bakanlar bana
gövdemi görürler
ben başka yerdeyimgömenler beni
gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim.
Asaf Hâlet Çelebi’nin “Cüneyd” adlı şiirinin bu başlangıç mısraları, bu şiirin yaslandığı kültürel arka plânın haricinde, şairin yaşamına yorulduğunda, çevresindekilerin kendisine yönelttiği bakış açısını da içeren anlamları yüklendiğini düşünürüm. Çünkü ta ölümüne değin, ona bakanlar genellikle onu sathi ve alaycı bir gözle irdelediler. Ama o başka yerdeydi. Ve onun bu başkaca yeri, ademoğlunun adeti üzere ölümüyle fark edildi.
Örneğin, dönemin isimlerinden Cavit Yamaç şairin Sidharta şiirinden sonra kaleme aldığı bir yazıda:
“Nedense o zamanlar bende bu ismi taşıyan bir insanın hiçbir zaman şiir yazamayacağı kanaati hasıl oldu. Asaf Hâlet Çelebi adı bana pek, zencefil tüccarlarını hatırlatıyordu. Neyse, ilk şiirlerinde bu kanaatim kuvvetleşti ve bugün hala kafamın bir tarafında aynı şey üzerinde ısrar eden bir his var.”
Bu kör eleştirilerin yanı sıra o günlerde yine mizah dergilerinde de istihzanın odak noktalarından birini, Orhan Veli’nin Kitabe-i Seng-i Mezar’da geçen Süleyman Efendi ile Asaf Hâlet’in Om Mani Padme Hum’u teşkil ediyordu.
Şairin 1958’deki ölümü şiirde meydana getirmeye çalıştığı estetiği anlamaya açılan bir kapı oldu desek yersiz bir laf etmemiş oluruz. Oktay Akbal onun ölümünün ardından 18 Ekim 1958’de köşesinde, ecelin hayatımızı zenginleştirmek için çalışıp didinen bir şairi aramızdan almakla ne kazandığını, sorar ve her şairin ölümüyle bizden bir parça ölüyor gibi, der. Evet, şair alışılmışın aksine çalışma alanlarıyla ve şuurunda yoğurduğu birikimini şiirde billurlaştırmasıyla hayata zenginleştirici verimler sunuyordu.
1907’de doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği masalları aratmayan havasıyla Cihangir’deki konaktan, 1916’da ölümüne kadar yaşayacağı Beylerbeyi’ne taşınan Asaf Hâlet, Osmanlı bakiyesi bir entelektüel çevre içinde yetişmişti. Bu doğrultuda tasavvuf, uzak doğu mistisizmi, klasik şiir ve musiki, resim sanatı üzerine titiz dikkatlerinin getirisi olan bir birikim edindi. Şiirlerinin arka plânındaki motiflerin yanı sıra, Mevlâna ve Mevlevilik üzerine yaptığı incelemeler, Mevlâna’nın Rubailerinin Fransızca’ya tercümesi, yayına hazırladığı Eşrefoğlu Rumi Divanı, Pali Metinlerine Göre Gothama Buddha, Divan Şiirinde İstanbul gibi çalışmaları bu birikiminden gelen tecessüslerinin mahsulüdür.
Galatasaray Lisesi’nden mezun olan şair, yüksek tahsilini tamamlayamamış, birtakım küçük memuriyetlerde çalışmış, iş hayatında zaman zaman hoşnutsuzluklar yaşamış; hatta komşusu Münevver Ayaşlı’dan Beşir Ayvazoğlu’nun naklettiğine göre geçim sıkıntısının bunaltısıyla bir ara intihara bile teşebbüs etmiştir: “Asaf Hâlet değil, ah sefalet! derdi. Bir gün nasıl olmuşsa, şiddetli bir buhran geçirip intihar etmeye kalkışmış. Pijamasının alt kısmını büküp boynuna dolamış, kendini boğmak için iki ucundan asılınca yırtılıvermiş. O kadar eskiymiş pijama. Böylece kurtulmuş Asaf Hâlet.”
