Shuggie Bain, tanıtımları Can Yayınları tarafından paylaşılmaya başlandığı anda bende merak duygusu uyandırdı. Bir kere ismi çok güzeldi. Kapak tasarımı nefisti; Cem Alpan editörlüğünde (ki kendisi çok iyi bir editördür; kendisini hiç tanımasam da mütevazi ve nazik olduğunu da eklemeliyim.) hazırlanıp çevirisini de beğeni ile takip ettiğim Duygu Akın’ın yaptığını öğrenince okumak için sabırsızlandım. İskoç Edebiyatı ile tanışmak için de bir fırsat oldu böylece.
Yazar Douglas Stuart’ın birkaç röportajını da kitap kargodan gelmeden okudum. Kendisi moda tasarımcısıydı ve 10 yıl kitabın üzerine çalıştıktan sonra tabii birçok yayınevi gezdikten sonra kitap yayınlanmayı başarmıştı ve büyük başarı elde edip 2020 Man Booker Ödülü’nü kazanmıştı. Kitap bir çeşit otobiyografiydi ve annesine adanmıştı.
Okumadan önce Jeanette Winterson’ın “Normal olmak varken neden mutlu olasın?”ı okumuştum ve çocuğun doğduğu ya da evlat edinildiği ailenin şans ya da şansızlık olduğuna dair düşünüyordum; Shuggie Bain’i okumak sanki birbirini bilmeden tamamlamak oldu.
Shuggie Bain’in konusuna gelirsek: İskoçya’nın Glasgow şehrinde geçiyor roman. Shuggie, queer bir çocuk. Annesi Agnes, erkek kardeşi Leek ve kız kardeşi Catherine ile birlikte yaşıyorlar. Roman, Shuggie’nin 16 yaşında olmasıyla başlayıp geriye doğru gidişlerle Shuggie’nin 5 yaşına dönüyor.
İskoçya, İngiltere’ye bağlı, 80’lerde Thatcher’ın ağır yönetiminin izleri halkın sırtına binmiş, işçiler, gettolar gibi toplu konutlarda küçücük dairelere sıkışmış ya da madenci kasabasındaki gibi küçük evlere. İşsizlik insanları yaşamsal zevklerden uzaklaştırmış, kurdukları hayaller parasızlık ile dibe vurmuş, beklentileri kalmamış, kadınlar eve hapsolmuş, evlerin ağır kokusu gibi yaşamlar da ağırlaşmış. İşte bu ortamda büyüyen Shuggie, annesi Agnes’e derin bir aşk besliyor.
Agnes; siyah saçlı, yeşil gözlü oldukça güzel bir kadın ki bu da arkadaşları için bile bir tehdit, müthiş bir kıskançlık konusu. Agnes ilk evliliğini Katolik biriyle yapmış (yazar İskoçya’da mezhepsel bölünmeyi anlatmış; Katolik-Protestan ve bu durum birbirleri için bir ötekileştirme konusu), bu evlilik beklentilerini karşılamamış, o da oğlu ve kızını alıp aşık olduğu taksici Shug ile yeni bir yaşam kurmak adına anne ve babasının yanına taşınır. Burada da anne ve babasının sürekli gözlemi altındadır. Çok içmektedir, taksici onu başka kadınlar ile aldatmaktadır. İşte tam bu noktada Shuggie’nin derin bir gözlem gücü ile karşılar okuru roman. 5 yaşındaki bir çocuğun gözünden ailesi aktarılır. Abla, üvey babasının akrabası ile evlenip Afrika’da yaşamaya başlayacak, abi Leek ise -ki aslında çok yetenekli bir sanatçıdır ama parasızlıktan bir ustanın yanında çalışmak zorunda kalacak, Shuggie ise annesine bakmakla sorumlu olacaktır. Agnes’e “Bir kapın olacak” vaadi ile bir madenci kasabasına getirir Shug. Onu orada kendi kaderine terk eder. Maden için açılmış sonra maden kapatılınca o sıkışık evlerde kalan son derece tutucu, işsizlik yardımı ile geçinen, burjuvaziye duyması gereken öfkeyi nedense kendi gibi işçi olan kardeşlerine yönelten bu kasaba Agnes’in deyim yerindeyse hapishanesi olur. Giyinişi, yaşam tarzı, hayata bakışı ile onlardan sıyrılır. Hele de küçük Shuggie’nin konuşma dili, düzgün İngilizcesi onlar için tam bir alay konusu olur. Burada kitabın çevirmeni Duygu Akın’a bir kez daha hayran kalıyorsunuz çünkü İskoç aksanını, pürüzlü İngilizceyi okurken size çok iyi aksettirmiş. Dilin o kültürel yapısını kusursuz çeviri ile hiç bozulmadan anlıyorsunuz. Shuggie’nin konuşma dili ile bu dilin farklılıkları nefis verilmiş. Shuggie’nin keskin zekasını, kendisini “anormal gören” bu insan topluluğuna karşı “normal erkek olma” denemelerini, abisi ile özel ilişkisini, annesine derin hayranlığını, onun özgüvenine karşı duyduğu saygıyı tüm kitap boyunca derinden hissediyorsunuz.
Queer çocuk olmanın ne demek olduğunu bilmediği halde farklılığının onlara neden itici geldiğini anlamamasına, yaşadığı zorbalıklara (hele bir taksi kısmı var ki, ah ah diyorsunuz) bunlara katlanmasına, zekasına, hepsine hayran oluyor, onunla birlikte ağlayıp onunla birlikte gülüyorsunuz. Ki roman neredeyse hiç gülmüyor. Sıkışmış bir hayatı yaşamanın yalnız sarhoşluktan geçtiğine inanan bir anneye; Jeanette Winterson’un annesi ile kıyasladığınızda buna şaşırıyorsunuz ama kızmıyorsunuz.
Ve asıl kahraman sanki Agnes gibi okuyorsunuz sayfaları ama Shuggie’yi atlamadan.
Dönemin ağır havası, mekanların darlığı, romanın gerçekçi dili sizi yazara hayran bırakıyor. Hele bu küçük çocuğu sanki kendi evladınız gibi sarıp sarmalayasınız geliyor. Tıpkı coğrafya kaderdir deyimindeki gibi iyi bir aile de kadermiş diyorsunuz. Roman pekâlâ bir film olabilir; çünkü bütün bölümler o kadar canlı bir üslupla anlatılmış ki sinematografik bir yapıyı hayal etmeniz hiç zor değil.
Akıcı, okurun elden bırakmasına izin verilmeyen bir kurguya sahip, 532 sayfa çabucak bitiyor.
5 yaşından 16 yaşına kadar soluksuz okuduğunuz bu romanda küçük Shuggie’yi seveceksiniz sevgili okur.
Parasızlığı, sarhoş bir anneyi idare etmeyi, queer olmaktan kaynaklı zorbalığa karşı onun gibi yarına dair umutlarımızı koruyarak.
Onun cümlesi ile:
“Yarın hevesle beklemeye değer bir şeydi” (sayfa:15)
- Shuggie Bain – Douglas Stuart
- Can Yayınları – Roman
- 533 sayfa
- Çeviri: Duygu Akın