Siddhartha, 20. yüzyılın önemli yazarlarından olan Alman yazar Hermann Hesse tarafından kaleme alınmıştır. 1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış yazar, Doğu Edebiyatı ve mistisizminden etkilenmiştir. Siddhartha’da Budizm inancını ve beraberinde gelen yaşamı ilginç şekilde ele alır. Eserin dini unsurlar barındırmasına rağmen felsefe ve psikolojiyle de güçlü bir bağı vardır. Adından anlaşıldığı üzere karakter odaklı bir roman olan Siddhartha’da olay örgüsünün esasını yolculuk metaforu şekillendirir. Bireyin kendi kişiliğini bulma çabası ve macerası konu alınmıştır. Siddhartha’nın ruhsal bütünlüğe, öz benliğine ulaşma yolunda yaşadıkları yeniden doğuş temasıyla karakterler ve olaylarla sembolize edilerek yazılmıştır.
Saygıdeğer bir Brahman’ın oğlu olan Siddhartha, ailesi ve içinde bulunduğu çevre tarafından sevilip sayılan bir gençtir. Anne ve babası hatta yakın çevresi de dahil herkes onun bir gün büyük bir rahip olacağına inanmıştır. Toplumda haz ve neşe kaynağı olarak görülen genç, kendi içinde derin bir çatışma yaşamaktadır. Çünkü söylenenlere inanmakta kararsız, toplumun ona yüklediği statüden şikayetçidir.
Kutsal kitaplarında “senin ruhun bütün dünyadır” diye yazar. Ayrıca uyurken, derin uykudayken, insanın kendi özüyle buluştuğu ve Atman’da var olduğu anlatılır. Siddhartha önce Atman’ı sorgulamaya başlar:
“Atman kendi içinde değil miydi onun? Yüreğinde o gerçek, o ilk pınar akmıyor muydu? Onu bulmak gerekiyor, kendi Ben’inde bu asıl pınarı bulmak, onu bulup özümlemek gerekiyor” (sayfa 17)
diye düşünmeye başlar.
Derin bir sorgulama süreci yaşayan Siddhartha, bildiği, öğrendiği, yaşadığı, sevdiği, inandığı her şeyi sorgular. Ne var ki içindeki manevi susuzluğu dindiremez, yüreğindeki sıkıntıyı bir türlü atamaz. Gördüğü düşler, düşünceler ruhundaki huzursuzluğu artırır, onu bir arayış içerisine sokar. Siddhartha’yı maceraya davet eden, bir arayış sürecine sokan bu şey onun iç sesi olur.
Toplumun değer yargılarından uzaklaşmak, gerçek bilgiye ulaşmak ve içindeki huzursuzluğu dindirmek amacıyla yakın arkadaşı Govinda ile birlikte kentlerinden geçip gitmekte olan çileci gezginlere katılarak bir yolculuğa çıkar. Bir öğretiye bağlanarak değil, kendi iç sesine kulak vererek bu yolculuğa başlar. Kendini tanımak, ruhsal bütünlüğe ulaşmak için dinlediği iç sesi, onu beraberinde egosu ve bilinçaltının karanlık tarafıyla da yüzleşmek zorunda bırakır. İçindeki rahibi öldürmek için dininin reddettiği her türlü yola sapar. Dünyanın maddi ve manevi tüm çirkinliklerine kendini kaptırır. Bir süre sonra batıp çıktığı dünya hayatından bunalarak başladığı noktaya, ırmak kıyısına, geri döner. İçindeki kibri öldürmek için dünyaya açılması gerektiğini idrak eden Siddhartha, manevi ve maddi yolculuğu sonrası ruhsal bir uyanış yaşar. Irmak kıyısında samandan bir kulübede yaşayan kayıkçı Vasudeva’nın yanında yaşamaya başlar. Burada, sevdiği kadının ölümü ve ondan olan oğlunun nefreti ve kendisini terk edişi gibi acı tecrübeler yaşar. Bu terk ediliş ve yalnızlık aslında onun aradığı cevabın ta kendisidir. Oğlunun gidişiyle bir zamanlar aynı şekilde terk ettiği babasını anımsar. Bir öğretiye bağlanmak, bir öğretmen tarafından yetiştirilmek gerekse eğer bu hayatın kendisinden başkası olamayacaktır. Kişi yaşattığını yaşamadan ölmeyecek, istenilen hayat ancak ona verdiklerin kadar olacaktır. 20 yılı aşkın bir süre göçebe olarak yaşamını sürdüren, sayısız olaya şahit olup sayısız kişiyle tanışan ancak sorusuna cevap bulamayan Siddhartha, aradığı cevabı yine en sevdikleri sayesinde bulmuştur. Ancak ne oğlu ne de sevdiği kadın yanında değildir. Bulduğu cevaba bir yenisini daha ekler Siddhartha: Sevgi her şeyin başıdır. Önemli olan tek şey dünyayı ve içindekileri sevmektir. Ve asıl hakikat, hiçbir şeye, hiç kimseye hınç ve nefret beslenemeden, onlara hayranlık ve huşuyla bakabilmektir.
Macerasının, kimi aşamalarında umutsuzluğa düşse de en büyük yol göstericisi olan iç sesi ve çeşitli kişi ve varlıkların yardımı sonucunda içindeki huzursuzluğu dindirerek ruhsal bütünlüğe ulaşan Siddhartha, romanın son bölümünde dostu Govinda ile karşılaşır. Govinda hâlâ bir bilgelik arayışı ve ruhsal tedirginlik içindedir. Siddhartha’nın ona söyledikleri aslında romanın temel meselesini ortaya koyar.
“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez” (sayfa 148)
şeklindeki cevap, ruhsal bütünlüğün bireye özgü ve ancak onun tarafından yaşanarak başarılabileceğine vurgu yapar.
Geçmişte olan, gelecekte olan hiçbir şey yoktur. Her şey vardır sadece, şu an içinde varlık sahibidir” der Siddhartha. Hayatta ana odaklanmalı, o anı hak ettiğince yaşamalı… Sevmeli, bir daha bu dünyaya hiç gelmeyecek, var olan şeyleri bir daha hiç görmeyecek gibi sevgiyle hayranlıkla bakmalı her şeye. Pek çok kişinin yürüdüğü yolu değil, kendi yolumuzu yürümeli; başkalarının peşine takılmak yerine kendi gerçekliğimizi aramalı, kendi gücümüzün farkına varmalı… Ve unutmamalı
“Hiç kimse başkasının yolunda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez.” (syf.140)
Kendi gerçeğinizin peşinden, kendi çizdiğiniz yolda yürümek, sevmek ve çok sevilmek dileğiyle…
- Hermann Hesse – Siddhartha
- Can Yayınları – Roman
- Çeviri: Kamuran Şipâl
- 148 sayfa