Bilge Mimar
Türk edebiyat yazınında biyografi tarzının hızlı bir gelişme içinde bulunduğu söylemek çok zor. Örnekleri kuşkusuz var, ancak çok satan Stefan Zweig, Henri Troyat ölçüsünde ele aldıkları kişi ya da özellikle sanatçıları bütünlüklü bir yaklaşımla irdeleyen yazarları göremiyoruz çoğu kez. Ancak bu genel kabule karşın, ön araştırmacılığını edebiyat öğretmenliği geçmişinin de etkisi ile sathi olmaktan uzak, derinlikli olarak eserlerine yansıtan, kişileri yahut olayları bilgi yüklü kitaplarla sunan bir yazar var anımsanması gereken: Beşir Ayvazoğlu. Diğer tür kitapları bir kenara bırakılırsa Ayvazoğlu’nun, “Ahmet Haşim”, “Tevfik Fikret”, “Yahya Kemal”, “Tarık Buğra”, “Asaf Hâlef Çelebi”, “Florinalı Nazım”, “Malik Aksel” ve “Peyami Safa”yı ele aldığı eserleri, türünün aynı zamanda önemli ve çok satan kitaplarından. Daha önce Timaş Yayınları tarafından çıkan “Dünyayı Güzelleştirmek Turgut Cansever’le Konuşmalar” kitabı, bu defa bir kısım eklemelerle “Kapı Yayınları” tarafından okuyucularının karşısına çıktı. Neydi diğer baskıdan farkı? Önceki baskıda Turgut Cansever’in babası olan Dr. Hasan Ferit Cansever’in ek olarak ayrı bir biyografisi bulunmakta iken, bu baskıda bu kısım yok. Bunun yerine Cansever’in çok önem verdiği Beyazıt Meydanı’na ilişkin olarak “Beyazıt Meydanı, Güvercinler ve Turgut Cansever” başlıklı Ayvazoğlu’nun yazısı yer almakta. Bir diğer fark ise, yeni kitapta Cansever’in ressam yönünü de hatırlatmak bakımından bazı resimlerinin yer aldığı mini bir albümün konulmuş olması. Bunun da Cansever’in yalnızca fikri ve mimari yönlerini sergilemek noksanlığı dışında, ressam yönünün ihmal edilmesindeki mahsuru giderici etkisi var kuşkusuz. Kitap başlı başına bir biyografi kitabı sayılabilir mi? Bence bu husus tartışmalı. Zaten yazarının böyle bir iddiası da yok.
Turgut Cansever’i Bütünlüklü Tanımak İçin Faydalı
Beşir Ayvazoğlu, Turgut Cansever’i 1980’lerin sonuna kadar sadece mimar olarak bildiğini, onun düşün dünyasına ise ancak Arredamento Dekorasyon’un Aralık 1989 tarihli yayımlanan röportajı ile vakıf olduğunu belirtiyor. Ayvazoğlu, bu yazı ile ilgili çalıştığı Tercüman Gazetesinde, kültür sanat sayfasında tafsilatlı olarak bahsettiğini belirtiyor. İslam sanatı ve estetiğine de merakı bulunduğundan, Cansever ile ilgili daha ayrıntılı çalışmalara girmiş. Bu kapsamda babası Hasan Ferit Cansever’in kurucuları arasında olduğu, kendisinin de bir dönem genel sekreterliğini yaptığı Türk Ocakları’nın İstanbul Şubesinde tanıştığı Turgut Cansever ile ilgili, önce “Bilge Mimar” ismi ile bir portre denemesine girer. Peşi sıra, Türk Edebiyatı Dergisi ile NPQ Türkiye yayını için geniş röportajlar yapar. İşte elimizdeki kitap bu röportajlardan oluşmakta büyük ölçüde. Kitap, tür olarak biyografi niteliğinde olmasa da, bilge mimarı tanımak bakımından elimize çokça veri sunmakta esasında. Kitabın “Beyazıt, İstanbul’un Gerçek Kültür Merkeziydi” başlıklı ilk bölümlerinde ailesi, çocukluğu ve formasyonu ile ilgili genişçe bilgiler veriyor Ayvazoğlu’nun soruları üzerine Cansever. Aile, üç yüz elli sene evvel Asya’dan gelerek Edirne civarına yerleşmiş. Buradan da Turabi Baba Tekkesine intisap eden ailede, kapatılan tekkenin son şeyhliği görevini dede