Bir kenti zenginleştiren nedir? İnsanlar mı dersiniz, şehir mimarisi mi ya da sanat ve kültürel etkinlikler, yani salt aktüel düzen mi? Yoksa o kentin, şu an olmayan ama etkileri devam eden o kültürel varlıkları, günün mirasına dayandığı o büyük uygarlık geleneği de az mıdır? Bir Orta Anadolu kenti olan Çorum sizce leblebileri ile mi bilinmelidir, yoksa o büyük miras Hatti beyliklerini ele geçirerek salt dönemini değil, günümüzü bile hukuktan, toplumsal ve inanç yapısına değin etkileyen Hitit medeniyetiyle mi? Ya da sorunu bir başka versiyonuyla ele alıp sorarsak, Hitit salt Çorum mudur? Ümmü Gülsüm, o büyük şark’ın sesi, en az Mısır piramitleri kadar değerliyken, kim yalnızca Arap dünyasının sesi diyebilir Gülsüm’e.
Ya Muazzez İlmiye Çığ. Şu an 105 yaşında, yani 1914 Bursa doğumlu olan bu genç bilim kadını, Atatürk’ün emri ile Ankara’da kurulan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Hititoloji Bölümüne kayıt olmuş, Almanya’daki Nazi zulmünden kaçan ve Türkiye’ye sığınan Prof. Dr. Hans Gustav Güterbock’tan Hitit dili ve kültürü, Prof. Dr. Benno Landsberger’den ise Sümer ve Akad dilleri ile Mezopotamya kültürü dersleri almış, ardından çalışmalarını Sümeroloji üzerine devam ettirerek şu an sayılı Sümerologlardan biri olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla artık genç beyin Muazzez İlmiye Çığ da o büyük bilim panteonunda yalnızca milli bir karakter olmayıp, dünya ilerlemesinin bir başka noktasına denk düşmektedir.
Muazzez İlmiye Çığ’ın kaleme aldığı “İştar’ın Kaleminden Hititler ve Hattuşaş” kitabı Anadolu’nun ortasında en az 3500 yıl önce İmparatorluk kuran Hititleri akıcı bir dille ele almakta. Başlıkta yer alan İştar belli bir anokronik yanılgıya yol açmamalı. İştar bilindiği üzere, en çok da Berlin’deki Pergamon müzesindeki İştar kapısından da anımsanacağı üzere Mezopotamya mitolojisinin en önemli tanrıçalarıdan birisi olup, aşk ve cinsellik tanrıçası olduğu kabul edilir. Kitapta yer alan İştar ise ikinci bölümde özellikle yazdığı günlükle de yer alan 1958 yılına kadar devam eden Sümerolog Hatice Kızılyayla’nın 14 yaşındaki kızı’dır. İştar, o kadar meraklı bir kızdır ki, Yazılıkaya’da bir nevi doğal rehberlik görevi yapan Osman’ı bile şaşırtan bilgiye sahip birisidir.Bu şaşkınlık yalnızca Osman ile de sınırlı değildir üstelik, annesi Hatice de kızının meraklı soruları ile tarihe ve bilhassa da Hitit uygarlığına olan yönelimini şaşkınlıkla karşılar.
Hititlerin yönetim merkezi olan Hattuşaş’ın keşfi ilk olarak 1834 yılında Fransız mimar Charles Texier tarafından gerçekleşti. 1894 yılında ise bir başka arkeolog olan Ernest Chantre tarafından ilk çivi yazılı tabletler bulunmuştur. Burada bir parantez açılarak belirtmek gerekir ki, Çığ’ın kitabında da ayrıntılı görüldüğü üzere Hititlere ait dil, bir Hint-Avrupa dil grubunun başlangıcı olarak kabul edilmekte ve Sümer dili gibi karmaşık bir yapıya sahip görülmemektedir. Cümleler ve paragraf ayırımları ile okuyanda belirli bir kolaylığı bulunan bir dildir. Dolayısıyla ticari ve savaşa ait tabletlerin okunması belirli bir zorluk taşısa da, büyük oranda bu tablet metinleri çözülmüş durumda. Hattuşaş, Boğazköy’ün 25 kilometre kuzeydoğusunda bulunup, kitapta da burada bahsedilen diğer bir önemli kazı çalışması ise 1958 yılına tekabül etmektedir. Ankara/Çankırı yolu üzerinde yer alan “İnandık” denilen yerdeki kazılarda renkli ve kabartmalı olarak Hititlerdeki kutsal evlenme törenini gösteren tabletler bulunmuştur. İşte kitap bir nevi Sümerelog Hatice Kızılyayla’nın 1958 yılında Haydarpaşa istasyonunda kızı İştar ile birlikte Prof. Heinrieh Otten ve Kurt Bittel ile birlikte yaptıkları Hitit ülkesi çalışmalarını ele almakta. İştar’ın aklı sürekli Yazılıkaya’dadır. Orası Hititlerin dini merkezlerinden birisidir. Gönüllü rehber Osman’ın verdiği bilgilere göre burada 64 Tanrı ve Tanrıça kabartması bulunmaktadır. Kimler yoktur ki; fırtına Tanrısı “Teşup”, onun arkasında iki dağ üzerinde durandan, öndeki olan Hava Tanrı’sı, arkasındaki Tahıl Tanrı’sı ve diğerleri. Ve tabi ki Hititlerin o bilinen kapıları, kale surları, Yazılıkaya’daki o hepimizi dehşete düşeren sfenksli kapılar.
