Kemal Varol’un, bol ödüllü romanı “Âşıklar Bayramı”nın devamı olan “Babamın Bağlaması”nda Yusuf yine babasıyla bir yolculuğa çıkıyor. Ancak bu kez bir türlü ağzında derleyip toparlayamadığı “babası” Heves Ali, Yusuf’un port bagajında, tabutunun içinde eşlik ediyor oğluna. Dağları, kırları, ovaları aşıp da nihayete doğru uzanırlarken, Yusuf “ters istikamet”e girip, yaraların, acıların, özlemlerin, aşkların, kırık gönüllerin ve hiç bitmeyen soruların yükünü yavaş yavaş sırtından indiriyor.
“Nemli gözlerle hâlâ karanlık ormana bakıyor, babama yarıda bıraktığı çocukluğumu; yolları, türküleri ve uzakları neden benden çok sevdiğini, bazen bir tehdit gibi havaya kalkan işaretparmağının altında ezilen gözlerimi, dünyanın öbür ucuna gitmişçesine yorulan çocuk ayaklarımı, hep boşta kalan ellerimi nereye götürdüğümü sormak istiyordum. Ama çocukken boğazıma kaçmış, orayı mesken tutmuş inatçı bir kılçık, ömrüm boyunca konuşmama, kendime güvenmeme, var gücümle bağırmama mâni olmuştu sanki. Biliyordum: Artık yoktu. Nafileydi. Çünkü bütün babalar eninde sonunda ölür ve hiçbiri geri gelmezdi.”
O “bütün babalar” gibi Heves Ali de terk-i diyar etti sonunda. 25 yıl sonra gecenin bir vakti kapısını çalıp sarma sigara ve üzerine bastığı yumurta topuklu ayakkabılarının kokusunu bıraktığı Yusuf’un evine, kendisini Âşıklar Bayramı’na götürmesi için. Belki de içten içe bir helallikti istediği. İşin orasını Heves Ali bilirdi. Gönlündeki derdini, sevincini, hüznünü bunca yıl sazıyla anlatmış, yarını bilmeden gök kubbeyi yorgan, toprağı yatak bellemiş Heves Ali’ye sorulur muydu hiç, “25 yıl sonra gece vakti ne arıyorsun burada?” diye. Yusuf da soramadı. Sadece onu Âşıklar Bayramı’na götürmek için yola çıktı. Yollar lâl oldu, dişler kenetlendi. Söz dile gelmedi, dil de söze gitmedi. İşte böyle anlatmıştı bize Kemal Varol Everest Yayınları’ndan çıkan “Âşıklar Bayramı” kitabında Heves Ali’yle Yusuf’un buluşmasını. Yusuf da koymuştu babasını yanına, istikâmet Âşıklar Bayramı’ydı. Kemal Varol yine Everest Yayınları etiketiyle yayınlanan “Babamın Bağlaması”nda da yine Yusuf’la Heves Ali’yi bir yolculuğa çıkarıyor. Ama bu sefer Heves Ali, Yusuf’un port bagajında, bir tabutun içinde. Son durağa, sevdiceğinin toprağına gidiyor Heves Ali. Kimine göre bu “son yolculuk”, kimine göreyse “bir başlangıç”. Ama Yusuf’un da dediğin gibi, “bütün babalar eninde sonunda ölür ve hiçbiri geri gelmez.”
“Babamın Bağlaması”nda dört günlük bir yolculuğa çıkıyor Kemal Varol okuru. Direksiyonda Yusuf, yanında bir türlü “baba” diyemediği Heves Ali’nin üç telli bağlaması, sekiz köşeli şapkasıyla. Heves Ali’nin gözü, ruhu Yusuf’ta. Her haliyle “tepeden” bakıyor oğluna. Yusuf darmadağın. Kırları, dağları, yolları, ovaları aşıp, babasına son görevini yerine getirmeye giderken, ters istikamette de, sorularla, gelgitlerle, yaralarla, berelerle, silinmemiş acı hatıralarla da kendi geçmişine sürüyor arabasını Yusuf. İki ayağı bir pabuçta, nereye koyacağını bilemediği elleri ve hâkim olamadığı zihniyle bulanık yollarda kendini arıyor. Babasının kalenderliğini, diğerkâmlığını, gönül adamlığını, ağzından, sazından çıkacak bir sesle el pençe divan duran insanlardan öğreniyor. Adım adım yaklaştırdıkça babasını ebedi istirahatine kendi toprağı eşeleniyor Yusuf’un. Gönül hezimetleri birer birer karşısına çıkıyor. Ama sonuncusu, Aylın, 15 sene sonra fena vuruyor Yusuf’u. Yüzleşmenin getirdiği o ağır yükle cebelleşirken Heves Ali de onu gözlemeye devam ediyor Yusuf’un nefes aldığı dört bir yerden, “Varlığım yetmedi, yokluğum senin olsun,” diyerekten. Birileri geliyor, birileri gidiyor, birileri duruyor. “Babamın Bağlaması”ndan bize de alınan ve verilen bir selamın hem bir başlangıç hem de bir son olduğu kalıyor…
- Babamın Bağlaması – Kemal Varol
- Everest Yayınları – Roman
- 212 sayfa