Samuel Beckett tarafından yazılmış eser bir absürt tiyatro örneğidir. Çaresizliği, karamsarlığı, bekleyişi; insanın toplumda kendine bir yer edinebilmesi, kendini gerçekleştirme mücadelesi ve bunların getirdiği içsel sıkıntıları anlatır. Absürt tiyatronun en önemli özelliği akıl dışı unsurların olması, okunduğunda/izlendiğinde kişiye anlamsız gelmesidir. Godot’ta da yaşanılan durum, kişiler arasında geçen konuşmalar okuyucuya ilk bakışta anlamsız gelecektir ancak bu, anlamsızlığın ve hiçliğin geniş bir betimlemesidir. Anlamsızlık içeren tüm unsurlar, içinde barındırdığı derin anlamın bir bakıma temsilcisidir. Bu nedenle eserde var olan her unsur semboliktir.
Vladimir ve Estragon adlı iki kişi kuru bir ağaç altında Godot’yu bekler. Aralarında akla uymayan, gereksiz, yersiz konuşmalar geçer. Yolda, boynuna ip geçirilmiş bir köle ve efendisi ile karşılaşırlar. Köle bu iple efendisine bağlıdır. Hareket etmesi, konuşması ve hatta düşünmesi bile efendisinin izniyle olabilir. İlk bakışta kölenin eziyet çektiğini gören Vladimir ve Estragon efendiye sorular sorarak durumu anlamaya çalışır ancak efendinin verdiği cevaplar, gösterdiği tepkiler çok anlamsızdır. Onun anlattığına göre zor durumda bırakılan efendinin ta kendisidir. Görülenin tam aksi olan bu iddiayı Vladimir ve Estragon hiç sorgulamadan kabul eder ve onlardan ayrılmak isterler. Çünkü ikilinin beklediği bir şey vardır ve bunun duyulmaması gerektir. Godot’ya dair hiçbir şey bilmeyen bu ikilinin tek amacı Godot’yu beklemektir. Öyle ki bu amaç uğruna hayatlarından bile vazgeçmeyi düşünürler ve eğer Godot gelmezse kendilerini bekledikleri o kuru ağaca asmayı planlarlar. Godot, Vladimir ve Estragon’un içlerinde bulundukları toplumdan, yaşadıkları hayattan ve hatta onları, birbirlerinden bile kurtaracak olan yegane kurtarıcıdır. Eserde Godot’nun ne olduğu kesin olarak bildirilmez. İkili onlara Godot’dan haber getiren sözde habercilere sürekli Godot’yu sorar çünkü onlar da ne olduğunu bilmezler. Godot boş bir bekleyişin, hiçliğin temsilcisidir.
Vladimir ve Estragon bazen beklemekten vazgeçecek gibi olur, ayağa kalkıp gitmek gerek diye içlerinden geçirirler ancak bir türlü kıpırdayamaz, kendilerini beklemekten alıkoyamazlar. Eserde aslında, insanın hayattan bir şeyler beklediği, bazen o beklenilen şeye de manasız anlamlar yüklediği ama beklenenin yalnızca beklemekle gerçekleşmeyeceği anlatılıyor. Hayattan hep bir şeyler isteriz ama istemekle kalmamalı onu elde etmek için mücadele etmeliyiz. Varoluşçu felsefesinin “insan kaderini yalnızca kendisi değiştirebilir” görüşü burada verilmek istenen temel mesajdır. Eser okuyucusuna, insanoğlunun en ufak bir güç kırıntısı elde ettiğinde zalimleşen karakterini, elde ettiği bu güce güvenip kendini kandırdığını ve toplumun yapısını nasıl bozduğunu; umudun bazen tehlikeli olabileceğini ; insanın içinde bulunduğu sıkıntıdan ancak kendi başına kurtulabileceğini anlatıyor bence. Tabii eserde var olan her şey sembolik olduğundan, siz okuyucular çok daha farklı çıkarımlarda bulunacaksınızdır.
Hayattan hepimizin beklentileri vardır elbet. Bazen bizler de bunları yalnızca bekleriz. Ama biliriz ki beklemekle olmayacaktır, tıpkı Godot’un hiçbir zaman gelmeyeceği gibi. Çünkü hepimizin Godot’u içimizde bir dehlizde saklı. Zaten içimizde var olan bir şeyin gelişini beklemek ne kadar anlamsızsa, başkalarından beklemek de o kadar anlamsız olacaktır. Beklentilerimize yüklediğimiz gereksiz anlamlarla, zamanımızdan harcamak dışında bir şey yapmıyoruz. Önemli olan umut etmek değil, o umutların peşinden gitmektir. Eğer şanslıysak beklediğimize değecektir.
Hayattan neyi, kimi bekliyorsanız gelmesi, gerçekleşmesi, tüm güzelliklerini ruhunuza katması dileklerimle…
- Samuel Beckett – Godot’yu Beklerken
- Kabalcı Yayınları
- Çeviri: Pınar Aziz & Volga Serin S.
- 135 sayfa