Yaklaşık üç senedir kitaplığımda bekleyen fakat bir türlü okuma cesareti gösteremediğim romana gidiverdi elim aniden: Asılacak Kadın romanı. Pınar Kür’ün yazmış olduğu bu romanın konusunu yüzeysel olarak biliyordum elbette. Adı üstünde bir kadının idamı üzerine bir metin bu. Fakat izlediği yolu, böylesi acı verici bir konuyu ne şekilde anlatmayı tercih ettiğini okuyana kadar bilmiyordum. Sağlam bir tokat yemişim gibi hissediyorum kitabı okuduğum ilk andan itibaren. Tıpkı kitabın anlatıcılarından biri olan Yalçın’ın dediği gibi, öylesine nasılsın diye sorduğun birinden cevap olarak yumruk yemişsin gibi bir hisle ayrıldım.
Henüz ellinci sayfaya gelmiştim ki kitabı bir kenara bırakıp, yazarı ve diğer başka eserlerini incelemeye araştırmaya başladım. İlk kez Pınar Kür okuyordum ve çarpılmıştım. Tahmin edersiniz ki sık başımıza gelen bir durum değil bu. Hakkında yazılanları okurken bu kitabın yasaklanıp, toplatıldığını hatta Pınar Kür ve bu kitabın basıldığı yayınevi olan Can Yayınları’nın o dönemde henüz hayatta olan sahibi Erdal Öz’e bu konu hakkında dava açıldığını okudum. Şaşırmadım. Sebep olarak kitabın müstehcen bulunmuş olması ve cinsel istekleri kamçıladığı düşünülmüş kimilerince. Kitabın elbette ki rahatsız edici kısımlarının olduğunun altını çizmekle birlikte bu doğrultuda bir bakış açısıyla yaklaşmak daha rahatsız edici bana kalırsa. Kitabın son bölümünde bu konu hakkında pınar kürün muazzam netlikte açıklaması mevcut, üzerine eklenecek bir şey de yok zaten. Sadece şunu eklemek istiyorum: son derece gerçekçi bir gözleme sahip olması ve topluma ayna tutuyor olması mıydı acaba rahatsız eden?
Pınar Kür 1943 senesinde Bursa’da dünyaya geliyor. Boğaziçi üniversitesi ve ardından Sorbonne Üniversitesinde eğitim alıyor. Çok sayıda romanı ve öykü kitabı bulunuyor. İlk öykü kitabı Akışı Olmayan Sular ile Sait Faik Hikaye Armağanı ödülüne layık görülüyor. Ayrıca çok sayıda önemli çevirisi de mevcut; Vişnenin Cinsiyeti, Doğmamış Çocuğa Mektup, Yabancı Kucak Ademden Önce gibi. Edebiyatımızın önemli isimlerinden biri kendisi. Hakkında konuşacağımız kitabı ise 1979 yılında yayımlanmış.
Asılacak Kadın merkezine bir cinayeti konu alıyor. Üç farklı anlatıcıyla birlikte ve haliyle de üç farklı bakış açısıyla bu meseleyi didik didik ediyor.
Karşımıza çıkan ilk anlatıcı, var olan cinayetin davasının baş hakimi Faik İrfan Elverir. Okuduğumuz kurgunun da otoriter bölümünü temsil ediyor. Aslında adalet kavramının iki dudağın arasında olmasının sakıncalarını da gözler önüne seriyor diyebiliriz rahatlıkla. Bütün çıkarımlar sonucunda kadın düşmanı diyeceğimiz hakimin kişisel dünyasına da davet ediyor yazar bizi. Sanıyorum benim kişisel olarak en etkilendiğim bölüm bu oldu. Çünkü baş hakim olan Faik’in iç dökümünü dinliyoruz, kendince bunca zaman yaşadıklarını, geçmiş zamanda toplumun alt tabakasında olduğu için dışlanmışlık hissini ve tüm bu olumsuz durumlar sonucunda, önemli diyebileceğimiz bir konuma geldiğinde bunun yansımalarının ne acı olabileceğini adım adım gözlemliyoruz. Ama ne gözlemlemek. Kadınların hakim olamayacağını vurguluyor mesela sık sık, kadınların vicdani dürtülerinin karar mekanizmalarını etkilediğini savunuyor mesela. Satırlar akıyor, Faik anlatıyor ve biz okuyucular biliyoruz ki aslında hiç tanımadığı sanık hakkında her fırsatta orospu diye bahseden bu karar mekanizması çok sağlıklı karar vermeyecek, hükmü de kesin olacak. Bilakis tüm kadınlardan öç alır gibi bir tavrı da vardır hatta.
