Dünyaya gelmiş ve düşünce dünyasına olumlu veya olumsuz katkı yapmış pek çok filozof var. Bu insanların hayatı nasıl yorumladığını veya iyi bir yaşamın ne şekilde inşa edilmesi gerektiğini belirten tavsiyeleri okumanın yanında, ortaya attıkları fikirlere nasıl ulaştıkları ve onları nasıl şekillendirdiklerini bilmek gerektiği inancındayım. Bir bebek ağladığı zaman onu böyle davranmaya iten nedenleri ortaya koyarız ve böylece yeni doğan bir çocuğun dünyasına daha kolay vakıf oluruz. Felsefeyi düzgün okumak da düşünmenin doğasını öğretir bize. Düzgün okumak için de fikirlerin ortaya çıkmasındaki nedenleri bilmemiz gerektiği inancındayım.
Öncelikle belirtmek istediğim nokta şudur ki, tüm fikirleri doğru olan, her söylediğini özel yaşamında da uygulayabilmiş bir filozof yoktur ve felsefeye ilgi duyanların yaptıkları birinci hata budur. Hiçbir insanın yüzde yüz doğru olmayacağı herkesçe bilinir ama söz konusu bir filozof olunca bu konu unutulur. Her düşünürün doğru ve yanlış fikirleri vardır. İyi bir felsefe okuyucusu olmak söz konusu kişinin doğru tespitlerini özümseyip yanlış tespitlerine de eleştirebilmeyi gerektirir. Örneğin kendi adıma Schopenhauer’u çok severim. Özellikle “Her birey özel bir yanılgı, zavallı bir şey ve var olmaması gereken bir varlıktır ve hayatın gerçek amacı bizi bundan kurtarmaktır. Bunu açıkça gösteren şey bir çok insanın, hatta bütün insanların hayal ettikleri bir dünyada olsalar bile mutluluğa ulaşamayacak şekilde yaratılmış olmasıdır. Hayal ettikleri bu dünya, düşkünlük ve acıdan sıyrılmış olsa can sıkıntısının avucuna düşecekler ve can sıkıntısından kaçabildikleri ölçüde de düşkünlüğe, acılara, sıkıntılara yeniden yöneleceklerdir.” Sözü mühimdir. Peki bu görüşü nasıl ele alacağız? Buradan çıkarmamız gerekenler nelerdir? Burada Schopenhauer her ne kadar yöntem söylese de yazgıcı bakışla hayatın belli başlı kuralları olduğunu ve insanın bundan kaçamayacağını ima etmiş. Felsefede yazgıya boyun eğme öğretisi Stoacılara kadar uzanır. Demek ki Schopenhauer doğu felsefesinden etkilenmiş. Yazgıcı bir bakış insana herhangi bir çözüm sunmadığı gibi dünyayı böyle ele alan ve bu temelde fikirler üreten filozoflar istedikleri kadar iyi yaşamanın yollarını ortaya koysunlar, metafiziğe boyun eğdikleri anda felsefelerini çelişkili bir duruma sokarlar. Schopenhauer iradeyi reddetmenin doğru yaşamak için şart olduğunu iddia ederken diğer yandan da yazgıcı bir tutum takınmıştır. Eğer yazgımıza söz geçiremeyeceksek ve onun altında ezilmekten başka çaremiz yoksa doğru yaşamak da insanın elinde değildir. Schopenhauer’ın çelişkisi budur. Ancak diğer yandan bahsedilen sözü yorumladığımızda şöyle bir sonuca da varıyoruz: Gerçekten de mutlu olmak gelecekte ya da geçmişte var olan bir şey. Yaşadığımız anda mutlu olduğumuzu çok az anlarız. İnsanın sürekli uğraşacak dert araması ve bu derdi hallettiğinde mutlu olacağına inanması sonuçsuz bir kısır döngüdür. O halde hayattaki nihai hedefimiz mutluluk olmamalı çünkü o her zaman bizden uzakta olacak. Schopenhauer’in doğru düşüncesi ise budur.
