Bugüne kadar okuduğunuz en zor metin hangisiydi?
Herkesin içinden çıkamadığı metinler muhakkak vardır. Ama Bilge Karasu’nun “Gece”sini okumayı denemediyseniz bence zor metin okudum demeyin.
Bilge Karasu’nun ilk romanı olan “Gece” 1985 yılında “okuyan”ıyla buluşmuş. 1991 yılında Pegasus Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş. Eser, çağdaş Türk romanından, hatta yazarın kendi eserlerinden oldukça farklı. Yazarın romanın içine dalması, roman kahramanlarının yazara müdahale etmesi, hatta okurun romanın içine alınıp kahramanlaştırılması edebiyatımızda pek görülmeyen yazma biçimleridir.
Yazar bile isteye metni katmanlar halinde oluşturmuş fakat bu katmanların üst üste konması bile görüntüyü bir silüetten ileri götürememiştir. İlmek ilmek örülen romanda okurun ilmekleri doğru birleştirmesi bile yeterli olmazken ortaya çıkan kumaş, okuyan’ın doldurması gereken boşluklarla doludur.
Bilge Karasu’nın bu romanı Türk Edebiyatında örneklerine çok da sık rastlayamadığımız distopya tarzındadır. Metin modernist bir üslupla ve surreal ögeler barındırarak yazılmıştır. Yazar metinde belirsizlik alanları oluşturmuştur. Bu eserin okunmasını zorlaştırmakla beraber anlaşılır metinlerdeki okurun edilgenliğini saf dışı bırakıp, okuyan’a hareket alanı sağlamıştır.
İşte bu yazının amacı da kitabın değerlendirilmesinden ziyade bu çetin metnin nasıl çözümlenebileceğine dairdir.
Herhalde kitapta en kolay anlaşılabilen şey her bölümün ayrı anlatıcı tarafından anlatıldığıdır. Birinci bölüm tanrı anlatıcı ile başlar. Gece ve gece işçileri kavramı okurun kafasında oluşturulmaya çalışılır. Tam bu esnada 7. altbölümde bir dipnot girer araya. Dipnotu eserin yazarının yazdığını hissederiz. Hatta belki de bu anlaşılsın diye “kimininkinde ise bir karasu gibi akış” diyerek kendi adını zikreder yazar. Bundan sonrasında söylentileri aktaran üçüncü kişi anlatıcı devreye girer. Eserin kurgusu oluşurken araya giren dipnotlar yazarın işe katılmasıyla bir üstkurgu oluşturur. Tanrı anlatıcı gelecekten haber verircesine anlatırken , üçüncü kişi anlatıcı söylentileri nakleder. 10. altbölümde ikinci dipnottan sonra yazar “Uzatıyor, dolaştırıp karıştırıyor muyum lafı?” dedikten sonra 11, 13. Ve 15. Bölümde ben anlatıcıyı, 12. ve 14 Bölümde tanrı anlatıcıyı kullanır. 15. Bölümde karşıtlığı vurgulayan gündüzcü kavramı ortaya çıkar. Sonraki bölümlerde de her bölümün anlatıcısı sürekli değişir. 22. bölümde yazar bu durumu “Başımı almış gidiyorum.” “Kişileri hem var kılmalıyım, hem de belirsizlik içinde bırakmalıyım” “Öznenin ara sıra belirsizleşmesi” diyerek aslında yaptıklarını anlamlandırır. Birinci bölümün sonunda ki dipnotta “Bu defter bitti. Aslında elimdeki nedir? “ diyerek elindekinin bir eskiz olduğundan bahseder.
İkinci bölümde yer alan 39. Alt bölüm’de “Ona N. diyeceğim bundan böyle” diyerek ilk bölümdeki ben sesinin sahibinin N. olduğunu vurgular. Yine aynı bölümde “O da, sanırım, bana artık O. demekle yetiniyordur” diyerek ikinci bölümün anlatıcısının O. olduğunu vurgular. 52. alt bölümde “her akşam, yatmadan önce, küçücük bir yazıyla bir sayfasını doldurduğum bu defter” diyerek bütün bunların bir deftere yazıldığını söyler. Aynı bölümün sonunda ilk bölümde N.nin Sevinç zannettiği kişinin adamı Sevim olduğunu söyler.