Ön plana çıkan temel sorun eril sistemin getirileridir elbette. Bunu en net ilk bölümde görürüz zaten. Faik karakteri bu sistemi temsilen bulunur zaten metnin içinde. Bu bölümü okurken sinirlerden saçlarımı yolduğumu itiraf etmeliyim belki. Bir çok okurun da benzer tepkiler sergileyeceğini düşünüyorum.
İkinci bölüm hakkında idam kararı çıkan, yukarda bahsettiğim hakimin kendince yargıladığı Melek’i dinlediğimiz bölüm. Melek’i hücrede dinlediğimiz bölüm demeliyiz hatta.
Melek cahil, güçsüz, başkaldırmaktan bihaber, hayatı bütün iğrençliğine rağmen o iğrençliğiyle kabullenmiş bir karakter. Bundan ötürü kızamıyoruz da ona. Çünkü hayatın başka türlü olabileceğini bilmiyor. Sevgi denen kavramı bilmiyor her şeyden önce. Kısaca her yönüyle aciz bir karakter Melek. Yukarda bahsettiğim sistemi kanıksamıştır. Zaten mahkeme anında da bir kelime dahi etmez.
Üvey babasının zoruyla paşa konağında çalışmaya başlar. Daha sonra da bu konağın sahibi Hüsrev’le evlenir. Cinsel anlamda zor anlar yaşar, yine de ses etmez. Çünkü onun gerçekliği budur, aksinin olabilmesine dair bir bilgisi ve de bir fikri yoktur. Bu Melek’in yazgısıdır, kaçamayacağı yazgısı. Melek günün sonuda asılacak olandır.
Üçüncü bölümde ise anlatıcımız Yalçın, konağın çalışanının oğlu. Melek’i sevdiği ve onun içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmak arzusunda olduğunu görürüz. Başarılı olmaz elbette. Hatta daha büyük bir çıkmaza sürükler. Aslında ilk iki anlatıcı kadın ve erkek gibi düşünülürse Yalçın karakteri toplum gibi düşünülebilir. Bir şey olsun ister ama değiştiremez esas olan şeyi, belki daha kötüye sürükler.
Kitabın anlatım tekniğinin kusursuz olduğunu söylemek isterim. İlk iki anlatıcının bölümünde bilinç akışı tekniği kullanılmış, üçüncü bölümdeyse daha çok mektup gibi düşünülebilecek bir aktarım benimsenmiş. İlk iki bölümün bilinç akışı şeklinde ilerlemesi, olayları, düşünceleri peşi sıra, nefes aldırmadan, okuyucunun üstüne boca edercesine , insanın kanını emer gibi tüm çıplaklığıyla aktarması müthiş bir seçenek. Zira olduğu gibi okuyucuya geçiyor hisler.
Kim masumdur kim suçludur söylemek zor. En masum olanın bile yanlışı çok. Zaten esasında kim suçlu romanı da değildir Asılacak Kadın. Çünkü biliriz ki suçlu aslında çürümüş, yozlaşmış toplumdur. Pınar Kür şahane ayna tutar bu yozlaşmış topluma.
Ayrıca kitapla aynı isimli, henüz izleme fırsatı bulamadığım 1986 yılında, Başar Sabuncu yönetmenliğinde, Müjde Ar, İsmet Ay, Yalçın Dümer gibi oyuncularla çekilmiş bir uyarlama filmi olduğunu da eklemek isterim.
Sonuç olarak, en temel derdi kadın olmak olan bu romanı herkese önereceğim. Güçlü dili, olağanüstü kurgusu ve anlatım tekniğiyle, üstüne gittiği eril toplumun sorunlarını etkileyici anlatma biçimiyle, kısaca her yönüyle hayran olunası bu romanı herkes okusun isterim. Bu coğrafyanın kanayan yarası “kadın sorunu” ve elbette insanın yozlaşma halini umarım dert etmeyeceğimiz günler gelir ve umarım Faikler yok olur, umarım Melekler bilinçlenir ve umarım Yalçınlar daha doğru kararlar alır diyerek bitiriyorum bu yazıyı.
Biz kadınlar sanırım hayattan fazla alacaklıyız. Ne dersiniz?
- Pınar Kür – Asılacak Kadın
- Can Yayınları – Roman
- 152 sayfa