Gündelik hayat üzerine okudukça, onu tanımlamanın ne kadar zor olduğunu fark ediyoruz. Konuyla ilgili kuramsal tartışmalar, gündeliğe yönelik olumlu ya da olumsuz yaklaşılması gerektiği üzerine uzlaşılamaması, gündelik hayatın çok yönlülüğü ve eleştirisinin de ekonomizme indirgenemez oluşu, nihayetinde de gündelik hayatın dışına çıkılamayacak derecede her yerdeliği ile aklımda bir kelime ile canlanılıyor; kuşatma.
Gündelik hayat bir rutinler dünyasıdır ve kanıksanmışlık içerir. Bennett gündelik hayatın tam da bu “kanıksanmışlık” içermesi nedeniyle toplumsal araştırma için önemli bir konu haline geldiğini söyler. Zira gündelik hayat, tartışmalara sık sık konu olan kültür ve toplum arasındaki etkileşimin gerçekleştiği alandır. Konuya yönelik yaklaşımlardan bahsedecek olursak kabaca söz etmemiz gereken bazı incelemeler söz konusu. Örneğin önce Durkheim ve Marx gündelik hayatı bireyin sömürüldüğü, tahakküm altına alındığı bir alan olarak görüyorlardı ve bireyin otomatik, bilinçsiz hareket ettiği düşünülüyordu. Daha sonra Weber ve Mead ile birey nispeten irade sahibi olarak görülmeye başlandı ancak gündelik hayat yine de homojen bir alan olarak görülmekteydi. 20-21. yüzyıldaki incelemeler sonucunda ise gündelik hayat daha çok dinamik ve çekişmeli bir alan olarak tanımlandı. Bunun nedeni olarak da modernist kimlik anlayışlarının önemini yitirmesi ve medya ve kültür endüstrisi ile yeni toplumsal kimliklerin oluşması söylenebilir. Bu kimlikler tüketim alışkanlıkları çerçevesinde şekillenmektedir ve kimlikler medyadan alınan imgeler dolayısıyla şekillendiği için gündelikliğe atfedilen o bütüncül yaşam tarzından söz etmek de zorlaşmaktadır. Bu konuda yazar kentsel yaşama değinir. Çok kültürlü kentlerin oluşması ve bireylerin kültürel anlamda melezleşmesi tıpkı kentlerde olduğu gibi bireysel düzeyde de “zenginlik ve çatışmayı” beraberinde getirir. Öte yandan Frankfurt Okulu’nun da kapsamlı eleştirisini yaptığı kitle kültürünün de gündelik hayat ve boş zaman aktiviteleri bağlamında kişiyi sisteme entegre etme ve yanlış bilinç oluşturma görevini yerine getirdiği söylenebilir.
“Yukarıdan dayatılan” suni ihtiyaçlar kitle kültürü eleştirisinin temelini oluşturmaktadır. 20. yüzyılın başlarında işçilerin hak arayışı sonucunda maaş ve boş zamandaki artış ve eş zamanlı olarak medyadaki gelişmeler boş zaman ürünlerinin kitlesel üretim ve tüketimini doğurdu. Neticede üretim araçlarına sahip olanların ideolojik olarak da hakim olduğunu biliyoruz. İdeolojik denetimin en yaygın ayakların biri olarak eğlence sektörünü düşünmek yanlış olmayacaktır. Altyapıdaki tahakkümün üstyapıya yansıması ve eğlence adı altında sömürünün devam etmesi diyebiliriz kısaca. Kitle iletişim teknolojilerindeki gelişmeler de işte bu tahakkümün, yukarıdan dayatılan toplumsal denetimin alanını genişletti. Andy Bennett boş zamanın kitlesel bir “dikkat dağıtma aracı” olduğunu aktarır ki bunu günümüzde inkar edebilecek kimse yoktur diye düşünüyorum. Zaten eserin bu kadar “bizi” anlatması da kitabın bir çırpıda okunmasını sağlayan nedenlerden biri.