Şeyh Ali Efendi yapar. Aileden meşhur bir isim de İstanbul’u bilenler için yabancı gelmeyecek Pürtelaş Sokağı’na ismini veren “Pürtelaş Hasan Efendi”dir. Baba Hasan Ferit, Haydarpaşa Tıp Fakültesi mezunlarındadır. Birinci Dünya Savaşı’nda, Sina Cephesi’nde Hilal-i Ahmer Hastanesi’nde başhekim olarak çalışır. Bir çok entelektüel ile sohbetleri bulunur. Bunlar arasında Elmalılı Hamdi Yazır, Ahmet Hamdi Tanpınar, Asaf Halet Çelebi, Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin Yurdakul, mimar Arif Hikmet Koyunoğlu ve akrabası olan Reşit Galib gibi isimler vardır. Bu isimler sonraki dönemlerde Turgut Cansever’in entelektüel düzeyinin artmasında ciddi katkılarda bulunacaktır. Bir süre sonra Kudüs’e giden baba Hasan Ferit ile anne Hatice Saime’yi, ünlü romancımız Halide Edip Adıvar tanıştırır ve evlenirler. Annenin kökenleri ise Filibe’ye kadar uzanır. 1921 yılında Antalya’da doğar Turgut Cansever. Babasının Türk Ocaklarının kurulması vesilesi ile Ankara’ya gidişi Turgut Cansever’in hayatında önemli tesirlerde bulunur. Burada özellikle Arif Hikmet Koyunoğlu’nun tezyinat ve sütun başlık çalışmaları kendisini çok etkiler. Ankara’dan sonra Bursa günleri başlar. Çok sever Bursa’yı. Bunu kitabın her bir satırında görmek mümkün. Kendi tabiri ile Bursa, şiir gibi bir şehirdir. Kitabın satır aralarında dostlarından Aydın Germen’in kendisini ziyarete gelen Amerikalı arkadaşının sözlerini aktarır bir iki kez:
“…Dünya’da şehir denebilecek iki şehir vardır; biri Floransa, diğeri Bursa…Floransa bile, Bursa’nın yanında iç karartıcı, pis bir şehirdir.”
Küçük Turgut, ilkokulun son üç yılını Bursa’da okur. Bursa, Osmanlı’ya başkentlik etmesinin de etkisi ile tarihi nitelikte birçok mimari yapıyı barındırır içinde. İşte Cansever, okulun uzak bir mesafede olması nedeni ile Osman ve Orhan Gazi’lerin türbelerinin yakınlarından hep geçer ve şuurunun oluşumuna bunlar çok etkide bulunur. Lise’yi Galatasaray Lisesi’nde okur. Bu okulun batı lisanına katkısıyla Avrupa bilim yayınlarını da takibe başlar. Ailenin İstanbul’a gitmesi, kendi hayatında bir başka önemli tarihi mekânı daha unutulmazları arasına sokar. Bu yer Beyazıt Meydanı’dır. Zira, evleri bu meydanı gören bir yerdedir. Evin çatısında meydanı beraber izledikleri arkadaşları arasında Turan Güneş ve Turhan Feyzioğlu gibi sonrasında siyasetin önemli simaları olacak kişiler de bulunur. Galatasaray Lisesi’ni 1940 yılında bitirmesi sonrasında, Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’ne girer. Kendisini hayatı boyunca etkileyen hocası Sedat Hakkı Eldem’i hep hayırla anar. Akademide bir dönem Necip Fazıl’dan da ders alır. Mimarlık yaşamında bir çok eserin restorasyonunda yer alır. Bunlar arasında ilk ciddi çalışması 1949 tarihli Sadullah Paşa Yalısı’na ilişkindir. Bunun dışında Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji, Türk Tarih Kurumu Binası gibi çalışmaları ile de göz doldurur. Dünya’da üç kez Ağahan Mimarlık Ödülü’nü almış tek mimardır. Ayrıca yine önemli bir özelliği de Türkiye’de sanat tarihi alanında doktora çalışmasını yapan ilk kişi olmasıdır. Turgut Cansever, 2009 yılında hayatını kaybeder. Mezarı, tasarımı kendisince yapılan babasının mezarı yanında, Edirnekapı Mezarlığı’ndadır.
