Günlerin ardından ulaştım kendisine. Bana ulaşmak için uzun yollar kat etmiş, onlarca postacıya dokunmuş, çeşitli kurye kamyonetlerinde savrula savrula bana ulaşmayı başarmıştı. Yalan yok, heyecanlıydım. Poşetinden çıkarken de güzel bir kokuyla karşıladı beni. Yeni baskı kokusu… Renkli bir kapak, kapakta bir masaya oturmuş dokuz adam, adamların yanında iki naif kadın. Bandrolsüz bir fanzin… Aylık mı, çift aylık mı olduğu muamma, zirâ belirtilmemiş. Kendisinin amacı ilk sayfada Kurucu ve Kaptanı olan Yuşa Çifçi tarafından şöyle belirtiliyor; “…edebini bilmeyenlere edebiyatı, haddini birkaç liraya değişenlere hadsizliği sevdirebilmek.“ Bu girişle dokundum kendisine, ellerim gerisin geriye de gitse; hayır, durmadım, devam ettim. Manidar biçimde emektar bir giriş yaptı Apartman.
Bir dergiye herhangi bir kitapçıda ilk rastladığımda elime alır, şöyle bir süzerim. Kelimeler mi süslenmeye çalışılmış tasarımla yahut tasarım mı süslenmeye çalışılmış sözcüklerle diye. İlk bakışta anlamak zordur. İlk bakışta anlaşılmaz bu. Yine de bir sezgidir seçimler, bu sezgiyle yönetilir algı sistemimiz de. Ben ise Apartman’ı elime aldığımda, sayfalarını kurcalayıp renkli sayfalara, abartılı bir tasarıma rastladım. Her şey bariz iken, kendimi bariz olmayan bir şey bulmaya zorladım. Hayatım boyunca fazla detaycı biri oldum, gördüğüm her detayı olumlu ya da olumsuz, bildirdim. Belki bundandır, bilmiyorum. Gözlerimi yercesine saldırdı bana yazım hataları, tasarım bozuklukları, pazarlama stratejilerinin cambaz oynayışı…
Naçizane fikirlerim şunlardır:
1- Apartman Dergi basım öncesi ve sonrasında reklamını –tanıtımını- hep kapağıyla yaptı. Normaldir, yapılır. Bir dergide kapak, dergiyi temsil edip onu yansıtan sembolik ögedir çünkü. Kapağın ihtişamı ile raflara uzanır eller, kapağın yansıttığı ile ilk izlenim verilir okuyucuya. Apartman Dergi bu algı sistemini çok iyi kullandı! Kapak tasarımına, ikinci yeni ve serbest manzumun baba isimlerini koyuverdi. Hepsini aynı masaya oturttu. (Sağ baştan bu isimler şunlar: Edip Cansever, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Cemal Süreya, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Cahit Zarifoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Veli, Tezer Özlü, Oğuz Atay) Ardından sosyal medyada kapağıyla “biz geldik!” çağrısı yaptı. Oysa dergide ne bu yazarların herhangi birine ait bir inceleme dosyası, ne de üzerine değinilmiş paragraflar… Bunlar ne yazık ki yoktu. Sonuç: Pazarlama stratejisi başarılı oldu.
2- Yer yer özenli yazıların, alelacele kurgulanmış bir tasarıma sevk edildiği bir sayıydı Apartman’ın ilk sayısı. Şöyle ki iyi bir dergiyi okuduktan sonra, aklınızda iki şey cirit atmaya başlar; birincisi iyi yazıların aheste tutumu… Bunlar sizi diğer ay gelecek olan sayıyı beklemek için dürter. İkincisi “iyi” derginin iyiliği içinde göze batan birkaç yazarın yazıları. Benim aklımda tek şey cirit atıyordu okuduktan sonra, birkaç yazarın güme gitti gidişi, giderilişi.
3- Tüm bunları düşünürken, şair bir dostuma derginin giriş yazısını gönderiyorum.
– Böyle bir girişle ilk sayısını aramıza süren bir dergiden ne beklersin?
+ Bunlar çok iddialı tümceler. Ayrıca sokağın tavanı kadar sıradan, apartmanlar(!) gibi de kalıplaşmış kelimeler, alışagelindik imgeler… Bu imgelerle bu iddialı giriş biraz uymamış gibime geliyor. Bu girişe özgün bir ses lazım. Bu girişi önemsemem için yabancı ses lazım. Daha önce içmediğim bir şarabın bildiğim bir peynir ile sunulması gibi bir şey olur yoksa. Dergiyi okuduktan sonra bana da anlat.
Aramızda bu diyalog geçiyor arkadaşımla. O daha kapağı dahi görmeden, bu izlenimi alıyor. Yola nitelikli bir edebiyat amacı ile mi çıkıldı sahiden? Bense kafamda bir bu soruyu soruyorum, bir dergiyi yorumluyorum. Onlarca edebiyat dergisi varken, sağlamak istedikleri fayda mı, yoksa sıyrılıp “biz de varız!” mı demek? Eğer öyleyse bunun edebiyata ve bizlere katacağı ne olur?
4- “Görseller konusunda iddialıyız.” dercesine her sayfada görsellere rastlamak mümkünken görsellerin özgün olmayışı ve gerek genel resimlerde gerekse çizimlerde kaynakça belirtilmeyişi benim nezdimde müstesna bir başarısızlıktı.Yazım hatalarına rastlanabilirdi, en iyi dergilerde dahi bunu görüyorduk. Ancak Apartman Dergi’ye birilerinin öğretmesi gerekirdi, satır sonlarında bir sonraki satıra atlarken koyulan tireler heceleri ayırarak konurdu. Oysa Sunay Namazcı’nın katkı yaptığı fotoğraf köşesi, Özge Kavas’ın “…Bazı Notlar” köşesi ve “Cadı Kazanı” dergide içimi açıp beni şaşırtıcı bir şekilde dinlendiren bir köşe dahi olmuştu. Ancak derginin ilerleyen sayfalarında dedim ki; “Sanırım ilk ve tek sayı olarak çıkıp, yitip gitmeye karar vermişler.” Bunu yazarların tek sayfada birden fazla yazı veyahut şiirlerinin bulunmasından da çıkardım. Kapakta “aylık”,“iki aylık”,“mevsimlik” gibi bir belirtecin olmadığı ise bu fikrimin temellerini oluşturdu.
Bir Apartman, böylece başımızdan esip geçti. Önermeyi çok isteyerek, verdim siparişini. Kargoda savrularak gelişini, elleri değecek postacıları kurgulayarak bekledim. Beklediğim gibi olmadı. Arada kaynandı, arada kaynadı. Apartman bize böyle “merhaba,” dedi. Bense tüm bunları ilk sayının acemi pervasızlığına verdim, gitti. Emeği geçenlere teşekkürler.
Şimdi içinden seçebildiğim birkaç alıntı ile bitirmek istiyorum;
“Futbol sadece futbol değildir! Futbol; insanoğlunun az da olsa içlerinde kalıntı olarak kalan masumiyetin, sevginin ülkesidir. Bu sevgi ülkesinin aşırı çocukları ise tribüncü kardeşlerinizdir. “
( Yiğit Türkcan Demirbozan )
“kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.”
(Masa da Masa öyküsünün anonim yazarı)
Yoruma kapalıdır.