düşünceli, seyahat etmeyi seven, çocuklara bakacak bir yardımcı bile tuttuğu yalanını rahatlıkla söyleyebilen biri olarak tanıtır kendisini. Beş yetimden dördü kesinlikle bu yalanları yemiş ve heyecanlanmıştır. Fakat Milou bu durumda kendisini huzursuz eden bir şeyler hisseder. Yanlış bir şey yaptığını bile bile müdirenin özel mülküne adım atar ve onları gizlice dinler. Gerçekleri öğrendikten sonra ise tek yapacağı şey buradan kaçmaktır.
Milou, yetimhaneye kucağında Amsterdam’ın en yumuşak pamuğundan yapılmış kukla bir kedi ile terk edilmişti. Kukla ayrıntısı yazar Hana Tooke’dan kitabın kahramanlarına bırakılmış bir miras gibi. Kendi odasında Milou ve diğer dört yetimi fark eden müdüre elindeki kukla kediyi çekiştirip kafasını kopardıktan sonra Milou kukla içerisinde bir cep saati olduğunu görür. Bunca zamandır kedi kuklasının içinde kalbinin attığını zannettiği şey meğerse bir cep saatidir. Bu saatin üzerine işlenmiş bir koordinat vardır. Buradan kaçmak zaten planları arasındayken şimdi kendisini bulmalarını beklediği ailesini bulabilme ihtimali ve bir evinin olacağı düşüncesi onu daha da heyecanlandırır.
“Belki ailen bir gün senin için gerçekten de geri dönecektir ama diğerlerimizin sarılacağı böyle bir umudu yok. Şu anda sahip olduğumuz özgürlük, hayatımızda bize ait olan tek şey.” (sayfa 211)
Milou’nun çocukluğu boyunca onlarca hikâye yazmış olduğu bir defteri vardır: Teoriler Kitabı. Ailesinin tabuttaki izlerden dolayı vahşi kötü bir adamdan kaçmasından tutun uçan balonlara kadar birçok teorisini yazmıştır. Hatta bu teorilerini akşamları yatmadan önce arkadaşlarına masal gibi okur. Fakat şimdi bu teorilerinden hangisinin tutacağını merak ederek yetimhaneden kaçmıştır. Yanında dört yetimle birlikte kendisine bırakılmış koordinatlara varırlar. Gördükleri tek şey devasa bir meşe ağacıdır. Fakat yanında da terk edilmiş bir ev vardır. Milou burada bir süre kalmayı ve ailesi hakkında ipuçları bulmayı ister. Hatta arkadaşı onun için bir ipucu bulmuştur. Liesel adında bir kıza ait hikayelerin yazılmış olduğu kitaplar kütüphane kitaplığında duruyordur. Milou ablası olarak tahmin ettiği Liesel ile bir ortak noktasının olmasına hayranlık duyarken gerçekler hiç de öyle beklediği gibi olmayacaktır.
Beş yetim burada bir süre kalmaya karar verir. Bu süre içinde eve çeki düzen vermeye ve beş yetimin başıboş durduğu fark edilmesin diye Milou’nun babası Bram’a benzeyen bir kukla hazırlamaya başlarlar. Bu sayede baba buralarda onları evlat edinmiş ve göz kulak olmaya başlamış gibi gözükecektir. Fakat çevrenin gözleri üzerlerindedir elbette. Özellikle bir zamanlar çok huysuz olan Bram ve kızı Liesel’in bir gün aniden ortadan kaybolması gibi bir anda ortaya çıkması da ilgi çekmiştir. Polder koruma memuru Edda da bunlardan biridir. Beş yetim Edda haricinde bir de gizlice kaçıp gittikleri yetimhaneden kaynaklı Çocuk Bürosu’ndan gelen kadınla da uğraşmaktadır. Bunca sorun içerisinde açlıklarını gidermeyi, sağ salim uyuyup uyanabilmeyi, para kazanabilmeyi öğrenirler. Bunları yaparken herkes kendi güçlü yanını fark eder. Onlara bu yolda en çok yardımcı olan şey: hayal gücüdür.

Bir gün depoda buldukları terk edilmiş tiyatro salonunu tekrar hayata geçirip Çocuk Bürosu’nun kendisinden istediği evlat edinme ücretini ödeyebilecek parayı kazanmayı ve Milou’nun ablası zannettiği Liesel’in hikayelerinden birini kukla oyununa çevirerek ailesini buraya çağırmayı düşünürler. Bu durum olana kadar peşlerine takılan Rotman, kendilerinden içten içe şüphelenen Edda ve Çocuk Bürosu çalışanı onlara birçok sorun çıkaracaktır. Fakat ne demiştik? Kalbimizde bir şeyi gerçekten istediğimiz zaman bize engel olacak hiçbir şey olmayacaktır.
Yazar Hana Tooke kendi yaşamından izleri ilmek ilmek işlediği Sahipsizler kitabında bir çocuğun küçükken sahip olduğu hayal gücü ve inancıyla neleri başarabileceğini kanıtlamaktadır. Başlarına gelen işler boylarından büyükken zıplamaya ihtiyaç bile duymadan sivri zekalarıyla çözüme ulaşmaları, gerçeklerin hayal ettiklerinden ne kadar acı verici olduğunu fark etmeleri Sahipsizler’i bitirdikten sonra bize kalanlar olmaktadır. Milou gerçekten de isteyerek terk edilmemiştir. O gerçekten büyük bir sevginin meyvesidir. Tiyatro salonunda beklediği şey olur. Fakat sonrasında gerçekleşenler sadece Sahipsizler okurunun bileceği güzellikler olsun.
“Evet,” dedi Milou, kalbi bir yarasanın kanatları gibi çarpıyordu. “Evet. Hikâyenin nasıl biteceğini biliyorum.”
Diğerleri ona gülümsedi.
“O halde Poppenmaker’lar işe koyulmaya tam anlamıyla hazır,” dedi. Lotta neşeyle gülümseyerek. “Dehşet Tiyatrosu hazır olacak.”
Milou gülümsedi. “Ve kendi kâbusumuz sona erecek.” (sayfa 295)
İyi okumalar.

- Hana Tooke – Sahipsizler
- Timaş Genç Yayınları – Roman
- Çeviri: Barış Purut
- 384 sayfa