Çocukken en çok duyduğum cümle şuydu: “Sakın büyümek için acele etme. Zaten insan büyüyünce de keşke çocuk olsam, eskiye dönsem diyor.” Bu durum ben küçükken bana çok saçma gelmişti. İnsan büyüyüp de çevresiyle birlikte gelişirse neden o eski ve ilkel çağı özlesin ki diye düşünürdüm. Hiç de öyle değilmiş. Büyüdükçe bu kervana ben de katıldım ve çevremdeki çocuklara bunu söyler oldum. Şimdi demlendiğini söyleyen çaycılardan kopup soba üzerinde çayların kokusunu burnumda duymak isterdim. Ben doğmadan önce şarkılar yapıp ünlenen sanatçıların bütün şarkılarına tek bir uygulama üzerinden ulaşabilmeyi bir kenara bırakıp alabildiğim kaset kadar şarkı dinleyebilmeyi ve şarkıyı atlayabilme özelliği olmadan onun tadını çıkarabilmeyi isterdim. Telefonun bin bir ifadesiyle içimdeki sevgiyi veya aşkı betimleyebilme avantajını göz ardı edip sevdiğimle aynı yolda denk gelebilme ihtimaline sevinmek isterdim.

Deniz Poyraz, ilk kitabı Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler kitabını 2018 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkarmıştı. Öykülerinden oluşan bu kitabı oldukça içten ve gündelik hayattan insanların hayatlarına ortak ediyordu okurunu. Deniz Poyraz bu kitabı ile 2020 yılında Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından düzenlenen Umut Ödülleri’nde “Yılın Umut Veren Edebiyat Ödülü”ne layık görülmüş. 2021 yılında ise bizi daha fazla içten öykülerinden mahrum bırakmamaya karar veren Deniz Poyraz’ın Dünya Unutana Kalır kitabı, İletişim Yayınları’ndan çıktı. Editörlüğünü Duygu Çayırcıoğlu’nun üstlenmiş olduğu kitabın eskilere götüren sarı tonda eskimiş fotoğraftan esinlenerek hazırlanmış kapağı ise Seda Mit’in ellerinden çıkmış.
Dünya Unutana Kalır, dört uzun öyküden oluşan bir kitap. Her birinde okurunu yeniden bir hayatın içerisine götüren Deniz Poyraz, Nasip’in Günahı adlı öyküsünde bariz bir şekilde görülen Anadolu yaşamına da ziyaretini unutmuyor. Yazarı hakkında kurulan bir cümle geliyor aklıma: “Yazdığı o yazılar ki, gazetesini bulmak için bir hafta sonu üç saat arattırır insana.” Gerçekten öyle, Deniz Poyraz öyküleriyle aslında aşina olduğumuz hayatları bir çerçeve içerisine alarak o çerçevede bulunan her şeye dikkat çekmeyi çok iyi başarıyor. Herkesin gördüğünün farklı olacağı o hayat hikayesinde ana fikir yine gerçekliğe bağlanıyor. Gerçek olan her ne ise, onu hiç kaybetme, diyor.
İlk öyküsü İstila, fakir bir ailenin geçim sıkıntısı içerisinde titreyerek ayakta duruşunu anlatıyor. Bu aile kalbine bir saç tokası ile bağladığı sevdiği kızın hayalini kuran delikanlısı, kafeste bir kuşun hayatını yaşanabilir kılmak adına aklını peynir ekmekle yemiş bir babası, aklı havada ve aklı gidik iki erkeğe sahip çıkmaya çalışan evin emekçi anasından oluşuyor. Fakirliğin yarını belli değildir. Nasıl bir anda gökten düşebiliyorsan yerden de yükselebiliyorsun. Bu ailenin de fakirliği son buluyor bir yerde. Sayıyla aldıkları yiyeceklerin yerini dolu poşetler alıyor elbette. Ama giden akıllar ve kalpler sayısız. Bir inip bir çıkan grafiğin içerisinde bırakıyor İstila öyküsü. Bir aşk vezir de eder insanı rezil de. Peki aşkın da içinde bulunduğu bu ihtiyaçlar listesinde hangisi en önemlisi?