Kentin Estetik Arayışı Peşinde Bir Ömür
Turgut Cansever’in en temel özelliği, mimariyi teknik boyutundan çıkartarak, ona kültürel ve özellikle de yazarın özel bir ilgisi nedeni ile Osmanlı ve İslâmi pencereden bakması olmuştur. Özellikle İslâm’da yer alan vahdet, güzellik düşünceleri eserlere teknik bakışını etkilemiştir. O’na göre, güzelliğe Allah’ın emirlerine kayıtsız şartsız bir teslimiyet ile ulaşılabilir. Zira, İslâmiyet, kullarına dünyanın güzelliği lütfunda bulunurken, Hristiyan yaklaşımında dünya günaha karşılık gelir. Güzellik ise, devasa, gotik yahut barok binalarda değil, sadelik peşinde koşmayı gerektirir. Sanat eseri, varlık-kâinat tasavvurunun yapılana yansımasıdır. Az çoktur, küçük ise güzeldir ona göre. Eski İstanbul’un tek veya iki katlı, bahçeli, avlulu evlerini insanların yeryüzündeki cenneti olarak tanımlar. Bir camiyi gören evin, pencereleri ve tüm aksamları ile o eserin bütünlüklü güzelliklerini taşıması gerekir. Eserin güzelliği batı normlarından farklı olarak ihtişâmı ya da büyüklüğü ile belirlenemez. Dolayısıyla batı standartları ile Türk mimarisine bakışta bir sorun görür. Sıklıkla örnek verdiği Ziya Paşa’nın;
“…Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün viraneler gördüm”
beytinde, aslında kendi değerlerini takdir etmekten aciz hale gelen yaklaşımın, şehirlerin tarihi dokusunu yok eden süreçleri başlattığını savunur. Osmanlı sanatının anlaşılması bakımından büyüklük tanımının doğru bir yere oturtulması gerektiğini belirtir hep. “…Osmanlı dünyası nisbi büyüklük fikrine dayanıyor. Başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı şehirleri, insanlık tarihinde benzeri olmayan çözümlemeleri gündeme getirmiştir. Bunlardan birine temas etmek isterim. Evler odaların bütünlüğü idi, birbirinin yanına gelen odaların toplamından ev oluşuyordu. Her oda bir birimdi. Orta Anadolu’da iki oda bir mabeyn şeklinde ifade edilen, bir boşluğun iki yanında odaların var olmasıyla, odalar birer tektonik, kendi başına birer varlık idiler.” Cansever’e göre, Osmanlı mimarisinde şehre tepeden bir bakış ile evlerin ve camilerin yapılarının nasıl olduğunu anlamak mümkündür. Ancak bu sanıldığı gibi monotonluk yaratmaz, “…o fikri-manevi âlemden hareketle meydana getirilen standartlar, modern dünyada müthiş bir yeknesaklığın, gelişmenin, farklılaşmanın önünde engel olmasının felaketini yaşadılar. Halbuki Osmanlı topolojik yaklaşımı, bunun evlere uygulanması sonunda ortaya çıkan akıl almaz çeşitlilik, pencereler her birinin aynı olsa bile, her evin tamamen müstakil bir şahsiyet alması, her sokağın tamamen şahsi bir hüviyete sahip bulunması, Türk-Osmanlı şehir çözümlemesinin müthiş bir katkısıdır insanlığa.”
Turgut Cansever, İslâm sanat anlayışı doğrultusunda, şehirlerin kalıcı, her devirde muhafaza edilen yaklaşımına karşı çıkar. Bu bakımdan Paris mimarisi röportajın çoğu yerinde görüldüğü gibi esasında gelecek tasarımını yok etmektedir. Ona göre, ahşap bir binanın sökülmesi, yeniden şehir kurulumuna izin veren yapısı, yapıtın toprakla mesafeli inşası aynı zamanda gelecektekilere de saygının bir gereğidir. Turgut Cansever’e göre standart dikey yapılaşma, aynı zamanda totaliter rejimlere daha çok imkân sunar:
“Dev apartman blokları yahut yanyana dizilmiş bir örnek evlerden oluşan mahalleler, şehirler oluşturmak, elbette aynı zamanda aileyi standartlaşma iradesini yansıtıyordu…Devasa apartman blokları yapıp insanları buralara istiflemek de yirminci asır başında Almanya’da yapıldığı gibi, yanyana dizilmiş standart evler yapmak da bir çeşit totaliterliktir.”
