Breece D’J Pancake‘in intiharından sonra kitaplaştırılmış öyküleri, Yüz Kitap etiketiyle ve Kışın İlk Günü ismiyle Türkçede ilk kez yayımlandı.
“Pancake’in olağanüstü bir anlatı dili var; gözünü budaktan sakınmayan, yalın gerçekliğin sertliğine sahip keskin bir ses bu.” Margaret Atwood, Pancake’ten böyle bahsediyor. Kışın İlk Günü, Batı Virginia’nın kırsal bölgesinde yaşan insanların hikâyelerini anlatıyor. Terk edilmek üzere olan maden ocakları ve madenlerden, topraklarından kopamayan madencileri, çiftçileri, kamyon şoförlerini olanca hıncı, tatminsizliği ve eksiklikleriyle anlatıyor.
Sizlerle the New Yorker’da Jon Michaud’un kaleme aldığı ve 2014 yılında yayımlanmış bir inceleme yazısını paylaşıyoruz. Çevirisini Barış Cezar’ın yaptığı bu inceleme, Kışın İlk Günü’nü daha iyi anlayabilmenizi sağlayacaktır.
Jon Michaud, çev. Barış Cezar
11 Şubat 2014, the New Yorker
Kitabı, tuhaf bir rastlantıyla, yeraltında bulmuştum. Yerel kütüphanemin bodrumundaki sahafta kitaplara bakıyordum. Sıra dışı “Pancake” adı dikkatimi çekti ve kitabı elime aldım. İlk olarak 1983’te basılan, kapağında teneke kaplı Appalachia evlerinin resmi olan baskıydı. Derme çatma kulübelerin arkasında başı dumanlı yeşil dağlar yükseliyor, o dağların tepesinde de Joyce Carol Oates’in yazarı Hemingway’le kıyaslayan bir cümlesi duruyordu. Pancake’in adını yıllardı duyardım, genellikle diğer yazarlardan. Bir gurme tavsiyesiydi adeta, sanki tekel işleten arkadaşınızdan bulması çok zor bir burbonun adını almak gibiydi. “Mutlaka denemen lazım.” Elli sent ödedim, yeraltından gün ışığına çıktım ve okumaya başladım. Sözcük başına bakıldığında, bir kitaba verdiğim en iyi para olabilir.
Breece D’J Pancake / Kışın İlk Günü / Yüz Kitap / Çeviri: Elif Kıymaç
Pancake’in öyküleri ve karakterleri, her ne kadar yetmişlerden olsalar da hemen tanıdık geldi. Çoğunlukla Batı Virginia’nın kömür bölgesinde geçen Kışın İlk Günü, yaşamları batmakta olan çiftlikler, azalan ekonomik imkânlar ve fosil yakıtların çıkarılmasıyla yaşanan çevre felaketi fonunda ekmeğini taştan çıkaran insanların öykülerini anlatıyor. Ne tam Güneyli, ne Doğulu ne de Ortabatılı olmayan Appalachia edebiyatımızda biraz imal edilmiş bir bölgedir.
Kitap bir yandan Appalachialı köklerine sık sıkı bağlı kalırken, bir yandan da kitlesel sanayileşmenin mirası ola kişisel ve toplumsal enkazın da daha geniş bir tablosunu çiziyor. Pancake’in öyküleri tatsız, iş ölümleri ve hastalıklarıyla dolu: Akciğerler kömür tozundan kanıyor; maden gazı bir adamı “kot gibi masmavi” yapıyor; bir diğeriyse beynine zamanında saplanmış metal parçaları yüzünden ölüyor. Geçen ay üç yüz bin Batı Virginalıyı susuz bırakan kimyasal madde sızıntısı haberini duyduğumda “Dövüşçü”deki şu cümleyi anımsadım: “Evlerin etrafında ev hanımlarının ektiği çiçekleri görebiliyordu ama durmaksızın kömür tozu yağmuruna maruz kalmaktan bitkilerin hepsi ya ölmüştü ya da can çekişiyordu.” Pancake’in neredeyse tüm öykülerinde zaman birliği vardır, birkaç günde veya saatte geçer her şey; ama fonda sürekli şimdiki zamandan önceki çağların ve dönemlerin, jeolojik zamanın farkındalığı vardır. Kurguları bir Vermeer portresinin samimiyetini ve belirliliğini bir Bierstadt panoramasının ihtişamı ve şiddetiyle birleştirir.
Bu karanlık özellikler Pancake’in öykülerini belli bir zamana oturturken, yoğun ustalık ve rafine edilmiş bir anlayış da onları ebedi kılıyor. Kitabı Pancake’in hayatı veya eserleri hakkında önceden bilgi sahibi olmadan okudum. Ancak ilk seferinde şaşırtıcı çeşitlilikte başka yazarı çağrıştırdı bana. Tematik ve yapısal olarak kitap Dublinliler’e ve Winesburg, Ohio’ya çok şey borçluydu; ama tarz olarak gözünü budaktan sakınmayan bir gerçekçilikle gotik Güney tarzının olgunlaşmış, tekinsiz bir alaşımıydı. Hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünya uzanıyordu önümde. Kitabı bitirdikten sonra, tekrar kütüphaneye dalıp Pancake’in diğer eserlerinin peşine düşerdim, ama başka eser yoktu. Pancake’in bu tek kitabı ilk olarak 1979’da intiharından sonra 1983’te basılmış. Bir heykelden geriye kalan kaide ve ayaklar gibi, bu on iki öykü de yaşasa neler yazabileceğine dair bizlere sadece ufak bir fikir verebilir.
Yazarın tuhaf adı yarattığı karakterlerin adlarıyla tezat içinde: Ottie, Colly, Bus, Bo, Reva, Enoch, Corey ve Skeevy. Bu adlar Pancake’in öykülerinin benzersiz keyiflerinden biridir. Tek bir heceden veya birkaç harften meydana gelen kısaltılmış, şiirsel olmayan, bir madende veya barda bağırılabilecek isimler. Bir öyküde, Lindy adındaki bir köpekle sahibi Buddy’yi bir an için karıştırdım.
Pancake yazma konusunda takıntılı, neredeyse çilekeş denecek kadar mükemmeliyetçiydi. Tipik bir öykü için el yazısıyla dört taslak çıkardıktan sonra daktiloyla da on taslak hazırlardı. Çalışmalarıyla aşina olmayanlara Pancake’in çalışmalarıyla tanıştırmak için sürekli temalarından pek çoğunu barındıran “Koyak” öyküsünü ele alacağım.
“Koyak”ın ilk yarısı klasik bir Amerikan country şarkısı gibi neredeyse. Ana karakter, kız arkadaşı Sally, Fuller adlı başka bir madenciyle kaçmak üzere olan Buddy adında bir kömür madencisidir. “Boş lafla karın doymuyor, burama kadar geldi artık,” der Sally, Buddy’ye. Buddy, Fuller’la kasabada kozlarını paylaşmak için sözleşirler; ama Fuller geldiğinde arabasında Sally, Buddy’nin köpeği Lindy ve Buddy’nin televizyonu da vardır. Buddy köpeğini geri alır, ama Sally ve televizyon Fuller’da kalır.
Öykünün ikinci yarısında, Buddy treylerinde akşamdan kalma ve pek hatırlayamadığı bir kavgadan kan revan içinde uyanıyor. Köpeğini içeri alıyor ve tüm bir yabani köpek sürüsünün dişi köpeğiyle çiftleşmiş olduğunu görüyor. Köpeği teselli etmek için kabına koyacak et arıyor, ama bulamıyor. Lindy’ye sardalye veriyor, köpek ise balıkları geri kusuyor. Buddy öfkeleniyor. “Temizlik yapması için bir neden yoktu, et yememesi ya da istediği herhangi bir şeyi yapmaması için de bir neden yoktu.” Buddy tüfeğini alıp ava çıkıyor ve bir dişi geyik vuruyor. Hayvanı temizlerken hamile olduğunu görüyor. Doğmamış yavruyu ayağıyla kenara itekliyor ve bir yandan geyiğin ciğerini çiğ çiğ yerken yavrunun can vermesini izliyor. Bunları yaparken de çalıştığı ufak madende grev çağrısında bulunup bulunmamayı düşünüyor. Pancake’in çoğu öyküsünden olduğu gibi burada da bir şiddet eylemi başka türlü ifadesini bulamayan hüsranların dışavurumu işlevini görüyor. Ancak eylem bir kurtuluş getirmeyip sadece beyhudeliğin doğrulamasını sağlıyor. Ölü yavru hem Buddy’nin yitip giden gençliği hem de Sally’yle yapamayacakları çocuğu temsil ediyor.
Pancake yazarların yazarı olmaktan daha fazlasını hak ediyor. Öykülerinde, sürekli topraktan bir şeyler çıkarılıyor: Fosiller, kömür, Kızılderili mezarlarından iskeletler ve ok başları. Kışın İlk Günü, keskin, çakmak taşından, yetenekli ve trajik bir genç yazardan bize kalan bir ok başı gibi. Keşfetmek için biraz çaba gerektiriyor ama buna kesinlikle değiyor.