Sonunu düşünmekten bir türlü gerçekleştiremediğimiz eylemler vardır. Beni bu zamanlarda en çok tutan şey korkularım olmuştu. Bilinmezliğin yarattığı korku hep altüst olacağını düşündüğüm hayatımı dürtüp duruyordu. Halbuki altının üstünden daha iyi olmayacağını nereden bilebileceğimiz ve benzeri birçok cümle bize bu korkuyu yenmemiz konusunda da dürter fakat görmezden geliriz. Yıllar geçer, korku uğruna kendimizden vere vere bittiğimiz o gün şöyle bağırır içimiz: Yeter yahu! İşte böyle bağıran iç sesini geçmişten gelen bir tanıdığın kendisine hissettirdiği o duyguya kulak vermek isterken duyan bir kadının aydınlık bir gökyüzü gibi düşünürken gölde ya da yeşil alanda bulunan siyahi kadın cesetlerine açılan o geleceğini nasıl toparladığına şahit olmak bunca olaya rağmen hâlâ ısrarla yaşamaya çabalayan duygularımın varlığını bana hatırlattı.
Laura Lippman’a dilimize çevrilen Histeri ve Saplantı kitaplarından aşinayız. Açıkçası benim oldukça uzun zamandır okuma listemde olan bir isimdi kendisi. İflah olmaz bir polisiye aşığı olarak bu kategoride sinir bozucu şekilde de seçiciyimdir. Bir polisiye okurunun en keyif aldığı eylemlerden biri kuşkusuz sonunu tahmin edememektir bence. Ya da şöyle diyelim: düşündüğü o karakterin beklediği eylemi yapmadığının farkına varmak. Laura Lippman bir polisiye yazarı olarak geçiyor olsa da Göldeki Kadın romanı ile bir cinayeti çözüme ulaştırmaktan daha büyük dertlerin anlatıcısı olmayı amaçlamıştı. Kadınların sessizliğini bozma cesaretine, siyah insanların dünyada var olma çabasına, ayrımcılığın eti çimdirecek kadar yakınımızda ve aramızda dolaştığına, ayağa kalkmak için her seferinde düşmeyi beklememek gerektiğine -nitekim iç sesimiz ya da kalbimizin sesi bize zaten istediğini bağıra bağıra duyurmaya çalışıyordur- ve daha nice mesajına kulak kesildim. Bence oldukça değerli, oldukça incelikli bir düşünce yapısı bu.
Göldeki Kadın, Arkadya Yayınları tarafından okurlarıyla buluşması için hazırlandı. Honey Boy filmiyle mesleğine ödül kazandıran Alma Harel’in yönetmenliğinde Apple Tv+ için mini dizisinin de çekileceği haberi duyurulan Göldeki Kadın’ın başrollerinde Natalie Portman ve Moses Ingram yer alıyor. Yayımlanma tarihi 19 Temmuz olarak planlanan 7 bölümlük mini dizide Natalie Portman’ın Madeline Schwartz, Moses Ingram’ın ise kitaba ve dolayısıyla filme ismini veren Göldeki Kadın, Cleo Sherwood olacağı söylentiler arasında. Bu haberi kitaba başlamadan önce görmüştüm, kitabı okuduktan sonra ne kadar doğru bir karar olduğunu fark ettim. Tam filmlik bir kitap çünkü kendisi, oldukça etkili bir görsellikle herkesi büyüleyeceğine şimdiden emin gibiyim.
Madeline Schwartz; 18 yıldır zengin avukat Milton Schwartz ile evli, 16 yıldır da üniversiteye gitmek için az bir zamanı kalmış ergen genç Seth’in annesi olan bir kadın. Farkındaysanız ne bir meslek ne de bir karakteristik özellik söyleyebildim çünkü Maddie işte bu kadar diyebileceğim bir kadın olarak resmediliyor Lippman tarafından. Zamanında gerçekten severek evlenmiş olduğu Milton ile olağan akışında giden bir evlilikleri ve iyi de bir evi, durumu, hayatı vardır. Fakat eksik hissettiğimiz şeyleri içten içe Maddie de hisseder. Sonu Milton ile boşanıp kendi yoluna bakmak olacağı için sürekli erteler bu durumu. Ta ki, kendisini gençken baloya davet eden, gecenin sonunda küçük bir öpücükle ödüllendirdiği Wallace Wright’ı görene kadar… Wright, gençken kendisine aşıktır, bunu açık açık söyleyecek cesareti bulamadığı için ne yazık ki şansını kaybetmiştir. Fakat bazılarının yokluğu bile bir şeyler öğretir derler ya, Wright onun hayatında bir yere sahip olamamış olsa da yalnızca bir görünüp Milton’ın davetiyle evlerinde bir akşam yemeği yiyip sonrasında kitapta çok fazla görünmemiş olsa da Maddie’nin büyük bir karar almasına yardımcı olur. Maddie boşanmak istediğini söyler ve bir miktar parayla daha küçük, pek de iyi sayılmayacak bir mahallede ev kiralayarak kendine yeni bir yol çizmek ister.
