“Her seferinde aklım başımdan gitti, her şey bu kadar basitken nasıl daha önce kimse böyle bir şey yazmamış olabilir!” (Bir Okurundan)
Anlatacaklarıma bir kılıf ararken bir okurunun bu yorumuna rastladım. Kılıf aramaktan vazgeçtim. Çünkü sanırım bundan daha iyi bir cümle olamazdı Zoran Zivkoviç’in anlatımını tanımlamak için. Baktığımızda gördüğümüz şeyleri olduğundan farklı bir yere koymanın ve artık o şekilde düşünmenin çok basit ama bir o kadar etkili olduğunu gösteren yazar, aynaya baktığımda genel olarak bir yüz görmemi imkânsız hale getirdi istemeden. Artık bir sabah kurguladıklarımı ertesi gün küçük parçalara ayırıp süpüreceğim. Bir diğer gün hiç var olmamış gibi davranacağım. Bir diğer gün kurtulmaya çalıştıkça başaramayacağım.
1943 doğumlu Sırp asıllı yazar ve araştırmacı Zoran Zivkoviç’in kaleme aldığı Başka Zaman Kütüphaneleri, Cumhur Orancı çevirisiyle ve Kadir Daniş editörlüğünde Ketebe Yayınları tarafından nisan ayı seçkisinde yerini aldı. Yazdıklarıyla önemli bir yere sahip olan Zoran Zivkoviç’in anlatımdaki yeteneği hiçbir betimlemeye gerek kalmadan akılda kalıcılığı güçlendiriyor. Sanal Kütüphane, En Küçük Kütüphane, Soylu Kütüphane, Gece Kütüphanesi, Cehennem Kütüphanesi ve Ev Kütüphanesi başlıklı altı bölümden oluşan Başka Zaman Kütüphaneleri eseri ile 2003 yılı Dünya Fantezi Ödülü kazananı olmuştur.
“İçindekiler sayfasına baktığımda kitabın altı bölümden oluştuğunu gördüm. Her bir bölümün ayrı bir tadı olduğunu varsaydım; yani hepsini aynı anda yemek pek tavsiye edilebilecek bir şey değildi. Her bir bölümü ayrı ayrı kestim.
(…)
“Sanal Kütüphane” güzel bir Rus salatası tadındaydı. Benim damak tadıma tam olarak uyması için mayonezinin biraz daha fazla olması gerekirdi. “Ev Kütüphanesi” etli şehriye çorbası tadındaydı. Çok sıcak gibiydi. Bu yüzden üfleye üfleye yedim. “Gece Kütüphanesi” biber dolmasını andırıyordu. Biber dolmasının püf noktası olan kıyma-pirinç miktarı gayet güzel tutturulmuştu. “Cehennem Kütüphanesi” çok lezzetli bir vişneli pastaydı. Tatlılarla aram iyi değildir, ama bu bambaşka bir şeydi. “En Küçük Kütüphane” sütlü kahveydi. Ben daha hafif bir şey tercih ederdim. Ama bazen fazla eleştirel olmamak lazım.” (sayfa 98)
Başka Zaman Kütüphaneleri içerisinde yazmış olduğu bölüme dahil ettiği bu cümlelerle aslında kendisini eleştirdiğini ve eleştirirken kendisine daha ılımlı yaklaşması gerektiğini söyleyerek bir nevi içini döken Zoran Zirkoviç, her zaman duyduğumuz “kitap” kelimesine başka anlamlar ve görevler yüklüyor. Altı bölüm içerisinde birbirinden ayrı altı kurgu işleyen yazar, deneme türüne yakın bir tarz kullanarak alışık olmadığımız bu yeni “kitap” anlamlarına alışmamızı kolaylaştırıyor. Kendisini eleştirme yöntemi olarak yazmış olduğu bölümleri bir yemeğe benzettiğini okurken annemin bana verdiği nasihati hatırladım. Hayatımıza dahil ettiğimiz her insanı bir yemeğe benzeterek onları kolaylıkla sınıflandırabileceğimizi söyler hep. Bu ayrımcılık gibi gözükse de aslında oldukça sağlıklı bir yol. Sevdiğimiz insanlarla ortak sevdiğimiz eylemler ve olaylar yaparak daha iyi bir ilişki sağlayabiliriz. Zoran Zirkoviç bu bölümde kendi düşüncelerini paylaşırken ben de onunla ortak noktalarımızı bulmaya çalıştım.
Mesela Sanal Kütüphane’nin Rus salatası benzetmesine katılıyorum. Bilirsiniz Rus salatası yemekten çok atıştırmalık gibidir. Asıl yemek hazırlanırken ağzınızın tadını değiştirir ve sebzelerle olan uyumu sayesinde iştahınızı açarak sizi keyiflendirir. Fakat öyle bir şeydir ki fazla yeme isteğinizle savaşırsınız. Çünkü fazla yediğiniz taktirde doymaya başlarsınız. Sanal Kütüphane de kitabın ilk bölümü olarak kitaba alışmamızı sağlıyor. Kitabın ilerleyen sayfalarında bize sunulacak olan diğer kurguları içerisinde kendimize hazırlayacağımız asıl yemeğin lezzetini ortaya çıkarma konusunda cesaretlendiriyor. Elektronik posta kutusuna sürekli gelen reklam postalarından sıkılan bir adamın bu durumdan kurtulmaya çalışırken karşısına çıkan “Sanal Kütüphane” adı altında açılmış bir sitenin reklamına dikkat etmesiyle yaşadığı kısa süreli şaşkınlığı anlatılıyor. Bahsedilen sanal kütüphanede dünyanın bütün eserlerinin bulunacağı söylenir. Halihazırda üç kitabı bulunan adam sitenin doğruluğunu kanıtlamak için kendi ismini arama tuşuna yazar. Karşısına çıkanlar ise doğruluktan çok deli saçmalığına doğru giden bir yola daha çok benzemektedir. Çünkü yazarın hayatı hakkında yazılmış doğru bilgilerin yanında site, yazarın biyografisine öleceği tarih için üç tahmini yıl yazmıştır. Hatta yazmış olduğu üç kitabın üzerine on altı tahmini kitap ismi daha yazarak adeta müneccimlik çayından yudumlamıştır. Yazarımız buna dayanamayıp sitenin posta adresine mesajını yazar. Site yöneticisi ise elinde ipleriyle beynimizin kıvrımlarını kontrol altına almak için hazırda bekliyordur.
Vişneli bir pastaya benzettiği “Cehennem Kütüphanesi” ise katıldığım bir başka benzetme olabilir. Herkesin seveceği bir tür değildir vişneli pasta. Çünkü tatlılığa karışan ekşi vişne tadı rahatsız edebilir bazılarımızı. Yine de bu durum bana hayatın gerçeklerini hatırlatıyor. Adı üzerinde bir cehenneme giriş yapan karakterimizin cayır cayır yanmayı beklerken hiç tahmin etmediği bir cezayla karşılaşması anlatılır. Karakterimiz zamanında hapishanelerde yatmış belli ki kötü biridir. Cehennemde kendisine hayatı boyunca belli bahanelerle okumayı bıraktığı iki kitabın intikamı yazılır adeta. Karakterimiz sonsuza kadar okumaktan hoşlanacağı türün tam tersi türde kitaplar okuyarak zamanını geçirmekle cezalandırılır. Pardon “terapi” görmeye başlar. Bu bölümde cezaya ceza demek yasaktır. Ancak terapi görüyordur.
“Mesele çok basit. Kitap okumayı herkes için mecburi tuttuk. Bu şekilde biz de iyi bir şeye hizmet etmiş olduk. Her şeyden önce, mahkumlarımız kendilerini cehenneme getiren eksiklerini burada giderebileceklerdi. Eğer çok kitap okurlarsa, kötülük yapmak için hem daha az güdüleri olacak, hem de kötülük yapmaya pek zaman bulamayacaklardı. Okuma eylemi onlar için tam bir sağaltım anlamına gelir. İşte bu yüzden “terapi” diyoruz, cezalandırma değil; bu yeni sistem biraz geç kalmış olsa da… Ama yine de zararın neresinden dönersen kârdır.” (sayfa 62)
Zoran Zirvkoviç anlatımı içerisinde çoğunlukla bir görünüp bir kaybolma anıyla çok ilgilendiğini göstermekte. Posta kutusuna sığmayacak büyüklükte kitapları her alışının ardından yeniden bir kitapla karşılaşması, kitabının adının kapağını her açıp kapatışında değişmesi, kilitli olduğunu gördüğü kapının bir sonraki denemesinde açık olduğunu fark etmesi, neredeyse bir saat geçirdiği kütüphaneden ayrıldıktan sonra giriş yaptığı saatin hiç ilerlemediğini görmesi ve daha nicesi Başka Zaman Kütüphaneleri içerisinde okurunu bekliyor.
“Bunu okumayı bitirdikten sonra, Zoran Zivkovic’in bu sıra dışı koleksiyonda yarattığı kütüphaneleri asla unutamayacağım hissine kapıldım. Ama her ihtimale karşı, kitabın mucizevi bir şekilde yanımda belirip basit varlığıyla beni sessizce baştan çıkarma şansı her zaman var.” (Bir Okurundan)
Yazı yazmayı seven ama kendini geliştirecek yol arayan genç yazar adayları için biçilmiş kaftan Başka Zaman Kütüphaneleri’dir. Bir kitabın hem cehennem bekçisi hem henüz yazılmamış tahmini kitapları yayınlayan bir kütüphane üyesi olabilme ihtimali sınırları esnetmek için en iyi öğretmen olabilir. Kendi sınırlarımız zaten kendimize yeteri kadar zorlayıcı. Bunu ancak bir başkasının sıktığımız yumruklarımızı yumuşatmasıyla başarabiliriz. Zoran Zivkoviç bu konuda dünyanın en anlayışlı yazarı olarak Başka Zaman Kütüphaneleri’nde betimlemelerden uzak ve sanki hayatımızda hep böyle şeyler yaşıyormuşuz doğallığında bölümler kaleme almıştır. Olanı olduğu gibi kabul edenlerin oldukça zorlanacağını kabul etmeliyim. Fakat değişiklik her zaman iyidir.
“Kütüphaneye girdiğiniz an itibarıyla: yüz dokuz milyar, dört yüz seksen üç milyon, iki yüz elli altı bin, yedi yüz on hayat.” (sayfa 45)
Neden biri de siz olmayasınız? Bu kütüphane alışık olduklarımızdan çok başka.
İyi okumalar.
- Zoran Zivkoviç – Başka Zaman Kütüphaneleri
- Ketebe Yayınları – Roman
- Çeviri: Cumhur Orancı
- 104 sayfa