Mihail Bulgakov’u Genç Bir Doktorun Anıları‘nda okumuş ve ilk cümlesinden sevmiştim: “At üstünde ıssız köy yollarından hiç geçmemiş birine anlatacak bir şeyim yok; ne de olsa anlamayacak bununla ilgili anlatacaklarımı. Geçene de hatırlatmayı hiç istemem.” Okuldan yeni mezun olmuş ama hiç deneyimi olmayan genç bir doktorun kuş uçmaz kervan geçmez ücra bir köydeki korkuları, tereddütleri, özlemleri çok canlı bir dille anlatılmıştı. Hele ki karanlık bir gecede camdan o karanlığa bakıp ışıl ışıl Moskova’yı hasretle düşündüğü bir kısım vardı ki her insanın hayatının bir yerine denk düşer muhakkak. Hâl böyle olunca diğer kitaplarını da merak ettim ve en ünlü kitabı Usta ile Margarita‘yı listeme aldım.
Bulgakov (1891 – 1940), Usta ile Margarita’yı on bir yılda yazmış fakat kitabın önsözüne bakarsak kitabın yayınlanması konusunda fazlaca ümidi yokmuş. Malum, Stalin dönemi baskının bini bir para olduğu yıllar olduğu için kaygısı haklı bir kaygıdır ve zaten Bulgakov’un kitapları sakıncalı bulunup yasaklanır. Usta ile Margarita da Bulgakov’un ölümünden sonra yayınlanır. 49 yaşında ölen Bulgakov’un hayatı önsözde etraflıca anlatılıyor.
Gelelim meşhur Usta ile Margarita’ya. Pek bir garip, pek bir fantastik, pek bir renkli kitabımız 1930’ların Moskova’sında geçiyor. Şeytan ve yardımcıları birkaç günlüğüne Moskova’ya geliyor ve ortalığı birbirine katılıyor. Bu arada biz de fantastikliğin dibine dibine vuruyoruz. Uçan kadınlar, satranç oynayan kediler, domuza dönüşen adamlar, şömineden oluk oluk akan misafirler, şeytanın düzenlediği balolar, sihirli kremler, neler neler… Bulgakov hayallerine sınır koymamış ve hayalgücünü satırlarına alabildiğine aktarmış. Usta ile Margarita’nın satırlarında bazen takip etmekte zorlanacağınız bir renklilik var. Bir yandan şeytanın yaptıklarını okurken diğer yandan Usta mahlaslı bir yazarla sevgilisi Margarita’nın aşkını ve yan bir hikâye olarak da İsa’nın çarmıha gerilişini okuyoruz. Bulgakov bir karnaval havasında bizi oradan oraya sürüklüyor.
Şeytan ve ekibinin türlü oyunlarla Moskova’daki yazarların ve bürokratların ikiyüzlülüğünü, çıkarcılığını, yalancılığını ve tekmil kötü huylarını ortaya çıkarışını izlerken bir yandan da bu özelliklerin sadece 1930’ların Moskova’sının değil, dünya var olduğundan bu yana insanlığın sorunu olduğunu fark ediyoruz. Öte yandan bu özellikleri sevmesi, görünce sevinmesi gereken şeytanın insandaki kötülüğü ortaya çıkarmaya çalışması kötülüğün kaynağını sorgulatması bakımından da ilginç. Çünkü şeytanın kimseyi kötülük için yoldan çıkarmasına gerek kalmıyor. Belki sadece eğleniyorlardır, zira Bulgakov’un şeytanı ve ekibi oldukça şakacı karakterler. Bulgakov’un anlatımında tasvirler, olaylar, hayaller öylesine yoğun ki zaman zaman yoruyor. Kitabın son sayfalarında kendimi fırtınanın ortasında kalmış biri olarak sonrasında fırtanın dağıttığı evleri gezen biri gibi hissettim. Bulgakov’un amacı okuyucuyu serseme çevirmekse bunu gerçekten başardığını söylemek mümkün.
Kısacası Bulgakov’un su gibi akan anlatımı ile birleştiğinde çok özgün, çok farklı bir kitap Usta ile Margarita. Çok beğendiğim bir kısmından alıntı yaparak bitireyim.
Şeytanın iki yardımcısı bir yazar lokaline girmek istiyorlar. Kapıdaki görevli kadın, yazar kimliklerini görmek istiyor. Aralarında aşağı yukarı şöyle bir konuşma geçiyor:
“Dostoyevski’nin yazar olduğuna inanmak için ondan kimlik mi isteyecektiniz. Oysaki bir kitabından beş yaprak alın. Hemen anlarsınız yazar olduğunu.”
“Siz Dostoyevski değilsiniz.”
“Kimbilir?“
“Değilsiniz. Çünkü Dostoyevski öldü.“
“Protesto ediyorum. Dostoyevski ölümsüzdür!”
- Usta ile Margarita – Mihail Bulgakov
- Can Yayınları – Roman
- Çeviri: Aydın Emeç
- 573 sayfa