“Herkesin, sadece kendine ait, içini dışını bildiği ve kendini güvende hissettiği bir ormanı vardır. Ve kendi ormanına sahip olmak, bu hayattaki en güzel şeydir. Bunun için yapman gereken tek şey, ormanda yeteri kadar dolaşmak. Böylece, çok geçmeden her kayayı, her alengirli yeri, devrilmiş her huş ağacını yakından tanırsın ve işte o zaman orman senin olur, sana ait olur.”
İsveçli yazar Alex Schulman’ın Survivors isimli romanı, Hayatta Kalanlar ismiyle Timaş Yayınları etiketiyle yayımlandı. Hayatta Kalanlar yazarın beşinci kitabı, yazar daha önce dört tane otobiyografik roman yazmış; hepsi de çok satanlara girmiş, aynı zamanda kendisi İsveç’in en popüler haftalık podcastini de yönetiyor. Hayatta Kalanlar’ın yayın hakları kitap çıkar çıkmaz otuz üç ülkeye satılmış. Romanı okurken neden bu kadar dikkat çektiği anlaşılıyor, konu aile olunca herkesin ilgisini çekiyor.
Hayatta Kalanlar üç kardeşin, Nils, Benjamin ve Peter’ın büyüme çağında yaşadıklarını, birbirleriyle ilişkilerini ve sonrasında annelerinin vefatıyla birleşmelerini anlatıyor. Roman sıklıkla geçmişe gidiyor, bu üç kardeşin yaşadıklarını okurun gözlerinin önüne seriyor. Sonra şimdiki ana dönüyor. Bu gidiş gelişler biraz yorucu olsa da kardeşlerin yabancılaşmalarını, sürtüşmelerini anlamak için gerekli. Başka bir romanda olsaydı geçmişi bu kadar bilmemize gerek var mı diye düşünebilirdim ama Schuman okurun bunları bilmesini istiyor. Üç kardeşin babaları çoktan ölmüş, annelerinin vefatıyla tekrar buluşmuşlar. Annenin vasiyetini gerçekleştirmek için tekrar beraberler.
“Benjamin, solungaçlarının hareket edip etmediğine bakıyor. Balık ölü değil, fakat dengesini sağlayamayınca tekrar ters dönüyor. Zaten çocukken bile onun bir parçasıydı bu balık korkusu. Balık tutmayı severdi, ancak yemekten nefret ederdi. Bir balığın yemi tutmasıyla başlayan, kestirilemeyen çırpınışlardı buna neden olan. Oltanın diğer ucunda, canlı bir varlığın, bilinci olan bir şeyin varlığını bilmekle ilgiliydi. Balık yüzeyde ortaya çıkıp da suyu köpürtene kadar çırpınarak yaşam mücadelesi verdiğinde Benjamin, varoluşsal bir öfke benzeri bir şey hissederdi.”
Özellikle romanın başlarında kullanılan doğa ve canlılarla ilgili metaforların romanın gerilimini yansıttığını söyleyebilirim. Bu açıdan oldukça başarılı buldum. Romandaki anne, baba ve çocukları aslında sıradan bir alenin üyelerine benziyorlar, fakat sıradan ve iyi bir aile dediğimiz nedir? Aile sorgulanması zor, her şeyin mükemmel olduğu düşünülen bir kurum. Aile denilince çoğu insanın zihninde ne olursa olsun sığınacağı bir yuva imgesi canlanıyor, hayatın zorluklarıyla karşılaştığında yanında olacağı insanların toplamı. Gerçekten öyle mi peki? Bana roman özellikle bunu düşündürdü, annenin cebinden para çalındığında verdiği cezada, yine annenin babanın sık yemek yemesine tepkisinde, babanın çocuklara davranışında, çocukların kendi aralarındaki iletişim şekillerinde ve zaman zaman aralarındaki gerilimde ve yaşadıkları sert yüzleşmelerde hep bunu gördüm. Çocukların arasındaki iletişimde bile bazen nasıl oluyorsa normal gördüğümüz davranışlar çok yaralayıcı olabiliyor.
Sıklıkla Türk aile yapısını eleştirirken bu roman başka bir gerçeği de tekrar gösteriyor, aile evrensel bir konu ve sorun. Kültür, davranış kalıpları biraz farklı olsa bile bazen hayatta kalmak aileden kurtularak yaşamak demek. Aile hakkında bir roman okumak istiyorsanız, kendine has gerilimiyle, Zeynep Tamer’in Türkçeleştirmesiyle Hayatta Kalanlar iyi bir seçim olabilir.

- Hayatta Kalanlar – Alex Schulman
- Timaş Yayınları – Roman
- Çeviri: Zeynep Tamer
- 224 sayfa