“Ya bin yılcılar haklıydıysa? Bizi şu anda olduğumuz yere getiren yola on yedinci yüzyılda girdiğimiz söylenemez mi? Sonuçta Londralılar ısınmak için büyük ölçekte kömür kullanmaya o zamanlar başladı, fosil yakıtlara olan bağımlılığımız da böylece ortaya çıktı. Jakoben oyun yazarlarınız, onları ısıtacak kömürleri olmasaydı öyle yazabilirler miydi? Yeryüzünde uzun süredir uykuda olan öfkeli canavarın yeniden canlandığını biliyorlar mıydı?” (sayfa 133)
Hintli yazar Amitav Ghosh Oxford Üniversitesi, Delhi Üniversitesi gibi iyi üniversitelerde eğitim görmüş fakat düşüncelerini geliştirme yollarında üniversite bilgisi haricinde de kendisine bir şeyler katabildiğini her adımında belli ediyor. Bu zamana kadar yazdığı kitaplarıyla Man Booker’dan Locus ödüllerine kadar birçok ödüle aday gösterilmiş bunların yanında Arthur C. Clarke, Padma Shri, Medicis Yabancı Roman ödüllerinin de kazananı olmuştur. Fakat aldığı ödüllerden birinin değeri doğup büyüdüğü Hindistan’da oldukça önemli görülmekte. Jnanpith ödülü, Hindistan’ın en büyük edebiyat onuru olarak kabul edilmektedir. Amitav Ghosh 2018 yılında bu ödülün 54. sahibi olmuştur. Bu yüzden Amitav Ghosh dünya üzerinde İngilizce dilinde en iyi tarih kurgusu yazarı olarak tanınmıştır. Kendi fikrimi söylemem gerekirse yalan da değil. Öyle iyi bir tarih yazarıdır ki okurken gerçek mi yoksa kurgu mu olduğunu anlamakta zorlanırsınız. Fakat şöyle de bir nokta vardır ki en iyi kurgular bile gerçeklerden beslenir.
Timaş Yayınları’ndan mayıs ayı içerisinde çıkan Silah Adası kitabı, İngilizce aslından çevirisini Mehtap Özer Isović, editörlüğünü Ayşe Tuba Ayman ve orijinal kapağı ile aynı olan kapak tasarımını Gunjan Ahlawat’ın üstlendiği kitap olup dünya edebiyatı kitaplığı arasında yerini almıştır. Silah Adası, en genel bakış açısıyla Manasa Devi efsanesini konu alan fakat bunun yanı sıra iklim krizinden, aniden ölen hayvanlardan, bölge içerisinde zamanı belirsiz gerçekleşen siklonlardan, batan ve çıkan onlarca hayattan, rutini bozan olaylardan, insanlardan, tesadüflerden bahseden çok değerli bir kitaptır. Uzun zamandır dünya edebiyatı kitaplarını okuduğum için tecrübelerime güvenerek şunu söylemeliyim ki ben böyle bir kitabı ömrüm boyunca bunun haricinde birkaç kez daha görebilirim en fazla. O kadar özel ve o kadar gerçekçi bir kitap ki adeta insanlığın şimdilerde yaşadıkları kaderi yazıyor gibi. Şimdi olmasa da bir gün Silah Adası içerisinde geçen olaylardan en az birini yaşayacağız demektir bu. Zaten ülke olarak kötü şansa ve doğa olaylarına denk gelmiş bir şekilde Silah Adası’na konuk olmuşuz. Büyük bir orman yangını yaşamış olan Türkiye, mültecilerin kaçış planları içerisinde ayak bastıkları noktalardan da biri olarak kitapta yerini almış.