Taşındığı evde geçimini sağlamak için öncelikle takılarını satmaya girişen Maddie, sonunda bir hinlik yapar ve alyansının çalındığını polise ihbar ederek sigorta şirketinden parasını talep eder. Kapıya çıkıp da ihbarda bulunduğu polis erkek arkadaşı olur, sigorta şirketinden aldığı parayla daha iyi bir evin kiracısı olur, kendisinin de tanıdığı küçük bir kız çocuğunun kaybolduğu haberi üzerine annesinin zorlamasıyla katıldığı arama çalışmaları esnasında cesede ulaşan kişi olarak tanınan biri olur, bunu tanınırlık gazetecilik mesleğine olan cazibesini gıdıklar. Lippman; bütün bu anlatımlar içerisinde Musevi oluşunu seviştiği polisin sünnetli olup olmadığını gizlice kontrol etmesine, ayrımcılığın somut bir şekilde ortada olduğunu beyaz bir kadın olarak siyahi bir erkekle birlikte olmasına ve hatta öldürülen kadınların da öncelikle siyah olmasına dikkat çekmiş ve vermek istediği mesajı ulu orta değil de gizliden gizliye yaparak bence bir ustalık göstermiş. Mesela “Sahi, hangi kadın kendi ismine sahipti ki? Maddie’nin kızlık soyadı, annesinin evlenince aldığı soyadıydı.” cümlesinde erkek egemen bir düzenin içerisine sıkışmış kadını gören yalnızca ben olmayacağım, eminim. Ayrıca belirlediği ana karakterlerin yanında oturdukları mekandaki garsona, devriye polisine, karakolda mesai yapan polis muhabirine ve daha onlarca insana söz hakkı vererek figüran kelimesini ortadan kaldırmıştır. Benim gibi çok düşünen zihinlere adeta “Sen düşünme, ben onları da konuştururum” demiş. Bu beni çok rahatlatan bir ayrıntı oldu. Çünkü bir olayda herkesin gördüğü şey aynı olmayabiliyor ve genellikle sırlar küçük ayrıntılarda saklı oluyor. Burada sinsi sinsi gülen bir yazarın yerinde taraflıca düşünmeye önem veren bir yazarın oturduğunu okura kanıtlıyor Lippman.
“Kırk yedi yaşındayım. Üç kez evlendim, hepsi felaketti fakat insanlar güçlerimden şüphe eder diye bu konuda asla konuşmuyorum. Bir medyum böylesi kötü kocaları nasıl seçer? Kalbini dinleyerek. Kalp hiçbir şey bilmez, hiçbir şey görmez ama istediği şeyi elde etmek için kıyameti koparır, ortalığı birbirine katar. Yaptığım şeyi, kim olduğumu, gücümün nasıl işlediğini kimse anlamaz. Fişi takıp çalıştırabileceğiniz bir makine değildir bu. Nemli havadansa kuru havayı, sıcaktansa soğuğu tercih eder.”
Kitaba ismini veren göldeki kadın, Cleo Sherwood ise siyahi bir kadındır. Aylarca bir gölde kalarak bedeni şekil değiştirmiş ve cinayete kurban gittiği söylenen bir kadındır hem de. Aşkı için öldürüldüğü söylenen ve Maddie’nin çalışmaya başladığı gazetede ışığını parlatmak için çıkması gereken basamakların ilkinde, küçük bir masada şikâyet mektuplarını okurken yaptığı bir ihbarla ortaya çıkan bu genç kadının cesedi Maddie’yi inanılmaz kamçılar. Kalbinin sesini dinleyerek âşık olmaması gereken bir kadına âşık olup ölen bir kadının karşısında kalbinin sesini dinleyerek ünlü bir gazeteci, köşe yazarlarının arasında aranan isim olmak isteyen bir kadın vardır. Cleo, aralarda yazar Lippman’ın da ellerini tutup araya giriyor gibi devamlı hikâyeyi bölerek Maddie’yi suçlayan cümleler kurar ve öldüğü o gölün içerisinde huzurlu olduğunu, kendisinin huzuru bozan bir kadın olduğunu söyler.
Cleo’nun bir ruh gibi aramızda dolaştığı, öldüğü için mutlu olduğunu ve rahatsız edilip de cesedinin ortaya çıktığı için birini suçladığı fakat olayın iç yüzünde hiç de beklenilecek şeylerin olmadığı göz önüne alındığında Göldeki Kadın, bir cinayet romanından çok daha fazlası. Kalbinin sesini dinleyerek ilerlemeye çalışan kadınların erkekler arasında hayatta tutmaya çalıştıkları duyguları, idealleri ve standartları için neleri feda etmeye yakın olduklarını anlatan bir kitap. Ayrıca içerisinde yer alan din anlayışı, iş hayatında var olabilmek için ten renginin koyulaştıkça paravanları kalınlaştıran faşist bakış açısı ve aşkın gerçekliklerle zıt düştüğü vakit üzerine giydiği yeni kostümün ne derece çağ dışı ama ne kadar da hoş gözüktüğünün de bir göstergesi. Lippman uzun zamandır listemde olan bir yazardı demiştim, bu kitaptan sonra henüz Türkçe’ye çevrilmemiş bir kitabının da siparişini vermiş oldum. Tanıştığıma çok memnun oldum sırlarla dolu ama cevaplarını bulmak için yazarına değil kalbimizin varlığına ve kadın olduğumuz gerçeğine sahip olmamızın yeterli olduğu soruların evi Göldeki Kadın.
- Laura Lippman – Göldeki Kadın
- Arkadya Yayınları – Roman
- Çeviri: Harun İçöz
- 392 sayfa