İkinci bölüm ise İştar’ın yazmaya başladığı günlüklerle açılıyor. İştar günlüğünü ilkin 9 Temmuz 1958’de yazmaya başlıyor ve ilk cümle olarak da “…sevgili defterim! Bugünden itibaren sen benim arkadaşımsın! Annem öğrendiklerimi yazayım diye seni bana verdi. Doğrusunu istersen başta bu hediye pek hoşuma gitmedi, ama sonradan madem ki her şeyi öğrenmeye merakım var, öğrendiklerimi de unutmamak gerek. Öyleyse unutmamak için de yazmak iyi olur” demekte. İştar annesinden ve çevresinden öğrendiklerini o kadar samimi ve akıcı bir dille anlatıyor ki, okuyunca bizim coğrafyamızda doğan ve o muazzam uygarlık hakkında bildiklerimizin ne kadar kıt olduğunu, üstelik de bir çocuğun gözlemleriyle öğreniyoruz. Hititlerin tapınak kurallarından, Hitit sarayının entrikalarına ve zengin kitaplığına, bu Hattuşa kitaplığında “Hatti” denilen halkın dili ile “Hurri” denilen halkın diline, çivi yazılı metinlerde kısa bölümler halinde bulunan “Luvi” dilinden “Ziparva” denilen Hitit Tanrısı için törenlerde kullanılan “Palaca” dile kadar bir dil zenginliğe ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Okuyucunun aklına hemen Tanrılar geçidinin sebebi sorulabilir. Bunun yanıtı da kitap da var. Gerçekten de Hititler de, bir çok tapınak noktasından da anlaşılacağı üzere çok sayıda Tanrı var, çünkü Hititler egemenliği altına aldıkları kentlerin yerel Tanrılarını da massederek kendi bünyelerine katmış ve birer Hitit Tanrısına dönüştürmüşlerdir.
İştar 20 Temmuz 1958 tarihinde Hititoloji öğretmeni Prof. Dr. Hans Güstav Güterbock’un gelişine de özel bir yer ayırmış günlüğünde. Onun annesinin hayatındaki önemi, annesine tabletlerin nasıl kopyalanacağına kadar nasıl bilgi verdiğine kadar bir çok yönleri ile bu değerli bilim insanını yad etmiş. Bu kısımlarda özellikle Atatürk döneminde Nazi baskısından bunalan Yahudi bilim insanlarının ülkemize gelerek bilim adına katkılarına da değinilmiş. Aralarında bir çok hukukçu, iktisatçı, felsefeci, matematikçi bulunan bu kişilerin özellikle üniversite reformu çalışmalarındaki katkıları herkesin malumu. Sonraki bölümlerde ise sıklıkla değinilen ve ileri bir uygarlık olduğunun ispatı olarak gösterilen Hitit yasaları ile Ceza Kanunlarındaki yapılara günlükte bahsedilmiş. Hititler, haklı ve haksızı yargılayanların ancak Tanrılar olduğuna inanmışlar, onların her varlığın, hatta konuşmayan hayvanların ve ağaçların bile haksızlığa uğramasını istemediklerine dönük inanç benimsemişlerdir. Hititler hak ve hukuka çok önem vermeleri nedeni ile yapılan her haksızlığın Tanrı katında cezalandırılması gerektiğine şartlanmışlar. Ancak belirtmek gerekir ki, kitapta belirtilen ceza sistemi kuşkusuz çok ağır ve günümüzde Hitit yasalarının önemi, yasallık temelinde aranmalı. Özellikle ticaret hukuku düzenlemelerinin, piyasa/pazar istismarlarını gidermek amacı taşıdığını, köleleri de kısmen koruduğunu görüyoruz burada. Hititler yargıç ve mahkemeler konusunda da Sümerlerden daha ileri bir seviyeye kendilerini konumlandırmışlar. Özel yetiştirilmiş yargıçlar, jüriler ve mahkeme salonları kombinezonunu, bunun işaretleri olarak belirtmek mümkün. Günlükten edindiğimiz aile yapısı itibariyle de yasaya göre ailenin başı erkek olmakla birlikte, kadının haklarının da dönemine göre oldukça korunduğu anlaşılıyor. Örneğin çok ileri dönemlerde dahi çoğu toplumda görülmeyecek bir şekilde, cezalarda kadın erkek ayrımının olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte erkeğin evlilik aktinden dönmesi halinde başlık parasının kadına kalması, kocası ölen kadının malın yarısına sahip olması, kız kaçırmanın cezasının ağır olması, hep kadın hakları konusunda günümüzle mukayese edildiğinde geri görülse bile ileri bir düzen inşa edildiğini itiraf etmek gerek. Bunların dışında ayrıca günlükten satırbaşları ile belirtmemiz gereken diğer önemli kısımlar ise, Hititlerde ileri bir şiir sanatının bulunması, büyülerin ve günümüz “cadılarına”! benzer supernatural/doğaüstü inançların bulunması, günümüzde Kayseri yakınında olan Kültepe ya da Kaniş (Neşa) ile olan ticari ilişkiler, danslar, içkiler, hastalıklar, müzikler ve tabi Hitit denilince akla gelen Kral Şuppilulima ile Kraliçe Putuhepa’nın öyküleri, bir bir akıcı ve didaktik olmayan bir dil ile önünüzden bilgi sağnağı şeklinde geçiyor Kitabın son kısımlarında ise büyük Hititolog Sedat Alp’ın 18 Ağustos 1958 tarihli günlükte belirtilen ziyaretine değinmiş küçük İştar. Son kısımda ise Mısırlılar ile Hititler arasında MÖ 1269 tarihinde, Mısır Kralı II.Ramses ile Hitit Kralı III.Hattuşili arasında imzalanan, tarihin ilk yazılı antlaşması kabul edilen Kadeş antlaşmasına yer verilmiş. Antlaşmada yazılanlara göre,”…Her iki devletin kralı kardeş sayılıyor. Birbirlerine düşmanlık yapmayacaklar, birbirlerinden toprak aşırmayacaklar. Daha doğrusu birbirlerinin sınırlarını aşmayacaklar. Onlara karşı düşmanlık yapanlara birlikte savaş açacak, birbirinin yardımına koşacaklar. Bir ülkeden ötekine kaçan suçlular, ülkelerine geri gönderilecek. Böylece Hitit ve Mısır ülkeleri arasında hiç savaş olmayacak.” Çalışmada, Muazzez İlmiye Çığ da yalnızca yazar olarak değil, kurgusal anlatımın bir parçası olarak gönderdiği mektupla yer almakta. İştar günlüğünde bu durumu”…bugün annemin keyfi çok yerindeydi. Sevgili arkadaşı Muazzez teyzemden mektup geldi… Annem Muazzez teyzemden, ben de arkadaşlarımdan mektup gelecek diye bekleyip duruyoruz. Muazzez teyzem çok uzun yazmış yine. Müzede, tablet arşivinde ne olup bittiğini en ufak ayrıntılarına kadar anneme bildiriyor. Annem de onun mektuplarıyla müzeden ayrılmamışım gibi geliyor” diyor. Bu mektupta iki bilim insanının birbirlerine ve bilime olan sevgilerini hissetmemek mümkün değil.
Kitabın sonunda ise, okuyucuyu iki sürpriz bekliyor. Bunlardan ilki Eski Hitit Devirleri ile İmparatorluk Devri Hititinin kral listesini kronolojik şekilde görebiliyoruz. Diğer sürpriz ise kitapta belirtilen tüm kahramanları, buna Osman da dahil, fotoğrafları ile görmemiz oluyor. Böylelikle okunanlar simgesel ve okuyucu için yaratıcı anlamdan, somut ve indirgenir boyuta geliyor. Tekrar ilk sorduğumuz soruya ve soruna geri dönüyoruz: Çatalhöyük, Alacahöyük, Göbeklitepe, Frig ve Lidya uygarlıkları ile zengin Anadolu coğrafyası bu zenginlikleri koruyacak, onları nesillere tüm hakiki halleri ile yansıtacak bilinç ve çalışmalara ihtiyaç duyuyor. İşte Muazzez İlmiye Çığ, tam da bu refleksle hareket ediyor. Gönül ister ki, Hitit özelinde tüm Çorumluların üzerinde bulundukları bu kadim uygarlığı tanımak ve tanıtmak yönünde bir misyonları bulunsun. Zira, 105 yaşında ve çalışkanlığıyla sanırım hiç yitirmeyeceğimiz düşüncesini ben de oluşturan o genç bilim kadını, Sümer Kraliçesi Muzazzez hanım hep ve daimi bunu yapıyor, ölümsüzlüğe koşuyor…
- Hititler ve Hattuşa İştar’ın Kaleminden – Muazzez İlmiye Çığ
- Kaynak Yayınları
- 239 sayfa.