Şiirde toplumsal meselelerin hedeflenmeyeceğine inanan şair -ki o toplum kelimesini bile kullanmazdı- cemiyetin sorunlarına ilgisiz kalmamıştır. Bu yüzden sosyal meseleleri siyasetin alanı olarak değerlendirdiği için bu yönde çalışmalara girmiş, halkın taleplerini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dile getirebilmek için İstanbul’dan bağımsız milletvekili adayı olmuştur. Haldun Taner, her ne kadar bu adaylığı şairin sıra dışı oyunları kabilinden, Hyde Park hatipleri gibi ileri geri konuşarak içini boşaltma faaliyeti gibi değerlendirse de, şairin adaylığının şakaya gelir bir yanı yoktur. Bu yönde içten gayretleri olur. “İstanbullu Hemşerilerime” başlığıyla dağıttığı bildiride şunlar yazar:
“Hiçbir şahsın, hiçbir fırkanın lütuf ve atıfetleriyle yaşamıyoruz. Bütün dünyada harpler ve felaketlerden yeni uyanan şuurlu ve yepyeni bir insanlık hepimize elini uzatıyor. Söz ve hüküm onundur ve onun olacaktır.”
Şair seçimlerde pek oy alamaz. Fakat politik meselelere alâkasız değildir. Zaman zaman politik konularda konuştuğu sosyalist dostu Sabahattin Ali’nin polisten kaçtığı günlerde şairin evinde saklandığı bile olur.
Şiirleri kadar uzak doğu mistisizmine dâir çalışmaları, resim ve musiki üzerine yazdıkları ihmal edilmeyecek etütlerin ürünüdür.
Yazdığı dergilere bakılırsa (Büyük Doğu, Hamle, Yeni Ses, İstanbul) düşünce ve sanat dünyamızın değişik mecralarında etkinliği ve dostlukları olduğu görülür. Necip Fazıl şair için Babıâli adlı hatıratında şöyle yazmış:
“İki İstanbul efendisi, ‘İstanbulin’li Babıâli tipi, güzel ve çirkini tayinde usta bir Ziya Osman Saba, bir Asaf Hâlet Çelebi vardı, öldüler.”
Resim sanatıyla da ilgili olan şairimizin en yakın dostları arasında Arif Dino ile Bedri Rahmi Eyüboğlu yer alır. (Arif Dino’ya Kaside ve Bedri Rahmi adlı dostlarına yazdığı şiirleri de mevcut.) Şair, nasıl ki şiirde yeninin arayışında ise resimdeki yeni arayışlara da destek olur. O, Türkiye’de resimde yeni bir hamlenin göstergesi olarak belirttiği, ressam arkadaşlarının da içinde yer aldığı, “Liman Sergisi” için şunları yazar:
“Bu sergide elmalı armutlu natürmortlar, üryan hatunlar, pırasa renkli peyzajlar değil, belirli bir sistem içerisinde şehir realitesinin önemli sahnelerini toplu olarak görmek mümkün. Genç ressamlar, esprilerini artık ipekli kumaşların kıvrımlarında lalelerin bükük boyunlarında değil, hayatın kendisinde, sokakta, kahvede, limanda dolaşarak arıyorlardı.”
O bu geniş tecessüsüyle kimileyin kendisini horlayan bakışlarla alaya almalara, kimileyin şiirlerinden hareketle erken bunama teşhisi koyan ruh hekimlerine aldırmadan okuruna derinlemesine nüfuz ettiği, coğrafya ve zaman bakımından daralmayan hep genişleyen bir atlası miras bıraktı. Bıraktı ve uykuya daldı:
Uyanıklığımı ayıramıyorum
uykulardan
karışık rüyalar içindeyim
ömrümün uykusundaAynalardan beni çağıran kız
bir daha göründü
işaret ediyor
bitir rüyalarını da gel
diyoren son gördüğün yüz
benim olsun
en son benim uykumda uyuRüyaların sonu geliyor galiba
uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum
Yararlanılan kaynaklar:
-Beşir Ayvazoğlu, He’nin İki Gözü İki Çeşme, Bir Asaf Hâlet Çelebi Biyografisi, Kapı Yayınları.
-Asaf Hâlet Çelebi, Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları.