Mektup Aşkları ~ Leyla Erbil
İş Bankası Kültür Yayınları – 6. basım
“Jale, ya yarın da yoksan? Deliririm. Ama biliyorum seviyoruz biz.”
“İnsan neden mektup yazar? Ya yüz yüze gelince anlatmak istediklerini açık açık söyleyemiyordur, ya da o ikinci kişi uzaktadır, onunla yüz yüze konuşma olanağı yoktur, oturur kâğıda döker anlatmak istediklerini.” der Erdal Öz, On Üç Günün Mektupları’nın ön sözünde. On Üç Günün Mektupları da ayrı bir incelemek gerek yakında o da gelir umarım.
Mektupların asıl sahibi Jale, dışarıdan bakıldığında güçlü bir karakter olmaya çalışan, kendine solcu bir kimlik yaratıp onun sınırlarından dışarı çıkmamaya çalışan, prensiplerini oluşturup, kendinden asla taviz vermeyen bir kadındır. Etrafındaki arkadaşlarını, kendi sözünden çıkmaları halinde hemen yermeye çalışan bir bireydir. Aslında bu güçlü kimliğinin ardında zayıf noktaları olan bir kadın, sevmek mi daha önemli yoksa sevilmek mi sorusunun yanıtını sevilmekten yana kullanan bir kadın. Asla yaşayacağı idealler için cesur olamamış, bu yüzden de hayatını etkileyen büyük kararı zayıf noktalarına göre vermiştir.
“Ferhunde için aşk, kaçış uzamı olarak varlık bulur. Aşk ile umutsuzluklarını aşmak ister; sadece bunaltılarını aşmak için umut sığınağı olarak aşka tutunur. Kendine ait bir yaşam kurmak yerine kurulu bir düzenin nesnesi olmayı gönüllü olarak benimser; bu güvenlik mitinin arkasından koşar ve geleneksel kadın yazgısını gerçekler.” der Nagihan Kunduz bir incelemesinde. Bu ne güzel tasnifdir. Bu karakter tamamen Jale’nin başkaldırışlarına tepki bir karakterdir.
Sayfalar ilerledikçe anlıyorum ki bu 3 kadından en idealisti Sacide. Dışarıdan bakıldığında harcandığı ‘erkekler tarafından!’ düşünülüyor ama “Ben vücut satma işinin karşılıklı olduğunu, erkeğinde kendini sattığını söylüyorum. Kendisini sevmediğimi bile bile bir erkek bana para ödüyorsa bu onun adına bin kere daha alçaltıcı bir şey değil midir?” laflarıyla anlıyoruz ki o dönemlerde hatta bu dönemde bile söylenmesi çok cesur olan kelimeler bunlar. Kimselerin cesaret edip de söyleyemediği bu cümleleri Sacide karakteriyle bütünselleyip ortaya çıkması, Leyla Erbil için bir başkaldırıdır aslında.
Yazının bundan sonrası kitabın detayları hakkında bilgi verdiğinden, kitap okunmadan önce öğrenilmesi durumunda sizlerin eser ile ilgili düşüncelerinizi veya alacağınız hazzı etkileyebileceğinden okumamanız gerektiğini belirtmeliyim. Ama eğer kitabı okuduysanız artık karar analizine başlayabilirim.
Jale sonlara doğru hayatının kararını ‘kadının istediği sevmekten çok sevildiğini hissetmek’ vererek Ahmet ile evlenir. Sadece aşktan bahsederek, kendini acındırmaktan başka birçok duygudan bihaber biridir bu Ahmet. Kabul etmek gerekirse insan yeri geldiğinde sevmekten vazgeçip sevilmek, sevildiğini hissetmek ister. Ama kendine “Dilsiz Mee”, sevdiği kadına “Kaka Bebek” diyen birini, kendinize göre yontmaya çalışırsanız nereden başlamak gerekir?
Peki, gerçekten birini sevmekten çok, ihtiyaç duyduğu sevgiyi yani zayıf olan yönünü seçerek kolaya kaçmak nasıl bir etki yaratır insanda? Jale için pek de iyi sonuçlar doğurmadı aslında. Ama verilen her kararla birlikte bu kitabın satırlarında hayatın büyük derslerini barındırmakta. Tabii ki anlamak isteyene.
Peki siz olsanız kimi seçerdiniz?
İlk mektuptan beri Ahmet’in beni ittiği tartışılmaz bir gerçek. Ama insanın ruh hali öyle karmaşıktır ki ne olacağı hiç belli olmuyor. Hayatımızda eksikliğini duyduğumuz kelimeleri okuyunca kapılıp gidebiliyoruz birden bire ne yazık ki!
Jale’ye aşık gençlerden biri olan Zeki, aşırı muhafazakar babasıyla kendi sosyalist benliği arasında sıkışıp kalır ve hayatını intiharla sonlandırır. Ama bir çok mektupta anlıyoruz ki Zeki, Jale’nin hayatını ciddi anlamda etkileyen bir kişilik. Belki de şiir gibi adam olduğundandır, ne dersiniz?
“Sevgilim
Tanrı
İnsanın
Riyasıdır.”
Ah Reha! İnsanın hayatında “ben” diyebildiği biri olmalı. Bunu Reha’nın mektuplarında daha iyi anlıyoruz. Tamam kabul, yeri geldiğinde sizden bir tane daha karşınızda olması sizi delirtiyor ama “Sen ki benim yanımda bir şeyden çekinmedin söylemekten, en içini açmaktan, susmaktan, konuşmaktan, veba mikrobu gibiymişim sanki bu susuşun nedeni kendi öz isteyişinden değil ise kimsenin yanında benim yanımda olduğun kadar yaşamla, dünyayla, edebiyatla, insanlarla senli benli olamazsın. Bunu sen de biliyorsun.” diyebildiğini duyamamak eksikliğini çok fazla hissedebileceği ve asla yerinin dolmayacağından bahseder.
İnsan aynı anda birçok kişiye sevgi duyabilir mi? Bana göre evet. Çünkü, sevgi sadece tek bir kişiye ait olamayacak kadar yücedir. Gerisi bencillik olur. Özgürlük alanını kısıtlar. Ama sıra seçim yapmaya geldiğinde konu bu sefer aşk olur. Aşkta bana göre sana en çok benzeyen kişi de “ben” diyebildiğin kişide saklıdır.
Şimdi bir de sorarsanız aşk var mı diye, “bilmem ki, belki de sadece mektuplarda kalmaya mahkûmdur bir aşk vardır, mektup aşkları!”