Çözüm ise evleri standartlaştırmak yerine, evlerin parçalarını standartlaştırmaktır. Turgut Cansever, ayrıntılarını sorulara verdiği cevaplarda sunduğu tutumlu kent modeli ile ahşap ve yamaçlara kurulan ev modellerinin trafikten, depreme, atık su probleminden, ısınmaya kadar birçok temel gereksinime yanıt vereceğini savlar. Kitapta sorulan sorulara verilen cevaplar çerçevesinde kent ve mimari tarihi bağlamında özgün bilgi edinmemiz mümkün hale geliyor. Fransız büyük mimar Le Corbusier’in Balkan şehirlerini gezdikten sonraki İstanbul seyahati bu kapsamda görülebilir. Cansever’in tarihsel penceresinden, muhafazakâr entelektüel kesimden duyulan Tanzimat karşıtı tepkiyi görmemiz mümkün. Ona göre şehirlere asıl ihanet “Tanzimat kafası”ndan sadır olmuştur. “…Tanzimat’tan sonra şehir telakkisi yerini donmuş şehir telakkisine bırakıyor. Kâgir antik Yunan mabetlerinin fonkenlerinin tekrar edildiği konakların inşasına başlanıyor. Aynı zamanda şehrin ölçek düzeni tamamen tahrip ediliyor… İstanbul’u meydana getiren büyük erdemi külliyen reddetme iradesinin ifadesi olarak ortaya çıkıyorlar.”
Cansever’in, tarihsel perspektiften Balkan Savaşları, Cumhuriyet’in ilk evreleri, DP iktidarı ve çok eleştirilen Menderes dönemine dair yaklaşımlarını da sorulara verilen net cevaplardan görüyoruz. Kitabın sonunda Beşir Ayvazoğlu tarafından konulan Beyazıt Meydanı’na dair ek bilgiler de Turgut Cansever’in çok önem verdiği ve halen de tartışmalara kapı aralayan kent mimarisi yönüyle ele alındığında oldukça bilgilendirici. Kitabın en büyük artısı kuşkusuz ülkenin önemli değerlerinden bir mimarı, entelektüel boyutuyla tanımaya el veren, bilgi dolu Beşir Ayvazoğlu’nun soruları oluyor. Ayrıca yine kitap, mimarlık gibi teknik bir konunun, herkes tarafından okunmasına imkan verecek bir içerikle ve konuyu aktörleri ile tanımaya el veren fotoğraflarla sunulması ile de değerli. Fakat kitabın neredeyse her sayfasında imlâ ve kelime yanlışlıklarının bulunması ciddi bir editör problemin bulunduğunu akla getirmiyor değil. Bunun yanı sıra, farklı tarihlerde Ayvazoğlu ile Cansever arasında röportaj yapıldığından, aynı sorulara verilen cevapların diğer röportajlarda da sorulması nedeni ile bazen diğer sayfalarda yeniden karşımıza çıkabiliyor. Tekrara düşülmemesi bakımından bunların ayıklanmasının faydalı olacağını düşünmekteyim. Biz sözleri yine Turgut Cansever’e bırakalım, çünkü deprem riski de taşıyan ülkemiz adına ufuk açıcı değerlendirmelere çok ihtiyacımız var. Unutulmaması gerekir ki, bu tarz nehir söyleşilerinin Turgut Cansever’in belirttiği gibi röportaj yapana, yapılana, okuyana ve takdir edene olmak üzere dörtlü faydaları bulunmakta.
“…Türkiye’nin şehirleşme problemini çözebilmek, dünya şehirleşmesinin başarısını temin etmek için Türk ev mimarisinin temel ilkelerinin, dolaysıyla o ilkelere oturan ürünlerin hayata geçirilmesi gerekiyor… O ev, her an değişen dünyada her şeyin değiştiği ortamda her türlü ilave alabiliyor. Üzerinden parça çıkartılabiliyor. Çeşitli aile büyüklükleri için kullanılabilirliği var. Ve şehrin yoğun olması, şehrin iktisaden yapılabilir olmasını da sağlayan Türk evinde odaların çok maksatlı kullanılma imkanı dolaysıyla yapı hacminde çok ciddi tasarruflar sağlayarak ülkemizin ve dünyanın şiddetli ihtiyaç duyduğu çok büyük sayıda insanlara konut üretiminin iktisaden mümkün olması sağlanmış oluyor.”
İyi okumalar…
- Dünyayı Güzelleştirmek Turgut Cansever’le Konuşmalar – Beşir Ayvazoğlu
- Kapı Yayınları
- 174 Sayfa.