Amitav Ghosh’ın The Guardian’da yayımlanmış “Where is The Fiction About Climate Change?” başlıklı yazısına denk geldim. İklim krizini konu aldığı yazısında edebiyat ve iklim krizi gibi bir gerçekliğin bir araya gelememesi üzerine yaptığı sorguya tanık oldum. Kendisi bu konu hakkında düşüncelerini şöyle dile getirmiş:
“İklim değişikliği neden edebiyata dünyaya olduğundan çok daha küçük bir gölge düşürüyor? Belki de vahşi bir dere alışılmış anlatılardaki gibi yelkenli gemilere yol gösterir. Ancak gerçek şu ki, şimdi yaygın olarak kabul edildiği gibi, vahşiliğin standart kabul edildiği bir zamana girdik: eğer belirli edebi biçimler bu suların üstesinden gelemezlerse, başarısız olacaklar ve başarısızlıklarının iklim krizinin kalbinde yatan daha geniş bir ölçekte yaratıcı ve kültürel başarısızlık alanında başarısızlık olarak sayılması gerekecek.” (The Guardian, Amitav Ghosh)
Bu da demek oluyor ki ne kadar iyi bir yazar veya kurgucu olursa olsun insan gerçeklere yüz çevirdiği vakit sakin sakin yüzdüğünü sandığı derece vahşice akan bir akarsuya bağlanabilir ve insan yukarıdan aşağıya hızla düşerken bu başarısızlık vücudunda alacağı hasarlar gibi sürekli kendisiyle beraber yaşamaya devam eder.
Deen Datta, Silah Adası’nın anlatıcısı ve ana karakteridir. İyi bir eğitim almış, kitaplar üzerine araştırmalar yapmış ve eski kitapları inceleme üzerine yetenekleri olan Deen, tüm bunları bir kenara bırakarak bir antika kitapçı olmaya karar verir. Kendisine yaşadığı Brooklyn’de bir dükkân satın alır ve tüm gününü kitapçı olarak geçirmeye başlar. Fakat bir gün doğup büyüdüğü Kalküta’ya yolculuk eder. Burada kısa bir süre kalmak ve geri dönmek düşüncesindeyken bölgenin yaşlı ve Manasa Devi efsanelerine konu olan tacirlerden biriyle tanışma fırsatı yakalamış özel kadın Nilima’nın kendisiyle tanışmak istediğini öğrenir. Gitmesine bir gün kala gelen bu haber sonucunda Nilima’yı görmeye gider ve bu efsanelerin gerçekleştiği Silah Adası’na yolculuk etmesini istediğini öğrenir. Sebebi ise Deen’in araştırma ve inceleme yeteneğine sahip olmasıdır. Ayrıca istemsizce bu efsanlere inandığını da hissetmiştir. Nilima, adaya giderek etrafı incelemesini, notlar almasını ve öyle Kalküta’dan ayrılmasını ister. Deen, hayatındaki bütün heyecanı kapı dışında bırakıp kendisini antika kitap dükkanına kapatmışken hiç böyle bir heyecan peşinde değildir. Fakat Nilima’nın kurduğu dernek içerisinde kendisine yardımcı olan ve adeta manevi kızı kabul ettiği biyolog Piya ile tanıştırdığı vakit Deen’in yalnızlığı, aşka olan umutsuzluğu kendisinden önce teklifi kabul eder. Bu adaya giderken yolda dernek çalışanı Moyna ile sohbet eder. Siklonun insan hayatına verdiği zararları, doğa olaylarının önlenemez derecede güçlü olduğu ve bilinmezliği somut bir şekilde gözler önüne sermesinde yardımcı olan Moyna, bu efsane uğruna kaybettiği eşinden sonra büyüttüğü oğlunun iyi tahsillere sahip olmasını isterken geldiği durumları da anlatır. Doğa olayları duvarları yıkarken, yaşayan canlıları sınıflandırmadan öldürürken sadece görülebilir hasarlar bırakıldığı sanılır. Fakat insanın psikolojisi, ruhsal çöküşü, bir daha olma ihtimaline karşılık içinde bir türlü söndüremediği korku ateşi üst üste koyup yeniden ördüğümüz duvardan daha tehlikeli ve sancılıdır. İşte bu yüzden Amitav Ghosh, iklim krizini makalelerden alıntılar yapıyormuş gibi anlatmanın ötesinde insanlar üzerine etkisinden, sürüp giden hayatın içerisindeki sürüncemelerden, tekrardan ve tekrardan hayatta kalabilme savaşından bahsetmektedir. The Guardian’da yayımlanmış yazısında bunu bilinçli olarak yaptığını da kabul eder.
