“İşe gidenlerin artık pencere önlerindeki çiçekleri seyredecek ya da küçük bir kuşa yem atacak kadar vakitleri” var mı?
Kantinde nöbetçi olduğum zamanlar çocukları uzun uzun izliyorum. Bir gün sıradan manzara üzerine anlamsız şeyler düşünmeye başladım. Çocuklar birbirini itiyor, kollarını kantinciye uzatıyor, seslerin arasında seslerini duyurabilmek için bağrışıyor, bütün bu çabanın yanında bir de yanında yöresindeki diğer arkadaşlarına laf yetiştirmeye çalışıyordu. “İttirmesene, geç işte şuraya, görmüyor musun şurada boşluk var, hey sen, boğacak mısın, nefes alamıyorum!”
Acaba dedim, gördüğüm şu manzara zamanla aramızdaki itiş kakış olmasın? Merkezde olan şey ya da çark sesimi duysun diye; ben sesimin bir kısmını da zamana mı harcıyorum? “Boğuldum zaman, azsın, hatta yoksun! Yetiremiyorum seni kimseye ve hiçbir şeye.”
Michael Ende, Alman fantastik çocuk romancısı. Elimde ise onun en güzel eserlerinden biri var: Momo. Bir çiçek ve zaman romanı. Çocuklardan önce yetişkinlerin okumasını arzu ettiğim…
Günlerden bir gün yıkıntı tiyatroya garip giyimli kimsesiz bir kız çocuğu (Momo) yerleşir. Çevre halkı önce onu garipser, yıkıntıdan kurtarmak için yardım etmek ister fakat sonra masalsı bir çözüm yolu üretirler. Momo etrafındakiler tarafından öyle çok sevilir öyle benimsenir ki insanlar kısa süre içinde onsuz yapamaz hâle gelirler. Peki neden? Momo ne herkese akıl verecek kadar zeki bir kız, ne bilgece kararlar veren birisi, ne büyücü, ne de eğlenceli bir kızdır. Onun hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı tek şey şudur: dinlemek. Momo herkesi, her şeyi dinlerdi. Böcekleri, otları, yağmuru, hatta ağaçlar arasında dolaşan rüzgârı bile. Bir de Momo ve arkadaşlarının başına dert açan zaman tasarrufçusu duman adamlar var. Duman adamlar ki bütün şehri ele geçirmiş, sevgi ve emek hırsızı, ‘yok’ düşmanlar… Ve onlara kapılıp giden Momo’nun sevdikleri.
“Zaman tasarruf edeyim derken aslında başka şeylerden tasarruf ettiğinin kimse farkında değildi. Yaşamlarının gittikçe daha zavallı, daha tekdüze ve daha soğuk geçtiğini kavramak istemiyorlardı. Bu gerçeği sadece çocuklar taa yüreklerinde hissettiler. Çünkü artık kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu.
Oysa zaman yaşamın kendisiydi. Ve yaşamın yeri yürekti.
İnsanlar zamandan tasarruf ettikçe zaman azalıyordu.”
Saat çiçeklerinin, renkli çocukların, içten büyüklerin heyecanlı serüveni akıp gidiyor, akıp giderken de sorgulatan dersler veriyor.
“Bu, sonunu düşünmeden başladığı öyküler gibi bir oyundu sanki. Yaşamında ilk defa, onun hayal gücünün dışında bir öykü oluşuyor ve o seyirci kalıyordu!” Kocaman oyunun içinde ayaklarımızı uzatıp çocuk olmanın gerekliliği gibi bir kitap Momo. Yok ettiğimiz saniyelerde akıp giden öykümüze seyirci kalmaya dur demenin masalı Momo.
Duman adamların elinizden aldığı bir ruhunuz muhakkak vardır. Ve duman adamların yine sizin elinizden aldıkları sevdikleriniz mutlaka vardır. Momo, kayıp kendimiz ve sevdiklerimiz için bir şeyler yapmanın imkânı. Bir bölümün başlığında “çok kişiye anlatılan öyküler ve tek bir kişiye anlatılan öyküler” yazıyordu. Momo’yu lütfen okuyun. Sonra tek bir kişiye anlatabileceğiniz o öykü için güzel bir kutu alın, içine Momo’yu yerleştirip güzel de bir not bırakın. Meselâ, ben şunları yazmayı düşünüyorum: Bu kitabı adamakıllı okuyana kadar zamanın benden aldığı hisler, hayaller ve insanların olduğunu zannediyordum. Meğerse hislerime, hayallerime ve insanlarıma ben zaman vermiyormuşum. “Öğle vakti, sıcakta herkes uykuya dalmışken, tüm dünya berraklaşıyor.” Zaman bizim, tıpkı bir nehir gibi, anlıyor musun?