Felsefeyi doğru okumak istiyorsak çok önemli bir şeyi daha bilmemiz gerekiyor: İnsan ideallerini veya isteklerini elde edemediği ama elde etmek istediği şeylerin üzerine kurar. Bu ne demektir? Parası olan adam idealini zengin olmak üzerine kurmaz. Düşüncesini oluştururken para dışında şeylere daha fazla önem verir. Bu kişi paranın saadet getirmediğini, asıl önemli olanın sevgi olduğunu söyleyebilir. Ancak fakir bir insanın “para saadet getirmez” deme gibi bir lüksü yoktur. Fakir kişi bütün idealini ekonomi üzerine kurar. Buradan nereye varıyoruz? Filozoflar öne sürdükleri felsefenin en çok eksikliğini yaşayanlardır. Örneğin Nietzsche, her zaman güç kavramının öneminden bahseder. İnsan her şeye rağmen güçlü olmalıdır ve acılara dayanmasını bilmelidir. Şu sözü güzeldir: “Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini. Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin?” Bu sözün ne anlama geldiği açıktır. Ama bunu Nietzsche’ye söyleten neden nedir acaba? Nietzsche dünyanın en dayanıklı en korkusuz en cesur insanı mıydı? Hayır. Nietzsche hayatı boyunca çok ciddi mide rahatsızlıkları çekmiş, sürekli nöbet geçirmiş, ağrı ve sızıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalmış bir insandı. Ciddi hastalıklar yaşayan ve sürekli canı yanan insanın ideali acılardan sakınmak olamazdı. O güçlü olmayı kendisine gerekli görüyordu ve başka şansı yoktu. “Sindirimin düzgün olmadığı yerde düşünce gelişmez” sözüne bakarsak kendisinin mide ağrılarından nasıl yakındığı anlaşılıyor. Özetle Nietzsche felsefesini oluştururken tamamen sağlık sorunlarının açtığı problemlerden yola çıkmadı elbette ancak güçlü ve dayanıklı olmayı üst insanlara şart koşmasının büyük bir nedeni buydu. Nietzsche ne kadar güçlü ve dayanıklıydı bilemeyiz. Ama şunu anlıyoruz ki her felsefi düşünce onu ortaya atanın özlemlerini de içerir. Platon’un demokrasi karşıtı olması bu sistemi derinlemesine analiz etmesinin bir sonucu değildi; çok sevdiği hocasının ona göre demokrasi yüzünden ölüme mahkum edilmesi ve doğumunun kent devletlerinin yıkıma uğradığı zamana denk gelmesiydi. Yıkımı demokrasiye bağlamış ve kendi ideal devletini oluşturmuştur. Machiavelli kralın gücünü meşru bir zemine oturtmaya çabalarken dönemin İtalya’sının otoritesizlik yüzünden çalkalandığı unutulmamalıdır.
Diğer önemli ayrıntı da filozofun yaşadığı dönemdir ve düzgün felsefe okumak istiyorsak tarihi dönemleri çok iyi bilmeliyiz. Ortaçağ’da yaşayan filozoflarda önemli bir ayrıntı dikkati çeker: onların düşüncelerinde mutlaka tek bir otorite görülür. Bazıları bu otoriteyi krala layık görür, bazıları tanrıya, bazıları kiliseye. Buna sebep olan şey Ortaçağ’ın bir düzensizlik dönemi olduğudur. O yıllar kendisini üstün sayanların savaşına tanıklık eder. Kilise, kral, yeni yeni yükselmeye başlayan aristokrat kesim. Bu gruplar arasında yaşanan savaşta kimse üstünlük kuramadı ve o dönem sanılanın aksine otoritenin olmadığı değil birçok otoritenin olduğu dönemdi. Bu yüzden o günleri yaşayan filozoflar düşüncelerini oluştururken “tek otorite” kabulünü koyarlar ortaya. Çünkü onların döneminde mutlu hayatın çözümü tek ve güçlü bir otoriteydi. Filozofların düşünceleri çağın sorunlarına çözüm bulmak için öne sürdükleri unutulmamalıdır. Epikouros korkuyu yenmenin mutlu bir hayat için tek yol olduğunu söylerken, insanların yönetime katılmadığı despot bir tiranlık rejiminin olduğu ülkede yaşadığı unutulmamalıdır. Tiranlık rejimi korku yönetimidir ve Epikouros bütün korkuların ölüm korkusundan kaynaklandığı ileri sürdü. Ölüm fikrinin insanlar için kabus olmaktan çıkması için uğraşması bu yüzdendi. Bu yüzden felsefeyi doğru okumak iyi bir tarih bilgisini gerektirir.
Son olarak belirtmek istediğim şey şudur. Düşünce durmaz, akar. Bu yüzden herhangi bir filozofun felsefesini örneklem alarak hayatı yorumlamaktan ziyade değişen koşulların değişen fikirler gerektirdiği unutulmamalıdır. Etrafımda bir filozofa hayran olan ve onu kendisine rehber edinen birçok insan var. Bu her ne kadar “insanın ideallerini somutlaştırma, ortak bir noktada buluşma coşkusunu” içerse de yanlıştır. Felsefe bir hayat görüşü oluşturmanın amacı değil aracıdır ve yorumlamaya, gözleme dayanır. Tek bir bakış açısının türlü yorumlamalarından ziyade farklı düşüncelerin farklı yorumunun ve hepsinin oluşturduğu ortak bir havuzun daha faydalı olacağı kanaatindeyim.