Ayaz Ğıylecev adını Yara‘yı okumadan evvel duymamıştım. Kitabı elime aldığımda, kendisinin Tatarlar için ne kadar mühim bir yazar olduğunu, ürettiği eserleriyle pek çok ödül aldığını gördüm ve kendi adıma üzüldüm. 2002 yılında hayata veda eden Ayaz Ğıylecez, edebiyatın çoğu alanında ürün ortaya koymuş bir yazar. Romanları ve hikâyeleriyle de Tatar edebiyatının önde gelen yazarlarından birisi. Sovyet Rusyası’nda yaşamış, rejim karşıtı görüşleri nedeniyle hapse girmiş bir yazar. Stalin’in ölmesiyle beraber hapisten çıkmış ve yaşadıklarını, gördüklerini yazmaya başlamıştır. Sovyet Rusya dağılmadan hemen önce SSCB Emektar Sanat Adamı ve SSCB Maksim Gorki Devlet Ödülü dahil olmak üzere pek çok ödül almış. Coğrafyasının en önemli yazarlarından birisi olan Ğıylecev’in dilimize Fatih Kutlu tarafından kazandırılan dört kitabı bulunuyor.
İşte, Yara da bu kitaplardan birisi. 1984 ve 1988 yılları arasında kaleme alınmış olan metin, 1941 ve 1945 yılları arasında devam eden Sovyet Rusya ile Almanya arasındaki savaşın yaşattıkları temelinde devam eden bir roman. Genel itibariyle, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan acıları, sıkıntıları, katliamları, acının mağdurlarının ağzından okumaya, izlemeye alıştık ya da ben diğer türlüsünü pek okumadım. Yani, savaşın taraflarından birine mensup olan bir askerin, ailesinin, sevdiğinin ağzından yaşadıklarını okumak; savaşa giden askerlerin ardında bıraktıklarının çektiklerini, sıkıntılarını, acılarını görmek harplerin ne denli acımasız bir insan icadı olduğunu göstermenin en gerçekçi yolu. Yara’yı okurken hissettiğim duyguları, Garp Cephesinden Yeni Bir Şey Yok ve Dönüş Yolu kitaplarında da hissetmiştim. Savaşanların yaşadıkları, ölümleri, yaralanmaları; kaybolan insani duygular, geride kalanların elemleri, sevdiklerinin yolunu gözleyen anneler, babalar, eşler, çocuklar… Savaş, insanlığın ihtiyacı olmayan tek şey. Savaşın var ettiği iyi hiçbir şey yoktur. Savaş, insan ölümünden ve yeni bir savaştan başka hiçbir şey doğurmaz.
Yara, askere iki evladını yollamış olan Süleyman Efendi ile hanımı Züleyha’nın umutlarının nasıl karardığını anlatan bir bölümle başlıyor. Harp bitince, hayatta kalmayı başaran ve yaralanan askerler birer birer evlerine dönmeye başlıyorlar. Fakat Süleyman Efendi’nin oğulları dönmüyor. Zaman geçtikçe umutları birer birer yitiyor. En dönmez gözüyle bakılanlar dahi dönüyor ama oğlu Ğabdullah’tan hiçbir haber alamıyorlar. Büyük oğlu, açboğazlığı nedeniyle savaşa giderken zehirli ishale yakalanıyor ve ölüyor. Tek umutları olan oğullarından senelerce haber alamıyorlar.
Ğabdullah’ın sevdiği bir de kız var. Çocukluklarından beri beraber oynadıkları, müsaberelere katıldıkları Zeytüne, Ğabdullah savaşa giderken ona söz vermiştir vermesine ama onun senelerce dönmemesi ve hiçbir haber yollamamış olması, onun da umutlarını kırar. Köyde, yaşıtları birer birer evlenmiş, çocuklara karışmıştır. O ise görücülerini geri çevirmiş, verdiği sözün ardında durmuştur. Lakin gün gelir, onun da yapacağı bir şey kalmaz. Evlenir. Çocuğu olur.
Ğabdullah ise savaş esnasında gösterdiği üstün başarılar nedeniyle teğmenliğe kadar yükselmiş, savaşın en can alıcı ceplerinde Almanlar’la çarpışmıştır. Tankçı olmuştur ve bir bölük onun emrindedir. Kanlı bir cephede tankı alev almış, tanktaki diğer askerler yanarak ölmüştür. O ise vücudunun büyük bir bölümü yanarak kurtulur. Sonrasında hastanede tedavi süreci başlar. Görenlerin ürkerek baktığı, yüzünü çevirdiği bir kişidir artık. Böyle bir vaziyette olduğunu görünce, köyüne dönmek istemez; iyileştikten sonra yeniden cepheye dönmek için komutanlarına yalvarır ve kabul ettirir. Yeniden cephede çarpışmaktadır ama artık ölümden korkusu yoktur. En önde giden askerlerden biridir; hudutların ötesine gider gelir… Bu korkusuzluğu başına bela olur ve yine çok ağır yaralanır. Yeniden hastanede tedavi süreci başlar. Vücudundaki kırıklar, derisindeki yanıklar onu tamamen bambaşka bir kişiye çevirir. Yirmili yaşlarında bir yüzü tamamen değişir, gözünün biri alnına doğru kaymıştır. Sırtında da kamburu vardır. Bastonsuz yürüyemez. Doktorlar ve hastanedeki diğer hastalar onu evine dönmeye ikna ederler. Seneler sonra o da ikna olur ve artık köyünün yolunu tutar.
Tüm kitap boyunca, Tatar kültürünün özelliklerini görüyoruz. Kitabı okurken, bizim kültürümüze benzeyen çokça ortak nokta olduğunu düşünmeden edemedim. Köy hayatını yaşayanların rahatlıkla benzeştirebileceği sahneler, kitap boyunca aktarılıyor. Ğıylecev’in lirik dili, sıkıcı olmaktan uzak, yaşanan acıları olduğu gibi aktaran bir nitelikte. Sizi metne bağlıyor. Karakterlerle üzülüyor, dertleniyor, yakınıyor, ağlamaklı oluyorsunuz. Savaşın ortak acılarını, her millette bıraktığı yaraların benzer olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.
Yara, yoğun duyguları okuruna aktarabilen bir roman. Karakterlere, mekânlara, yaşananlara dahil oluyor ve o katarsis anlarında metne dahil oluyorsunuz.
- Yara – Ayaz Ğıylecev
- Palto Yayınevi – Roman
- 160 Sayfa
- Çeviri: Fatih Kutlu