Bennett’in kitaptaki bir alıntısında şöyle bir cümle geçiyor “geç kapitalizmde eğlence işin devamıdır” bence boş zaman aktivitelerimizin önemini vurgulayan çok özet ve önemli bir cümle. Sanıyorum hiç kimse severek yaptığı hobisinin, boş zamanlarında tek başına ya da sevdikleriyle vakit geçirmek, eğlenmek için seçtiği yolların işyerinde geçirdiği zamanla aynı sisteme hizmet ettiğini düşünmez. İşte gündelik hayatı içinden çıkalamaz kılan da bu özgürlük yanılsamasıdır. Eğlence araçlarımızı ve yöntemlerimizi kendimizin seçtiğini ve bunu özgür irademizle yaptığımızı düşünürüz. Hayatımızdaki denetimi kabul etmeyiz. Kitabın bu bölümünde Chomsky’nin Rızanın İmalatı eserini hatırlamamak elde değil elbette. Sistem rıza üretimini öyle kusursuz yapar ve tekrarlar ki gerçekleri görsek bile artık ona inanmayız. Tıpkı hafta içinde işlerimizde yaptığımız gibi hafta sonu tatillerimizde de gönüllüğü köleliği tercih ederiz. Chomsky’nin vurguladığı gibi sistem bunu yalnızca baskı ve şiddetle yapmaz, bizi buna razı eder.
Burada eseri benim için değerli kılan özelliklerinden birine değineceğim. Yazar incelediği konuyla ilgili olabildiğin farklı görüşe yer veriyor ve bir görüşü aktarırken devamda onun hangi yönleriyle eleştirildiğini de eklemeyi ihmal etmiyor. Aynı şekilde kitle kültüründen ve gündelik hayatımızın nasıl sömürü alanına dönüştüğünden bahsederken karşı kültürlere değiniyor. Burada ilk akla gelen elbette hippi kültürü. Sanırım Marcuse bu gibi karşı kültürleri düşünerek kitle kültürün gündelik hayata bu kadar yerleşmesine iyimser yaklaşıyordu. Gençliğe özgü kültür hareketleri örnek gösterilir örneğin 68 kuşağı ve punk rock kültürü. Fakat unutulmaması gereken bir nokta da bu gibi karşı kültürlerin de bir süre sonra tüketim nesnesi haline geldiğidir.
“Burjuvazi, sınıf düşmanını fabrikalarda değil, kendi şımartılmış çocukları olarak kahvaltı masasında karşısında oturur halde buldu.” s.34
Ancak yazının başında da söylediğimiz gibi bunu yalnızca kapitalist ekonominin devamlılığı için başvurulan bir araç olarak görmek eksik kalacaktır. İşin ideolojik denetim boyutu ekonomik boyutunda çok daha önemlidir belki de. Sistemin yarattığı bu yanılsama hayatlarımızı rasyonel bir zeminde görmemize neden olur. Bireyin pasifize olması da burada başlar.
Elbette bu duruma da olumlu yaklaşan kuramcılar olmuştu. Örneğin Birmingham Okulu yani Kültürel Çalışmalar kuramcıları bireyin o kadar da pasif olmadığını söylüyordu. Muhaliflik potansiyelinin arttığını düşünüyorlardı. Bakıldığında yüksek kültür ürünlerinin değerlendirilmesi belli bir entelektüel birikim gerektirdiği için eleştirel zihin devamlı güçlenir der Bennett, ancak kitle kültürü ürünlerinin “anlık ve düşünceden yoksun” oluşu bu gelişimin önüne geçmektedir. Kültürel Çalışmalar kuramcılarına göre ise gündelik hayat hep bir mücadele alanıydı. Öte yandan postmodern kimlik anlayışı ise tüketimin kendimize dönük gerçekleştiğini vurguluyor ve gündelik hayata farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Tüketim ürünleri yoluyla edinilen geçici ve kısa süreli kimlikler ile artık bir tüketici olmakla kalmıyor kendimizi de tüketmeye başlıyoruz. De Certeau ise tüketimin, bireyinn kendi istek ve kimliklerine yönelik farkındalığını yansıttığını söyler. Dolayısıyla gündelik hayata da daha olumlu bir yönden bakar. Bu şekilde gündelik hayattaki tüketim alışkanlıkları üzerinden bireye daha aktif rol atfeden düşünürler de aktarılıyor eserde. Aktif izleyici kavramı da bu bağlamda eserde kendine yer buluyor.