Üçüncü bölümde ise anlatıcı Sevim’dir. Bu kısımda Sevim N. ye mektup yazar gibi O. ile ilişkisini anlatarak başlar. Aslında O. ya çok bağlı olmadığını anlatır, dahası “Hava karardıktan sonra gezmekten çok hoşlandığınızı biliyoruz” sözüyle N. hakkındaki düşüncemizi yanlış çıkarır. Yazar bitirmeğe çabaladığımız yap-bozu tek üfürmeyle darma duman etmiştir.
İlk üç bölümde çeşitli şüphelere rağmen anlatıcı belli iken dördüncü bölümde tek bir anlatıcıdan bahsetmek mümkün olmadığı gibi her bölümde okuyan kafasında oluşmuş kurmacadan şüphe duymaya başlar, artık üst kurmaca ve kurmaca birbirine girmiştir. Bölüm Sevim’in yazdığı mektupları N. ye taşıyan kişinin anlatımı ile başlar ama sonraki her alt bölümde okuyan anlatıcıyı tanımaya uğraşmalıdır. Okuyan, betimlemelerde bir şeyler anladığını düşündüğü anda yeni öğrendiği bir ayrıntı ile yorumlama şeklinden şüpheye düşer ve paranoyaklaşır.
Birinci bölümün sonunda “bu defter bitti”, ikinci bölümde “her akşam, yatmadan önce, küçücük bir yazıyla bir sayfasını doldurduğum bu defter” diyerek her şeyin bir deftere yazıldığı izlenimi bırakılır. Üçüncü bölüm mektuplardan oluşmaktadır. Dördüncü bölümün üçüncü dipnotunda daha tuhaf bir şey olur, çünkü dipnotu yazan yazar değil, Sevinç’tir. Muhtemelen yazılan bu defteri ele geçirmiştir. Bunu da “Her gün burada kaldığımız sürece her gün, bana, yazdıklarını göstereceksin. Konuşacağız, tartışacağız. Tut ki merak ediyorum nasıl bağlayacağını,” yazmasından anlarız. Yani bir karakter, romanı – en azından yazılan defteri- ele geçirmiştir. Zaten yazar bir sonra ki dipnot da “Artık aynalar içinde geziyormuş gibiyim. Kim ne hale geldi, kapı (çıkış kapısı) nerede , ben de bilemez oldum” diyerek okuyan’ı şaşırtmaya devam eder.
Zaten dördüncü bölümün ilk dipnotunda “dörde bölünmüş” olduğunu söyleyerek kendini de metnin içine yedirmiş, kurgusal metnin kendisini oluşturduğunu ima etmiştir. Bazen yazdıklarına kendisi de şaşırarak –şaşırmış gibi yaparak- üstkurmacanın da üstüne çıkmayı başarır.
N.’nin yabancı başkentte başına gelenler de sürekli yenilenen kurgulardır. Sevinç yanında bir vardır, bir yoktur. Okuyan yine kendinden şüpheye düşer. Hastanede yatan N.’nin “Bir şeyi anlayabildiğimiz sürece ona yenilmenin söz konusu olamayacağını çok düşünmüşümdür. Şimdi yenilmeğe başlıyorum. Artık anlamadığım için,” sözleri kurgunun bu denli karışıklığının N.’ye yansımasıdır.
80. alt bölümde N.’nin “yazdığımı, sonradan da yazsam, o gün yaşıyor, yazıyormuşum gibi yazmalıyım,” cümlesi olayların bir deftere yazılmasından oluşmuş bir olaylar bütünü olduğu düşüncesini haklı çıkarır.
83. altbölümde anlatıcı N. sağır olan kendine sadece bir arkadaş seçen ve ondan kopya çekerek başarılı olan bir başka N.’den bahseder. Bu kişi aslında 45. altbölümde en iyi öğrencinin yanında oturup kopya çeken ve gerekirse onu yanıltan O. dan başkası değildir. 85. Altbölümdeki S.nin yazdığı dipnot da “Araya, hiç gereği yokken, sağır bir okul arkadaşını soktun… Üstelik hiç gereği yokken, sana başkasının vermiş göründüğü N. adını sen tutup ona verdin,” diyerek N., O. ve yazar karakterleri bu vesileyle birbirine yaklaştırır. Bu da yetmezmiş gibi 89. bölümün sonunda “Sevinç söyler şimdi ne düşündüğümü,” diyerek N., yazar, O. üçlemesine Sevinç’i de dahil eder. Dördüncü bölümün ilk dipnotunda ki dörde bölünmüşlük acaba bu mudur?