“Aslında, bu belki de en geniş anlamda kültürle yüzleşmek için şimdiye kadarki en önemli sorudur – hata yapmayalım: iklim krizi aynı zamanda kültür ve dolayısıyla hayal gücünün bir krizidir.” (The Guardian, Amitav Ghosh)
Kalküta’da küçük çocuklara masal niyetine anlatılan Manasa Devi efsanesi vardır. Bu dev zehirli yaratıklara ve yılanlara hükmeden bir tanrıçadır. Her hikâyede farklı bir tacire zarar vermekte olan bu tanrıça tacirlerin kendisinden kaçmak için başka bölgelere gitmesinden bile etkilenmeden tacirin ailesinden birisini yılan ile zehirler ve öldürür. Bu Bengal efsanelerini efsane gibi görenler de vardır gerçek olduğuna inananlar da. Nilima bu devin zorluklarından kaçabilmiş bir tacirle tanıştığını söyleyene kadar Deen için de sadece efsane olarak görülmesi konusunda ikna edilmeye yatkın olduğu söylenebilir. Fakat bu tanışma hikayesi içini gıdıklayan gerçekliği uyandırır. Deen, kısa zamanda yaptığı Silah Adası gezisiyle zehirli yılanlarla, sembollerle ve yılanlardan birinin zehrinin Moyna’nın oğlu Tipu’yu ne hale getirebildiğiyle karşı karşıya kalır. Tipu bu zehir yüzünden komaya girer fakat arada bir dünyaya dönerek ileride gerçekleşecek olan olaylara atıfta bulunur. Bu durum akla mantıksız gelse de kabul edilmek zorunda kalacak durumlarla karşılaşılacaktır.
“Gerçekten önemli olan hiçbir şeyin varlığının kanıtlanamadığı varoluşumuzun en derinlerindeki gizemlere erişmenin ancak hikayeler yoluyla mümkün olduğunu biliyorlardı- aşk ya da sadakat gibi, hatta bir yabancının veya hayvanın bakışlarını üzerimizde hissedince arkamızı dönmemizi sağlayan yetimiz gibi. Görünmez, anlaşılmaz veya sessiz varlıklar bizimle ancak hikayeler aracılığıyla konuşabilir; geçmişin bizimle iletişim kurmasını sağlayan hikayelerdir.”(sayfa 136)
Her an yeniden yaşanması beklenen siklonların düşüncesi ile başlayan Silah Adası, Piya ile birlikte aniden ölen ve karaya vuran canlıların şüphesi ile devam eder. Daha sonrasında Tipu’nun mültecileri vizesiz başka adalara geçirebilme yeteneği ile sınırlar içerisinde oluşan mülteci kalabalıklığının ülkeleri tehlike alarmına sokması ile Deen’in Venedik gezisi aynı zamanlarda olur. Ülkelerin iklim değişikliğinden etkilenme hikayeleri ile şimdiki zamanın arasında geçen iletişimin insanları sürüklediği yeni durumları anlatan bu kitap kaçıncı yüzyılda olursak olalım gerçekleşebilecek olanların listesini sunuyor.
“Yine de sayfayı çevirin ve bir kral kobra çarpmak üzere ya da bir duvar bloğu bir binadan düşmek üzere. Duvar bloğu müdürlerimizden birini ya da diğerini kıl payı kaçıracak.” (The Guardian, Silah Adası İnceleme Yazısından)
Amitav Ghosh daha önce hiç karşılaşmadığım bir yazardı fakat Silah Adası sayesinde uzun süre vakit geçirdiğim bir yazar haline geldi. Dünyayı savunan ve korumak için çabalayan bir insanı dahi görsek sevinebileceğimiz durumdayken bunun için acımasızca bir tarihi roman ortaya koymuş olan Amitav Ghosh’a söylenecek çok daha fazla söz olmalıdır. Yine de kaç cümle kurarsam kurayım onun bir cümlesinden öteye geçemiyorum.
“Gerçekçilik gerçeği barındıracak kadar geniş bir kap değilse, o zaman ondan vazgeçin.”
- Amitav Ghosh – Silah Adası
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Mehtap Özer Isovic
- 296 sayfa
*Bengalce bir cümle olup “Kurtuluş başlangıçtadır.” anlamına gelmektedir.