Gökhan Akçura’nın uzunca ön sözüyle başlıyor kitap: Ağaç ve Ahlâk – Refik Halid Karay. Ön sözünden evvel kitabın kapağına bakmalı aslında. Mavi zemin üzerine ağaç dalları. Görür görmez bir muhabbet başlıyor kitaba karşı. Muhabbetin esas sebebi Refik Halid’in kendisi pek tabi… Sanırım herkes gibi ben de Memleket Hikâyeleri ile tanıdım kendisini. Ama elbette Refik Halid Karay, Memleket Hikâyeleri’nin yazarı olmaktan sadece bu eser ile anılmaktan çok daha öte bir yere sahip edebiyatımızda. Hem 19. hem de 20. Yüzyılı bizatihi idrak etmiş neredeyse tüm yazarlar gibi oldukça donanımlı ve üretken bir isim Refik Halid. Bu yazı sadece Ağaç ve Ahlâk üzerine olduğu için diğer eserlerini burada zikretmiyorum. Ama henüz Refik Halid ismini duymamış genç arkadaşlarımız için bu yazı bir merak kaynağı olsun diye temenni ediyorum.
Kitabın içeriğine bir türlü gidemiyorum. Kitabın adı da güzel değil mi? Ağaç ve Ahlâk… Bu iki kelimeyi aynı cümlede kullanmış mıydınız hiç? Sizin cevabı düşündüğünüz birkaç saniye içinde ben de içindekiler bölümünü açıyorum. Mevsimler, Çiçekler ve Ağaçlar, Hayvanlar ve Genel üst başlıkları altında pek çok makale var eserde. Bu makalelerin hepsi Akşam, Tan, Yeni İstanbul, Aydede gibi dönemin meşhur gazete ve dergilerinden derlenmiş.
Kitaba adını veren yazı Çiçekler ve Ağaçlar isimli bölümün ilk yazısı. Burada orman yangınlarından hareketle ormanlarımızı koruyamadığımız gibi ağaç muhabbetinin telkininin de yapılamadığından şikayet ediyor Karay. Ardından Norveç’te asırlık bir ağacın çürümesi üzerine halkın yaşadığı üzüntü ve ağaç için yapılan merasimi naklediyor. Ormanlar diyarı sayılan bir ülkede tek bir ağacın ölümüne gösterilen bu hassasiyet ile ahlak arasında bir bağ kurarak ağaca muhabbet gösterilen yerlerde ahlakın da aynı ölçüde güzelleşeceği fikrini ileri sürüyor. Bu yazı, 1956 yılında yazılmış ve aradan altmış sene geçmiş olmasına rağmen ağaç muhabbetinin memleketimizde neşv ü nema bulduğu söylenebilir mi? Ortalama bir insan ömrü kadar geçen zaman zarfında neler değişti ya da değişemedi acaba. Yine aynı bölüm altında Ağaçların Kitabı isimli yazısında şunları söylüyor:
‘‘Yolların genişletilmesi yüzünden bazı yerlerde yetişkin ağaçların kesilmesi mecburiyeti -eğer bir mecburiyetse- İstanbulluları ve bunlardan daha ziyade münevver olanları üzüyor.’’
Hâl-i pür-melâlimizin tam altmış yıl evvelini okumak sanırım bir dejavu etkisi yaratmıştır zihinlerinizde. Alıntılı cümlenin devamında ise hem Türkçe hem de yabancı dillerde ağaçlar hakkında yazılardan derlenecek bir Ağaçlar Kitabı hazırlanmalı önerisinde bulunuyor. Kontrol etmedim ama eğer böyle bir çalışma yapılmamışsa buradan tekrar etmiş olalım bu öneriyi. Ağaçlarla ilgili bölümden son olarak aktarmak istediğim bir şey daha var. Karay, Antakya’da gördüğü tarihî çınarın bir kazaya kurban giderek balta şehidi olmasından duyduğu korkuyu ifade ediyor. Şimdi o çınar nerededir, sağ mıdır bilinmez ama balta şehidi ifadesi benim çok hoşuma gitti.
Muhalif yazıları ve keskin mizahı ile kitabın her bölümünde eğlenceli bahisler açıyor Karay. 8 Kasım 1956’da İstanbul’un havası nasıldı sorusunun cevabı var bu kitapta! Belki meteorolojinin geçmiş kayıtlarında da bu tür bir bilgiye rastlanabilir ama hiçbir hava durumu bildirgesi şu gibi sözlerle başlamaz, gelişmez yahut nihayet bulmaz:
‘‘Asıl marifet, olanları hayra yormak ve daima bir ümit, teselli yolu bulmaktır. Kış da biter, yaz da gelir, sulh de. İşin başı sağlık!’’
‘‘Kendimi bildim bileli işitirim: Eylül’de ilk defa havalar bozdu, sert rüzgârlar esip yağmurlar başladı mı ‘kiracı kaçıran fırtınası’ derler, ‘bundan sonra mevsim öyle güzelleşir, günlük güneşlik olur ki… Kırların zevkini çıkarmanın tam zamanıdır.’’
Alıntıladığım cümledeki kiracı kaçıran fırtınası deyişini ilk defa burada duydum. Bileniniz vardır belki ama kitabın bu yönüyle de folklorik araştırmalar için bir kaynak mahiyetinde olduğunu yeri gelmişken belirtmeliyim. Yazılar içerisinde en eğlenerek okuduklarım ise çiçeklere dair olanlardı. Lâle mevsimi dolayısıyla kaleme aldığı yazıda: ‘‘Türkiye’de lâle merakı kalmamıştır. Vitrinlerde, bahçelerde en az rastladığımız çiçek lâledir.’’ diyen Refik Halid, geçtiğimiz ay Emirgân’ı ve Sultanahmet’teki lâle halısını görseydi herhalde hoşnutsuzluğundan bir lâle manifestosu yazardı… Neden mi böyle diyorum, size bizzat Refik Halit cevap versin o halde:
‘‘…lâle ile aramın pek iyi olmadığını söylemekten de çekinmiyeceğim. Lâle, ancak bir motif olarak güzeldir…. Çiçek olarak lâle kocaman karnı ve kof dolgunluğu ile kabadır. Fakat resim, oyma, nakış şekline girince, yani yassılanınca, daha doğrusu sanatkâr eline düşünce güzelleşip incelik, zariflik kazanır.’’
Bu bahsin devamında lâle kelimesinin kökeninden, edebiyatımızdaki yerinden tutun Lâle devri ve Hollanda’da yaşanan lâle buhranına kadar malumat veriyor Karay. Hemen ardından gelen yazıda ise çiçeklerin padişahıymış gibi sayılan güller hakkında neler söylediğini merak ediyorsanız kitabı alıp okumanız gerekecek.
Kitapta; kediler, kuşlar, sosyal cemiyetler, Ebu Hureyre, Tanburî Cemil Bey, Nedim gibi şahsiyetler ve bunlardan başka sâir pek çok isme/mekana/canlıya rastlayabilirsiniz. İşte bu sebeple bahsettiğim eser bir ansiklopedi sayılabilir. Ama ansiklopediler gibi neşesiz bir kitap da değil şükür ki. Kısacası hem biraz tebessüm ve tefekkür etmenize fırsat sağlayacaktır. Geçmişle şimdi arasında neşeli bir seyr ü sefer için lütfen okuyunuz.
Mezkûr Kitap: Ağaç ve Ahlâk/Memleket Yazıları -8-
Mezkûr Yazar: Refik Halid Karay
Yayına Hazırlayan: Tuncay Birkan
Sâir Ayrıntı: İnkilâp Kitabevi, İstanbul 2015