92. altbölümden sonra metin iki ayrı zeminde ilerler. Daha ilerlemiş bir zaman kuşağında evine gitmeye çalışan anlatıcının hikâyesi ve yazarın sözleri paralel olarak ilerler. Burada yine anlatıcının kim olduğu sorunsalı baş gösterir. Karşıt kişilikler olmasına rağmen anlatıcıyı bazen N., bazen de O. olarak duyumsarız. Bu bölümde yine çeşitli tutarsızlıklar ve belirsizlikler metni ele geçirir. Yazar kurduğu örüntüleri bizzat kendi eliyle söker.
104. bölümde anlatıcı başına gelenlerin bir düşten ibaret olduğunu belli eder. Bir sonraki altbölümde “Sevim diye biri de yok. Yardımcısına Sevim diyen biri de, belki yok, herhalde yok,” diyerek Sevim’i ve O.’yu inkar eder, gerçek kişinin N. olduğunu belli eder.
107. bölüm herhalde en aydınlatıcı bölümdür. Dolabın içinde kitap okuyan Yazar’ın yüzüne babası dolabın kapısını kapatır ve ayna üç parçaya bölünür. İki yıl boyunca ayna yenilenmez. Buradaki ayna parçaları kişiliğin üç parçaya bölünmesini temsil eder. Ayna yenilendiğinde Yazar aynadaki görüntüyü yadırgar.
Bilge Karasu romanı dillere destan bir sonla bitirir. Önce üzerine doğru gelen O.ya, sonra erkek kılığına girmiş Sevim ve Sevinç’e benzeyen yüzdeki kişinin üzerine atılır. Aslında üzerine atıldığı kendinin aynadaki aksidir. Ayna şangırdayarak kırılır ve binlerce parçaya bölünür. Kanlar içinde kalır ve gerçek gece başlar.
Tabii ki “Gece”yi bildiniğiniz diğer metinler gibi anlamlandırmaya çalışırsanız bir şeylerin eksik kaldığını görürsünüz. Yazmaya çalıştığım ipuçlarıyla metni yine de anlamlandıramadıysanız dahi üzülmeyin. Çünkü metin benim anlattığım gibi değil sizin anladığınız şekildedir. Hatta hiçbir bağlantı dahi kuramadıysanız üzülmeyin. Herhangi bir bölüm açın, okuyun ve okuduğunuz bölümün tadını çıkarın.
Gece’nin yazılmasında 80 öncesi Türkiye’deki karışıklık ve darbenin etkileri göze çarpar. Cinsel ve etnik acıdan azınlık olmasının Karasu’nun üzerinde oluşturduğu baskının da bu metnin ortaya çıkmasında etkileri olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar okuyanı ile köşe kapmaca oynayan bir metin olsa da, okuyanı da bir kahramanmışçasına örgünün içine alan az rastlanır bir eserdir Gece. Okuyan, yazarın her söylediğine kafa sallayan edilgen bir yapıdan çıkıp bir dedektifmişçesine kendini sürekli yalanlayan bir metindeki düş perdesini kaldırmaya çalışması benzerine sık rastlanan bir olay değildir Türk Edebiyatında.
1985 yılında ilk olarak İletişim Yayınları’ndan çıkan eser 1992 yılında Metis Yayınlarına geçmiş, Mayıs 2017 de on birinci baskısını yapmıştır. Bu bile aslında eserin bilinirliğinin ne kadar az olduğunu göstermeğe yeterlidir.
Kitabın sonunda yazar B**** K***** imzasıyla her şeyin müsebbibi olduğunu kabul etmiş ve “Bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulunur mu?” sorusuyla bitirmiştir. Aslında o günlerden bugünlere hiçbir şeyin değişmeyeceğini Bil-gece gözler önüne sermiştir.