İkinci öyküsü Zeliş, benim en çok etkilendiğim öykülerinden biri oldu şüphesiz. Birbirini seven ve birbirini görmek için bahaneler yaratan iki gencin tatlı hikayesi nasıl da içi geçmiş bir hıyar turşusuna dönebiliyor. Yediğinizde bırakın tadını almayı, sadece acı sirke suyunu duyabiliyorsunuz ve mideniz acı içinde kıvrandırıyor sizi. İşte Zeliş öyküsünde iki genç aşkın o ilk heyecanını hissettirirken sonunda kendilerinden kopardıklarını da sizlere fırlatıyor. Benim kalbime isabet aldılar belli ki, asla unutamayacağım dediğim bir öykü olarak anlatıyorum çünkü.
“Seni şimdiden öyle çok özledim ki, özlemek kilo olsa kalbim binlerce ton gelir!” (sayfa 58)
Deniz Poyraz’ın takdir etmekten bıkmayacağım bir özelliği daha kitaba yansımış. Birisini anlamaktan öte asla yaşamayacağı şeyleri yaşamış gibi öyle güzel anlatmış ki bu dünyada yalnız olduğumuzu düşünen büyük çoğunluğa uzanacak kadar büyük bir kucaklaşma yaşanabilir. Yazar kitabında alışık olduğumuz gibi internetten öğrenme bilgiyle kadınlığı, kız çocukluğundan genç kadınlığa geçişi, hayır cümlesini duymayan karşı tarafın üzerine bıraktığı gövdesinin ağırlığında ezilenleri, bir aileyi ayakta tutabilmek için duygularını ve insanlığını geri plana edenleri anlatmamış. Aksine bir öyküsünde gerçekten bir kadınmış gibi ilk birleşmeyi, bunu hayal edebilmeyi, aylık döngülerin alışılmışlığından öte ağrısını, mide bulantısını, kasılmaları ve o döngüyle ilk karşılaşan genç kızı anlatmış. Bedeninin erkeklik hormonlarından sıyrılıp taşıdığı kadınlık hormonlarına geçiş yapmış. Bir öykü ancak bu kadar iyi yazılabilirdi bence. Onu hayal etmenin ötesinde yaşamış. Hiç yaşanmayacağını bile bile yaşamış olabilmenin ihtimalini zihnimde canlandırabilmiş olmak bile Deniz Poyraz’ı okumak için büyük bir neden olmalı. Bunun için kendisi hakkında yazılmış bir başka cümleyi de anmak istiyorum. Unutulmaması için yazılması gerektiğine inananlardanım çünkü.
“Otuz yaşındayım ben. (…) O günden bugüne ne çok şey yaptım diye düşündüm geçenlerde. Yürümeyi, konuşmayı, okuma yazmayı öğrendim. Ben bunları yaparken üzerinde olduğum topraklar değişti. Birileri öldü, birileri doğdu. Birileri öldürüldü, birileri ölmüş gibi gösterildi. Sonra içimizden pek azı gördüklerini yazdı, gösterilenlere inat. Deniz Poyraz gibileri.” (Hülya Açılan, 1000Kitap)
Öykülerin devamına kitaptan ulaşmanızı dileyerek anlatmayacağım. Çünkü yazdıkça kitabın sizi içine alan sihrini bozmak istemiyorum. Fakat kitabı okuduktan sonra geçmişe dönerek yerine sözde daha iyisi gelmiş olan her şeyi andım. Dedemi de andım. Uzun zaman vakit geçiremediğim dedemin gençken dahil olduğu hayatı yaşamış gibi okuduğum Dünya Unutana Kalır kitabı, Anadolu’nun toprağına eline değdirmiş her insanın ruhuna can olsun bence. Değdirmiş ve aramızdan gitmiş olana da hatır. Dünya unutana kalır, yani bize. O halde atalım dünyaları üstümüzden ve hatırlayalım bizi biz yapan geçmişi. Dünya bize kalmasın, biz bize kalalım.
“Her çocuk ipi kopan bir uçurtmadır.” (sayfa 118)
İyi okumalar.

- Deniz Poyraz – Dünya Unutana Kalır
- İletişim Yayınları – Öykü
- 140 sayfa