“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..”
Virginia Woolf 1882 yılında Londra’da dünyaya geldi. İçinde doğmuş olduğu dönemde kadın-erkek eşitliği söz konusu değildi. O dönemde kadınlar için biçilmiş iki şey vardı; çocuk büyütmek ve eşlerine hizmet etmek. Woolf’u bu şartlar ve kadının bu kadar değersiz görülmesi rahatsız etmekte ve onların neden yazmadığının üzerinde düşünmektedir. Woolf, kadınların yaşadığı zorlukları ve eşitsizlikleri eserlerinde yoğun olarak işlemiştir. Bu yüzden kadın hareketini destekleyen grupların favori yazarı olmuştur. Toplum tarafından kadına yapılan baskılara rağmen Woolf, kadınların da özgür olabileceklerini ve istedikleri gibi yazabileceklerine inanmaktadır. Bunu yapabilmenin tek yolunun ise kendilerine ait bir odaya sahip olmaktan geçtiğine inanmaktadır. Aynı zamanda Virginia Woolf toplumdaki kadınları bu konuda destekleyip cesaretlendirerek onların da toplumda bir birey olarak yer almalarını sağlamaya çalışmaktadır. Bunun üzerine Woolf, kadınlar için kurguladığı bir odadan bahseder. Her kadının kendine ait bir odası, kendine ait bir dünyası olmasından bahseder. Bu oda bir metafordur. Kadınların düşüncelerini özgürce ifade edebildiği her kadının sahip olabileceği özel bir odadır.
Kitap, Oxbridge okumak isteyip sırf kadın olduğu için eğitimini tamamlayamayan bir kadın ile başlar. Daha sonra kadınların ev ve aile yaşamı çerçevesinde devam eder. Bu çerçevede kadını hapseden en büyük çerçeve annelik etkenidir. Zira toplum tarafından kadının en belirgin görevi çocuk bakmaktır. Toplum ve eşi tarafından belli bir kalıba sokulan kadın artık bir kaçış aramaktadır. Kadının seçimi yoktur, seçme şansı yoktur.
Woolf eserinde kadın ve kurmaca arasında bir ilişki kurmaktadır. Kurgudan kastettiği ise günümüzde ki roman ve hikâyedir. Kurmaca onun dönemine kadar erkeklerin egemenliği altındadır. Örneğin en tanınan isim olan Shakespeare, kurmaca metinlerinde düz ama şiirsel bir dil kullanarak yazmaktadır.
Woolf’un eserini farklı kılan başka bir nokta ise hikâyesinde “bilinç akışı” yöntemini çok iyi kullanmış olmasıdır. Kütüphane de kadınların toplumdaki yerini araştırmak için girdiği kütüphanede geçmişe gidip olayları farklı yorumlamaktadır. Şöyle ki “Shakespeare’in bir kız kardeşi olsaydı ve onun sahip olduğu yeteneklere sahip olsaydı neler olurdu? Shakespeare kadar başarılı ve ünlü olabilir miydi?” gibi sorular sorup cevap vermektedir. Bu durum onun eserlerini okurken daha dikkatli okumayı gerektirmektedir. Çünkü zihninde yaptığı yolculukları takip etmek sanıldığı kadar kolay olmamaktadır.
Kitabın sonuna doğru “I” harfi ortaya çıkmaktadır. Bu harf ona farklı suretlerde gözükmektedir. Kadın gibi. İngilizce’de ‘I’ harfi ‘ben’ demektir. Yani kişi sürekli olarak kendisine yani ‘ben’e ulaşmaktadır. Kişi ne olursa olsun varoluşunu belirleyen tek şey onun cesareti ve imkansızlıklar içinde başardığıdır. Bu yüzden kişi kendinden sorumlu ve bu yüzden dönüp dolaşıp ‘ben’e ulaşmaktadır.
Hikâyesinin içinde iffet, kadınların kendi arasındaki çekişmelere de yer veren Woolf hikâyesini kurmaca bir metin ile sonlandırmaktadır, çünkü kadının kendisini özgürleştirmesinin ilk yolunun kurmaca yazılar yazabilmek olduğuna inanmaktadır.
Virginia Woolf’un feminizm etkileri taşıyan bu eseri kadınların toplumdaki yerini gözler önüne seren sanat ve cinsiyet yoğunluklu bir çalışma niteliği taşımaktadır. Kitap incelendiğinde bazen basit bir feminizm hareketi aşılarak genel olarak erkeklere karşı oluşan bir başkaldırış gözlenmektedir. Ancak bu olumsuzluklara rağmen Virginia Woolf’un sanat hayatının belki de en güzel eseri Kendine Ait Bir Oda diyebiliriz.
Kitabın adı: Kendine Ait Bir Oda
Yazarı: Virginia Woolf
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa: 127
Baskı: 2016
Tür: Roman