Kültür ve Gündelik Hayat’ı okumaya başlarken giriş bölümünden itibaren en dikkat çeken özelliklerinden birisi derli toplu oluşuydu. Gündelik hayat meselesinin çok yönlülüğünden bahsetmiştik, işte bu nedenle eserin konuyu bütün detaylarıyla, örneklerle ve çok doğru bir başlık sıralamasıyla ele alması okumayı kolaylaştıran ve anlaşılırlığı arttıran bir durum. Eser, gündelik hayatın kuramsal tartışmalarının yer aldığı ilk bölümden sonra “Gündelik Hayatın Kültürel Alanları” isimli ikinci bölümle devam ediyor. Burada medya, moda, müzik vb başlıklarda incelemelerini sürdürüyor.
“Medya kültürü, belirli politik görüşler için rıza üretmeye ve toplumun üyelerine belli ideolojileri ‘normal gidişat’ olarak gösteren temsiller üretmeye çalışır.” s.125
Medya, artık bilgi kaynağı veya insanları kamusal olaylar hakkında haberdar eden objektif bir araç olma özelliğinden uzaklaşalı epey zaman oluyor. Hangi konular hakkında düşüneceğimizi, o konular hakkında neler düşüneceğimizi ve dünyaya nasıl bir gözle bakacağımızı belirler hale geldi. Artık kamuyu bilgilendiren değil onun ideolojik denetimini sağlayan bir araç konumuna gelmiş durumda. Kitabın konu hakkında farklı örneklere yer verdiğinden bahsetmiştim, burada da Bennett, alternatif medya ve fanzinlerden söz eder. Bu gibi alternatiflerin ana akım medya karşısında “karşı-hegemonik” bir duruş sergilediğini vurguluyor.
Modanın ise bireye gündelik hayatında farklı kimliklerini sunmak gibi önemli işlevleri yerine getirdiğini ve bu endüstrinin bir nevi “yaşam tarzı pazarlama” gibi bir görevi yerine getirdiğini aktarıyor. Gündelik hayatta moda, kişiye statüsünü gösterme imkanı yaratıyor. Öte yandan “gençliğin stil aracılığıyla başkaldırısı” denilebilecek örneklerin de var olduğunu unutmamak gerek yani bir yandan da bu statülerin reddi için araç olarak da kullanılabiliyor. O nedenledir ki gençlik pazarlamada adeta hedef haline geliyor. Yazar, moda konusunu irdelerken kadınlara değinir elbette. Burada Fiske’in görüşlerin aktarıyor. Ona göre kadınlar moda aracılığıyla kendi bedenlerindeki kontrolü ele geçiriyor. Ama burada bir şeyi sorgulamamız gerekiyor; ya bu kontrol bir yanılsamaysa ve sistem tam da bunu istiyorsa?
“Boş zaman artık basitçe işten arta kalan ve dinlemeye, ailevi işlere ya da kendini geliştirmeye ayrılan bir mesai dilimi değildi. Potansiyel olarak tüketimi özendirme işlevi gören bir yaşam tarzı olarak kavranmaya başladı. Bir müzik plağı satın almak, modaya uygun bir mont ya da etek seçmek, giyeceğin ayakkabının rengine özenle karar vermek gibi davranışlar etkin bir şekilde inşa edilen yaşam tarzına açılan kapı anlamına geliyordu.” s.197
Kapitalizmin asıl istediği de boş zamanı tüketim ile örgütlemekti. Bu istek gelişen teknoloji ile birleşince örneğin müzik gündelik hayatın tam ortasında yerini aldı. Artık müziği gündelik hayatta dış dünyanın seslerini susturmak için kullanıyoruz. Fakat tüm bu karanlık tabloya rağmen kurtuluşun mümkün olduğunu unutmamak gerek. Gündelik hayat yine gündelik hayatın içinde aşılabilir, kuşatma ortadan kalkabilir; biz farkında olursak.
- Andy Bennett – Kültür ve Gündelik Hayat
- Phoenix Yayınevi
- Çeviri: Nagehan Tokdoğan, Burcu Şenel, Umut Yener Kara
- Sayfa: 320